Kur’ân’ı siyasete âlet etmek

Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı mitingi için gitmiş olduğu Mardin ilimizde Kur’ân-ı Kerîm’in Kürtçe tercümesini eline alarak meydanlara çıkması dinin siyasete âlet edilmemesi noktasında hassas olan birçok insanımızı rahatsız etti, kaygılandırdı.

Vatandaşlar ve bazı siyasî partilerden birçok tepkiler yükseldi. Bir vakıf ve bir STK tarafından Kur’ân-ı Kerîm’in Kürtçe tercümesinin yapılması elbette güzel bir şey ve bir hizmettir. Ancak “Siyasetimizin bekası için her şey mubahtır” anlayışıyla hareket eden siyasîlerin, “Kur’ân-ı Kerîm”i bile âlet etmesi tehlikelidir, en başta dine zarar verir. Bu husus Risale-i Nur’da şu şekilde ifade ediliyor:

“Meselâ, iki adam dövüşürler. Biri, zayıf düşeceğini hissederken, elindeki Kur’ân’ı kavîye uzatmakla himayesini dâvet edip, kavî bir ele vermek lâzımdır. Ta beraber çamura düşmesin, Kur’ân’a muhabbetini, hürmetini göstersin; Kurân’ı, Kur’ân olduğu için sevsin. Eğer kavinin karşısına siper etse, himayet damarını tahrik etmeye bedel, hiddetini celb eder. Kur’ân’ı kavi bir hadimden mahrum bırakmakla, zayıf bir elde beraber yere düşerse, o Kur’ân’ı kendi nefsi için sever demektir.” (Sünûhat, Rü’yada Bir Hitabe)

Bu misalden anlaşıldığı üzere siyaset arenasında dövüşenler, Kur’ân’ı siper etmemeli, herkesin muhtaç olduğu ve inandığı Kur’ân’ı, kendi taraftarlarına has göstermemeli, kendi siyasetine muhalif insanların da inandığı Kur’ân-ı Kerîm’e karşı o insanların hiddetini celp ettirmemelidir. Kur’ân’ı kendi nefsi için sevmek gibi kötü bir duruma düşmemeli, Kur’ân’a muhabbetini, hürmetini göstermek istiyor ve Kur’ân’ı, Kur’ân olduğu için seviyorsa, siyasî mücadelenin çirkinliklerinden, tarafgirliklerinden uzak tutmalı. O siyasî mücadele içerisinde siyaset çamuruna Kur’ân’ın düşmesini istemiyorsa, siyasî dövüş meydanlarındaki kavgasına Kur’ân’ı âlet etmemeli.

“Dinin dâhilde menfî tarzda istimal edilmemesi”, “Dinin menfî siyasetçilerin fetvalarında kullanılmaması”, “Umumun mâl-ı mukaddesi olan dinin, inhisar zihniyetiyle kendi meslektaşlarına daha ziyade has göstermekle, kavî bir ekseriyette dine aleyhtarlık meyli uyandırmakla nazardan düşürülmemesi” gibi çok önemli hayatî düsturlar Risale-i Nur’da ifade ediliyor. “Ancak din lehinde bazı hizmetler yapılıyorsa dinin siyasete âlet edilmesi uygun görülebilir mi?” diyerek gelebilecek soruya Bediüzzaman şu şekilde cevap vererek böyle bir duruma açık kapı bırakmıyor: “Dediler: ‘Dinsizliği görmüyor musun, meydan alıyor. Din namına meydana çıkmak lâzım.’

“Dedim: ‘Evet, lâzımdır. Fakat kat’î bir şartla ki, muharrik, aşk-ı İslâmiyet ve hâmiyet-i diniye olmalı. Eğer muharrik veya müreccih, siyasetçilik veya tarafgirlik ise, tehlikedir. Birincisi hata da etse, belki ma’fuvdur. İkincisi isabet de etse, mesuldür.” (Sünûhat, Rü’yada Bir Hitabe) Yani İslâmiyet’e hizmet için muharrik veya müreccih siyasetçilik veya tarafgirlik ise her zaman tehlikelidir, isabet de etse dini siyasete âlet etmesi tehlikesi olduğu için mesuliyetten kurtulamaz.

Risale-i Nur’un da dini siyasete âlet edenlerin değil, dini din için sevenlerin eline geçmesi ise şu şekilde ifade ediliyor: “Hakikaten Amerika’da, siyasete âlet değil, belki dini, din için mutaassıbane iltizam edenler çok vardı. İnşaallah Asa-yı Musa’yı alan, o dindarlardandır.” (Emirdağ Lâhikası)

Hâsılı: Kur’ân-ı Kerîm ve onun hakiki bir tefsiri Risale-i Nur siyaset meydanlarının bir argümanı olmaktan—hâşâ—çok uzak ve çok yücedir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*