Kur’ân’dan gelen Risale-i Nur sadeleştirilemez

alt

Büyük bir kısmı Türkçe, bir kısmı Arapça ve az bir kısmı da Farsça olarak Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri tarafından telif edilen Risale-i Nur, doğrudan doğruya Kur’ân’ın malıdır. Kur’ân’dan asrımıza süzülmüş kudsî hakikatlerdir. “Kur’ân-ı Kerim’in cihanşümul bahçesinden derilen bir gül demetidir.”1 Ve “Rahmeten Lil âlemin olan Efendimizin (asm) günümüze akseden bir cilvesidir.”

“Risale-i Nur, tarîkat değil hakikattır. Âyât- Kur’âniyeden tereşşuh eden bir nurdur. Ne şarkın ulûmundan ve ne de garbın fünunundan alınmış değil. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın bu zamana mahsus bir i’caz-ı mânevîsidir.”3 Hem,”Kur’ân’dan gelen o Sözler ve o Nurlar, yalnız aklî mesail-i ilmiye değil; belki kalbî, ruhî, hâlî mesail-i imaniyedir ve pek yüksek ve kıymettar maarif-i İlâhiye hükmündedirler.”4 diyen Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “Kur’ân Risale-i Nur’un Türkçe olmasını tahsin eder. Risale-i Nur’u efradı içinde hususi bir iltifata dâhil edip, lisan-ı Kur’ân olan Arabî olmayarak, Türkçe olmasını takdir ediyor.”5 ifadeleriyle de Risale-i Nur’un kudsiyetini ve önemini ve kaynağını belirterek, Risale-i Nur’un semere-i vahiy, yani Kur’ân’ın manevi bir mu’cizesi olduğunu ortaya koymaktadır.

Zaman zaman gündeme gelen Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi meselesi maalesef yine gündeme geldi ve bazı risaleler maalesef sadeleştirildi. Bütün bunların Risale-i Nur’u anlamama bahanesi olarak sunulması da üzücüdür. Ne kadar iyi niyet olursa olsun, böyle bir teşebbüs bizce Risale-i Nur’u tahriftir. Ve şer hesabına geçer. Risale-i Nur’a perde olur, ruh-u aslîyi rencide eder, bozar. Bu hususta gazetemiz Yeni Asya yoluyla verilen cevaplar ve seviyeli yazılar bizce tatmin edicidir ve almak isteyene en güzel mesajlardır. Ayrıca hem Risale-i Nur Enstitüsünün, hem de Köprü Dergisinin (Bahar 2008) yazıları da birer belge hüviyetindedir.

“Kur’ân’ın bir nevi tefsiri olan Sözler’deki hüner ve zarafet ve meziyet kimsenin değil; belki muntazam, güzel hakaik-ı Kur’âniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslûp libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez. Belki onların vücududur ki, öyle ister; ve bir dest-i gaybidir ki, o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise, içinde bir tercüman, bir hizmetkârız.”6 diyen Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “Malum olsun ki, bana deniliyor: İnsanlar diyorlarmış ki; onun eserlerinin çok yerlerini anlayamıyoruz. Böyle kalırsa, bu eserlerin zayi olmasından korkulur. Ben de derim: Her şeyin anahtarı elinde olan Cenab-ı Hakkın izniyle inşaallah zayi olmayacaklardır. Ve bir zaman gelecek dindar mütefekkirler onları anlayacaklardır. Çünkü bu risalelerdeki ekser meseleleri nefsime tecrübe ettim. Furkan-ı Hâkim’in bana ita etmiş olduğu ilaçlardır. Bununla beraber mümkündür ki, sair insanlar, benim bitamamiha anladığım gibi anlamasınlar. Hem de ben sünuhat-ı kalbiyemde, izahat için tasarruf yapmıyorum ki, tahririnden gelen acz ve tağyirinden gelen havf dolayısıyla… Ancak kalbime doğduğu gibi yazıyorum.”7 sözleriyle Risale-i Nur’un sadeleşmesine izin olmadığını açıkça belirtmiştir.

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ve Risale-i Nur’un meslek ve meşrebine harfiyen uyan ve takipçisi olan nur talebeleri bu kudsi mirasa çok büyük ihtimam göstermişlerdir. Bu noktada merhum Zübeyir Gündüzalp ağabey şunları söylemiştir: “Üstadımızın harikulade üslub ve belağatını ve hakikatleri ifade sadedinde istimal ettiği lügatları aynen muhafaza etmekle hepimiz mükellef bulunmaktayız.8”

Bu itibarla, bilhassa bu konuda başta Üstad Bediüzzaman Hazretleri ve talebelerinin beyanları ile birlikte uzman ve bilirkişi hüviyetine sahip değerli ilim adamlarının görüşleri bizce herkesi bağlamalıdır. Bu hususta derlediğimiz kıymetli görüş, düşünce ve tesbitleri paylaşmak istiyorum. Meselâ, Üstad Bediüzzaman’ın talebelerinden muhterem Abdulkadir Badıllı ağabeyin bu konudaki görüşü şudur: “Kur’ânî olan o mübarek ifadeler ve melaike misal canlı, hakikatli, her tarafı şuurlu ve çok ince ve nazdar, mâniîdar lafızları kaybolduğu gibi; sadeleştirerek onun yerine ikame ettirilmek istenen şeyler ise, derisi soyulmuş meyveler misali nurlu mânâlarından mücerred, donuk, bozuk, nursuz, ruhsuz adi boncuklar nevinden şeyler elde kalır.”9

Eğitimci ve araştırmacı yazar Mehmet Ali Kaya ise şu görüşleri paylaşmaktadır: “Kur’ân’ın dili din dilidir. Her ilmin bir dili vardır. O dil bilinmese o ilmin ifade ettiği yüksek mânâlar anlaşılmaz. Matematiğin, hukukun, tıbbın, biyolojinin, astronominin, sosyolojinin, felsefenin velhasıl her ilmin kendine has bir dili vardır. İlim adamlarının kitaplarının zor anlaşılması bundandır. İnsanların genellikle zorlanmadan anladığı dil, hikâye ve masal dilidir. İlim ise hikâye ve masal değildir ki, herkes zorlanmadan anlasın. Bir şeyi gerçekten öğrenmek isteyen onu öğrenmek için çaba göstermelidir. Risale-i Nur Kur’ân dilini muhafaza ettiğinden, sadeleştirilmesiyle bu kudsi dil kaybolur. Şunu iyice bilinmesi gerekir ki, Üstad Bediüzzaman Hazretleri hayattayken bu nevi sadeleştirme teşebbüslerine müsaade etmemiştir.”10

Risale-i Nur’un dil özellikleri hakkında kitap yazan muhterem Prof. Dr. Servet Armağan Bey bu konuda şunları söylemektedir: “Asla ve kat’â Risale-i Nur’un dili değiştirilmemelidir. Risale-i Nur’un şerhi yapılabilir. Bunu Üstadın kendisi de belirtmektedir. Ama Risale-i Nur’un metni, esas orijinal dili değiştirilmemelidir. Risale-i Nur kati surette İslâmî kültürü, Kur’ân’ın mânâ ve muhtevasını, İslâmî hakikatleri ortaya koyan kolayca cerh edilmesi kabil olmayan bir metin halindedir. Sakın sakın Risale-i Nur’un dili değiştirilmesin, tersine orijinal metin halinde muhafaza edilmelidir.” “Üstad Bediüzzaman hayatta iken sadeleştirme girişimlerine müsaade etmemiştir. Metin içinde geçen Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçe karşılıklarının verilmiş olması ve ayrıca temsili hikâyeciklerle en zor meselelerin dahi anlaşılır kılınmış olması okuyucuya istifade noktasından büyük imkânlar sunmaktadır. Bugün yüz binlerce insanın risaleleri okuyarak ondan istifade ediyor olması, ‘Risale-i Nurun dili anlaşılmıyor, sadeleştirilmeli’ iddiasını fiilen çürütmektedir.”11

Değerli Yazar Yusuf Kaplan’ın görüşleri ise şu meyanda: “Medeniyet dilinin kurulabilmesi için kesinlikle Bediüzzaman birincil kaynak. Bediüzzamanın eserlerinde, dilinde müthiş bir şiirsellik var. Bediüzzaman hem düşünce dilinin muhkemliği açısından, hem de grematik zenginliği açısından çok önemli bir kaynak.” “Bediüzzaman’ın iman hakikatleri tasavvurunun, bize biri dil’den, ikincisi de üstdil’den oluşan iki dile dayalı dört çağın kazısını yaparak aslında yaşadığımız medeniyet buhranının nasıl anlamlandırılıp aşılabileceğine ilişkin hâlâ fark edilmeyen bir usul, bir üstdil sunmuştur. Bu üstdil projesi sadece Bediüzzaman’da görülmektedir. Anahtar Bediüzzaman’dadır.”12

Edebiyatçı-romancı ve eğitimci yazar İslâm Yaşar Bey ise şu görüşleri sunmaktadır: “Said Nursî, muhteva itibarıyla bütün insanlığa hitab eden Risale-i Nurları, Türkçenin asırlarca konuşularak zenginleşip olgunlaşmış en sağlam şekliyle yazdığı için o lisana da nurlarla birlikte asırlarca yaşayarak dünya dillerinin arasına girme şansı kazandırdı. Bununla da kalmadı, Birinci Şua adlı eserinde, İbrahim Sûresinin 4. âyetinden aldığı işaretle Kur’ân-ı Kerim’in, Risale-i Nurun Türkçe olmasını tahsin ettiğini anlatarak Türkçeye bir nevi kudsiyet kazandırdığını ima etmiştir.”13

Tarihçi- araştırmacı yazar M. Latif Salihoğlu ise özetle şu görüşte: “Risale-i Nur’un lisanı, lafızdan ziyade manaya bakar, mânâya ehemmiyet verir. Bu itibarla da, Risale-i Nur’un lisanı yeterince arıdır, durudur, sadedir, berraktır, sarihtir, fasihtir. Nurun lisanı, şerh, tanzim ve izah ruhsatının ötesinde zerrece dokunulmayacak kadar açık ve anlaşılır bir sadelik arz etmektedir.”14

Edip, şair ve düşünce adamı Sezai Karakoç da şu tesbitleri yapmıştır: “Risale-i Nur’un son derece etkili bir sesi ve üslubu vardır. Bir bakıma, Risale-i Nur, tek başına bir İslam kültürü külliyatıdır. Onun, Anadolu’da okumamış insandan aydın insana kadar büyük bir kütleyi yeniden İslâm kültürü ve inancıyla eğittiğini, adeta Anadolu’da yeni bir kültür akımı doğurduğunu ve bir kültür savaşına girdiğini görmemek mümkün değildir.”15

Mütefekkir Cemil Meriç ise şu görüş ve tesbitlerde bulunmuştur: “Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerini ancak Said Nursî kabiliyetinde ve İslâmî kelime hazinesini onun kadar iyi bilen birisi nihayet tevil ve tefsire kalkışabilir. Bunu da ne kadar yapabileceği, yaptıktan sonra belli olur. Risale-i Nur’un kelimeleri üzerinde oynamak kimsenin hakkı da değildir, haddi de değildir.”16

Prof. Dr. Şerif Mardin ise: “19. Yüz yılın elektrik ve termodinamiği ile ilgili konuşma tarzı, yani kavramlaştırma tarzı, Risale-i Nur’un diline girmiştir. Said Nursî, dinamizm ifade eden bir dil kullanmıştır.”17 tesbitini yapmıştır.

Yazar Abdulhalim Taşpınar’ın görüşü de şu şekilde: “Ben Resul-i Ekrem’in (asm) dersiyle ve Kur’ân-ı Hâkimin talimiyle anladım ki, diyen Bediüzzaman mânen dersinden ve taliminden geçtiği kaynakları açıkça belirtmektedir. Demek ki Risale-i Nur Kur’ânî ve nebevî terminolojiyi kullanmıştır. Risale-i Nur dilinin omurgasını Kur’âna ve sünnete ait kelime, kavram ve terimler oluşturmaktadır. Dolayısıyla sadeleştirme anlamında metnin aslına yapılacak bir müdahale onu bozar. Onu o olmaktan çıkarır. Başka bir şey yapar. O şeye artık Risale-i Nur demek mümkün olmaz. O derinlik, o halâvet, o tesir, o ruh kaçar, kaybolur. Geriye kuru, yavan, ruhsuz, zevksiz kelimeler yığını kalır.”18

Eğitimci Yazar Ali Sarıkaya’nın görüşleri de şöyle: “Bir sözün etkisi sadece anlaşılması ile sınırlı değildir. Bir sözün güzelliği, etkili olması dört kaynağa dayanmaktadır: Kim söylemiş? Kime söylemiş? Hangi maksat için söylemiş? Hangi makamda söylemiş? Risale-i Nur’un gönüller üzerindeki etkisi dikkate alındığında bu özelliklerin göz ardı edilmemesi gerekir. Sadeleştirme adı altında yapılacak olan ancak ciddi değişiklik olur ki, bunun adı sadeleştirme değil, fikir hırsızlığı yaparak bir yeni telif ortaya koymaya çalışmak olur. Fikir haysiyeti taşıyanlar bunu yapamazlar.”19
Bütün bu görüş ve düşünceler ışığında Risale-i Nur’u tahrif etmek ve devreden çıkarmak manasına gelen sadeleştirme girişimlerinin son derece büyük vebal getireceği kesindir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Gençlik Rehberi’ni sadeleştirerek neşretmek arzusunda olan bir talebesine, buna razı olmadığını şu cümleyle ifade eder: “Ancak o zaman benim imzamı değil, kendi imzanı atarsın.” Bir başka talebesi, Muhakemat adlı eser anlaşılmaz zannıyla sadeleştirip Üstad Bediüzzaman hazretlerine gönderir. Muhakematın bu yeni halini gören Üstad Hazretleri hemen neşrini durdurur. “Yine o dönemde, Necip Fazıl Kısakürek Risale-i Nur’dan bazı metinleri sadeleştirerek Büyük Doğu mecmuasında neşretmeye başlar. Bunu üzerine Üstad Bediüzzaman hazretleri, talebelerini harekete geçirerek neşriyatı durdurur. Meselenin ehemmiyeti ve hassasiyetine dair Zübeyir Gündüzalp, Necip Fazıl’a 33 sayfalık bir mektup yazmıştır.”20

Bu durumda, Kur’ân’dan gelen ve Kur’ân’ın i’cazı olan Risale-i Nur’un, değil sadeleştirmesi, bir harfi bile yerinden oynatılamaz. Çünkü “Risale-i Nur, Furkan-ı Hâkim’in Cennetlerinden koparılmış bir takım gül ve çiçekleridir. Fakat ibaresindeki işkâl ve icazdan tevahhuş edip, mütalaasından vazgeçme. Mütalaasına tekrar ile devam edilirse, me’luf ve me’nus (alışılmış)bir şekil alır.”21 diyen Üstad Bediüzzaman Hazretlerinden başka kimse Risale-i Nur’da kalem oynatamaz, tasarruf edemez. Bu yetki sadece onundur, ona verilmiştir.

Dipnotlar:
1-Tarihçe-i Hayat 38,
2-age.814,
3-Kastamonu Lahikası 287,
4-Mektubat 595,
5-Şualar 1110,
6-Mektubat 651,
7-Köprü Dergisi Bahar 2008,
8-Yeni Asya Gazetesi 3 Şubat 2012,
9-Risale-i Nur’un Dil Özellikleri- Prof. S. Armağan,
10-age.95-106,
11-age.92,
12-age.106,
13- Köprü Dergisi Bahar 2008,
14-agd.
15-agd.
16-agd.
17-agd.
18-agd.
19- Yeni Asya Gazetesi 4-5 Şubat 2012,
20- Köprü Dergisi Bahar 2008,
21-Mesnevi-i Nuriye 121

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*