Kur´ân zeminine tutunarak…

Image

Cihanı sarsan hadiseler devam ederken, dünyamız da küçüldükçe küçüldü. Sarsıntları artık evimizde ve dünyalarımızda daha şiddetli hissetmeye başlıyoruz. Başta fıtrat olmak üzere; insaniyeti, semavî dinleri ve bilhassa İslâmiyeti tahribe yönelmiş dehşetli global cereyanın; parayı, kadını, makam-mansıp ile korkuyu kullanarak mahallemize yaptığı saldırıdaki stratejileri dehşet verici…

Yaslanılacak kuvvetli dayanaklar, kuvvet alabileceğimiz sağlam tutanaklar, kalb ve beynimize yönelmiş mermilerden bizi koruyacak sığınaklar ve korkularımızı teskin edecek ümit dolu tarrakalar olmaksızın Müslüman olarak bu cephede tutunmak o kadar zor ki…

Abartıyor muyum? Yirmi sene önceki hayatımıza isterseniz dönüp bakalım. Oradaki yaşantımızın Kur’ân ve sünnete uygunluk orantısını murakabe ettikten sonra bugün yaşadıklarımızı yirmi otuz sene öncesiyle mukayese ettiğimizde nelerle karşılaşmayız ki? Hayatımızın çemberine çizdiğimiz o günün kalın kırmızı çizgilerinden merkeze doğru ne kadar çekildiğimizi… O günün haram ve helâllerinin bugünkü dünyamızda ne kadar silikleştiğini… Kendimizi Allah ile başbaşa hissettiğimizde uykularımızı kaçıran ve gecelerin koynunda hıçkırıklarla bizi sarsan hadiselerin, elan yaşadığımız hayatın normal parçaları haline geldiğini görmeyecek miyiz? Buyrun bakmayalım. Evvelâ gözlerimizi ve sonra da kulaklarımızı kapatalım. Görmemiz ve işitmemiz gerekenleri yok sayalım. Böyle yapınca devekuşu hamakatine yakalanmış olmaz mıyız?

En mahrem, imrenilen ve kıskanılan; cennet köşelerinden bir köşe olası evlerimizden başlayalım işe… O evlerde olan biteni, konuşulan-duyulanı, sevileni-üzüleni ve bizi mutlu-mutsuz edeni Kur’ân ve sünnete göre tahlil ettiğimizde, çobanlıklarıyla mükellef olduklarımızın ibadet, giyim ve davranışlarını esas olan prensiplere göre değerlendirdiğimizde nelerle karşılaşacağımızı elbette biliyoruz. İsterseniz bütün bunları konuşmayalım. Fakat konuşanlar konuşuyor… Evlerimizin bundan böyle nasıl dizayn edilmesi gerektiği, çocuklarımızın bize karşı tatbik edecekleri stratejiler, o­nların zevk ve estetikleri zındıka enstitülerinde konuşuluyor. Bize yalnızca o­nların midelerine ve maddî ihtiyaçlarına hizmetkârlık vazifesi verilmiş oralarda… o­nların dünyalarına girip o­nlarla bazı şeyleri paylaşma yasağı gizliden gizliye konulmuş da farkında değiliz.

Temel insanî değerler, semâvî moral prensipler ve fıtratın kanunlarıyla çarpışmayı dâvâ edinmiş New York, Paris ve Londra’daki zındıka enstitülerinin ürettikleri dehşetli ürünler, bazen tellerin ucuna, bazen hava zerreciklerine ve bazen de kâğıttan sahifelere tutunarak en sağlam ve mahrem kalelerimiz olan evlerimize bize sorulmadan sokuluyor. Bu hususlara itirazı olanlara daha müşahhas deliller sunabiliriz. İslâmî kimliğimizin, ailevî tarafgirliğimizin, tarikat ve cemaat bağımlılığımızın bu dehşetli taarruzu durduramadığını; hatta çeşitli süslü vitrinler, dindar hükümetler, muhafazakâr sivil toplum kuruluşları ve paçalarını dünyaya kaptırmış dinî cemaatlerle zındıkanın içimize girişinin daha da kolay olduğunu dünya âlem duydu. Karşı medyanın, İslâmın izzetiyle istihza eden haber ve resimleri son zamanlarda o kadar çoğaldı ki…

Ilımlı İslâmla, Türkiye Müslümanlığıyla, Liberal demokrasi ve nihayet muhafazakâr görünen hükümete payanda bazı dinî cemaatlerin söylemleriyle; en radikal, muttakî ve tarafgir kapıların bile maalesef açıldığını hem işitiyoruz, hem de yer yer müşahede ediyoruz. Bu çerçevede dünya sevgisi, ahiret düşünce ve kaygusunu çoktan aştı. Konuşmaların, muhabbetlerin; seminer, konferans ve TV programlarının yüzde doksan beşi artık dünyayı gösteriyor.

Bizi zillete sürükleyen hâl-i pür melâlimizin bir sebebi de yirmi otuz sene önce güvendiğimiz geleneğin batıdan esen sam yeliyle kaybolması oldu. Geleneğin kırmızı çizgileri silindiği gibi, deccaliyet; töreyi cinayeti çağrıştıracak şekilde propaganda ediyor. Gördüğümüz gibi eski hal artık muhal… Yeni hale gelince… Kur’ân zeminine dönmekten ve sünnetin çerçevesinde yeni hayatlar dokumaktan başka çare görünmüyor. Bu asrın vebayı aşan imansızlık ve ahlâksızlık belâlarına, yuvaları ailelerle uçuran fırtınalarına ve her şeyi kendi hesabına, cereyanına mahkûm etmeye çalışan global fitnelerine karşı ancak Kur’ânî hayat dayanabilir. Kur’ân’ın zamanımızdaki hakikî tefsiri için: “Risâle-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kaleyi tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslâha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedarik ve teraküm (birikerek, oluşarak) edilen müfsit âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumî ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun, bâhusus avâm-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeâirler kırılmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi Kur’ân’ın i’câzıyla o geniş yaralarını, Kur’ân’ın ve imanın ilâçlarıyla tedâvi etmeye çalışıyor” (Kastamonu Lâhikası, s. 28) diyen Üstadımıza kulak verdiğimizde, ümitlerimizin boy atacağını göreceğiz.

Doğrusu, Kur’ân ve sünneti evlerimize “boy aynası” yapmaktan başka çıkış yolu yok gibi. Her gün o­nların karşısında giyineceğiz. Yapacağımız günlük konuşmaların provalarını da o­nlardan tasdik alarak yapacağız… o­nlar bizi hayatın merkezine uğurlayacaklar. o­nlar bizi kem nazarlardan, takib eden dinsizliğin ajanlarından koruyacaklar… o­nları deşifre edecekler. Mümkün müdür? Tarih vâkî olduğunu gösteriyor. Önümüzde, bütün detaylarıyla yolumuzu ışıtacak Asr-ı Saadet duruyor. Asrımız da o asrın yansıması olduğuna göre… Önemli olan, teşhisi doğru koymak… Uygun metod ve tarzlarla çalışmak. İp ucu mu? “Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrın belâ ve vebasından ve zulüm ve zulmetinden en mücerreb bir kurtarıcı, Risâle-i Nur’un mizanları ve muvazeneleriyle, neşrettiği nur olduğuna kırk bin şahit vardır.” (Kastamonu Lâhikası, s. 78)

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*