EURONUR ÖZEL

Küresel Isınma ve Sığırlar

Özel Makale / Küresel ısınma

Küresel Isınma ve Sığırları Suçlamak

Asrımızın mühim bir imtihanı olan küresel ısınma bahsinde, dikkatler sıkça sığırlara çevrilmekte, bu masum mahlûkat gezegenimizin artan hararetinin baş müsebbibi gibi gösterilmektedir. Özellikle geğirme ve dışkılama yoluyla saldıkları metan gazı, bu ithamların temelini teşkil ediyor.

Acaba sığırlar, bu iklim buhranının hakiki suçluları mıdır? Yoksa bu karmaşık denklemde gözden kaçırdığımız, hikmet nazarıyla bakılmadığında fark edilemeyen önemli hakikatler mi vardır?

Sığırların küresel ısınmaya tesirleri tartışılırken, en çok metan (CH4) gazı salımı üzerinde durulur. Fakat sığırların fıtrî sindirim süreçleriyle ürettiği bu “biyojenik metan” ile arzın derinliklerinden çıkarılan fosil yakıt menşeli metanın atmosferdeki sonuçları ve tesirleri arasında önemli farklar mevcuttur.

Cenab-ı Hakk’ın birer sanat eseri olan sığırlar, O’nun Rezzak ismiyle kendilerine rızık olarak sunulan bitkilerdeki karbonu, sindirim fiilleriyle metana çevirirler. Bu bitkiler ise, fotosentez ile atmosferden karbondioksiti (CO2) emerek hayat bulur.

Meraların Karbon Tutma Potansiyeli

Yani, sığırların saldığı metandaki karbon, zaten atmosferdeki ilahi bir devridaimin, bir dengenin parçasıdır.

Nitekim Agriculture Victoria (Avustralya) analizlerine göre; tarım sebebiyle oluşan (biyojenik) metan, zaten dengeli bir karbon döngüsünün cüzü olan CO2’den meydana gelirken; fosil yakıt menşeli metan ise bu fıtrî döngüye haricî ve yeni karbon ilave eder. (Agriculture Victoria, “Understanding methane from livestock”, 2023).

Bu biyojenik metan, atmosferde takriben 12 sene gibi nispeten kısa bir müddet sonra tekrar CO2’ye dönüşür. Bu CO2 ise, Rabbimizin bir kanunuyla, bitkiler tarafından yeniden fotosentezde kullanılabilir.

Neşredilen bir makalede belirtildiği üzere, biyojenik metanın dört mühim hususiyeti vardır: atmosferde yaklaşık 12 yıl kalması, atmosferik karbondan (mesela CO2) türemesi, biyojenik karbon döngüsünün bir parçası olması ve nihayetinde atmosfere CO2 olarak geri dönerek geri dönüştürülmüş karbon olmasıdır. (CattleBreeders.org.uk, “Digest Paper – Why methane from cattle warms the climate differently than CO2 from fossil fuels”).

Dolayısıyla, hayvan sayısı fıtrî hudutlarda kaldığı ve meralar, yani Cenab-ı Hakk’ın bu hayvanlar için tayin ettiği hayat alanları muhafaza edildiği müddetçe, biyojenik metan döngüsü atmosfere net yeni karbon ilave etmez; mevcut karbonu ilahi bir hikmetle devridaim ettirir.

Buna mukabil, kömür, petrol, doğalgaz gibi fosil yakıtların arzın katmanlarından çıkarılıp yakılmasıyla atmosfere salınan metan ve CO2, milyonlarca senedir yer altında mahfuz tutulan karbonu atmosfere taşır.

Sektörel Emisyon Karşılaştırması

İşte bu, atmosferdeki sera gazı birikimini net olarak artıran ve uzun vadeli ısınmaya sebep olan, fıtrata müdahalenin bir neticesidir. Dolayısıyla, sığırların metanını, fosil yakıtların iklim üzerindeki kalıcı ve birikimli tesiriyle bir tutmak, hakikate ve adalete uygun değildir.

Aslında her bir mahlûk vazifesini ifa ederken, asıl problem insanın bu sebepleri yanlış kullanmasında ve kâinattaki denge ve düzeni bozmasındadır.

Sığırların otladığı meraların, Sani-i Hakim’in birer rahmet tecellisi olarak, doğru bir idareyle mühim bir karbon yutağı potansiyeli taşıdığı ilmi çalışmalarla da teyit edilmektedir.

İyi idare edilen otlaklarda bitkilerin kökleri gelişir, toprağın organik madde miktarı artar ve bu sayede atmosferden CO2 çekilerek toprakta depolanır.

Mesela, Schuman ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışma, otlatılan alanlarda otlatılmayanlara kıyasla toprakta daha fazla karbon depolandığını göstermiştir. (Schuman, G. E., Janzen, H. H., & Herrick, J. E. (2002).

Bu konudaki araştırmalarda yer alan bir meta-analiz, iyileştirilmiş otlatma yönetimi uygulamalarının (mesela otlatma yoğunluğunun ayarlanması) hektar başına senede ortalama 1.76 ton CO2 eşdeğeri karbon tutulumu sağlayabileceğini belirtmektedir. (WUR eDepot, “Soil carbon sequestration in grazing systems: managing expectations”, 2020).

Fıtrata Dönüş Çabaları

Rejeneratif (onarıcı) tarım ve hayvancılık uygulamaları ki, bunlar bir nevi fıtrata dönüş çabalarıdır, bu potansiyeli en üst seviyeye çıkarmayı hedefler.

Metsims tarafından açıklanan rejeneratif tarım prensipleri, toprağa karbon depolayarak atmosferdeki CO2’yi azaltmayı ve toprağın sıhhatini iyileştirmeyi gaye edinir. (Metsims, “Rejeneratif Tarım Nedir?”, 2025).

Yine başka bir araştırma sonucu yayınlanan makale, iyi otlatma yönetiminin bitki ve toprakta karbon tutulumunu artırdığını vurgular. (Chelsea Green Publishing, “Good Grazing Makes for Healthy Pastures, People, and Planet”).

Türkiye’de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yürütülen Toprak Organik Karbonu Projesi’nin neticelerine göre; Türkiye’deki meralar, ormanlardan sonra en fazla karbon depolayan ikinci arazi tipidir.

Meralar, 30 cm derinlikteki toplam toprak karbon stokunun yaklaşık %33.39’unu barındırmaktadır. (T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, “Toprak Organik Karbonu Projesi”, 2018).

Bu, meraların ve dolayısıyla otlayan hayvanların, Cenab-ı Hakk’ın kurduğu ekolojik dengede ne denli önemli bir vazife gördüğünü gösterir. Böylece, sığır yetiştiriciliği yaratılışa uygun yapıldığında bir mesuliyet olmaktan ziyade, çözümün bir parçası, bir rahmet vesilesi haline gelebilir.

Sığırların ve umumiyetle hayvancılığın küresel sera gazı emisyonlarındaki hissesi sıkça gündeme getirilse de, bu rakamları diğer sektörlerle mukayese etmek, adaletli bir muhakeme için elzemdir.

D-Carbonize adlı platformda yer alan verilere göre, küresel sera gazı emisyonlarının en büyük müsebbibi enerji sektörüdür (yaklaşık %73). Bunu sanayi (yaklaşık %21) ve ulaşım (yaklaşık %16) sektörleri takip etmektedir. Tarımın toplam hissesi ise yaklaşık %14 civarındadır. (D-Carbonize, “What are the GHG emissions by sector?”, 2025).

Bu, Risale-i Nur’da sıklıkla tenkit edilen, insanın haddini aşan israfı ve sun’i ihtiyaçlarla enerjiye olan bağımlılığının bir göstergesidir.

“İklim Değişikliğinin Asıl Sorumlusu Hayvancılık Sektörü Mü?” başlıklı bir makalede, 2021 yılı itibarıyla dünyada toplam sera gazı salınımı içerisinde hayvancılığın payının %8.2 olduğu; Türkiye’de ise bu değerin %7.2 ile dünya ortalamasının altında kaldığı belirtilmektedir. (DergiPark, “İklim Değişikliğinin Asıl Sorumlusu Hayvancılık Sektörü Mü?”, 2024).

Yine “Çiftlik Hayvanları ve Küresel İklim Değişikliği Arasındaki Etkileşim” adlı bir başka çalışma, antropojenik (insan kaynaklı) sera gazlarının kaynaklarını yaklaşık %49 enerji kullanımı, %24 sanayi, %14 ormansızlaşma ve %13 tarım faaliyetleri olarak sıralamaktadır. (DergiPark, “Çiftlik Hayvanları ve Küresel İklim Değişikliği Arasındaki Etkileşim”, 2018).

Bu rakamlar, sığırları küresel ısınmanın tek veya birincil suçlusu ilan etmenin, hakkaniyetten uzak bir yaklaşım olacağını göstermektedir. Fosil yakıt bağımlılığının azaltılması, enerji israfının önlenmesi ve sanayi süreçlerinin fıtrata daha uyumlu hale getirilmesi gibi adımlar, iklim değişikliğiyle mücadelede çok daha büyük bir tesire sahip olacaktır.

Sığırların çevreye tesirleri müzakere edilirken, bütün yetiştirme sistemlerini aynı kefeye koymamak gerekir. Büyük ölçekli endüstriyel hayvancılık tesisleri, hayvanları birer “makine” gibi gören, yoğun ve genellikle fıtrata aykırı yem üretimi (ekseriya biyolojik çeşitliliğin azalması ve belirli bir mahsule musallat olmuş dirençli haşere ve bitki patojenlerinin artmasına sebep olan monokültür tarıma dayalı, fosil yakıt girdisi yüksek), atık yönetimi zorlukları ve arazi tahribatı gibi sebeplerle daha yüksek çevre ayak izine sahip olabilir. Bu durum, hayvanların fıtrî vazifelerini ifa etmelerine mani olmakta, onlara bir nevi zulüm teşkil etmektedir.

Ancak, aile çiftlikleri, mera bazlı ve rejeneratif hayvancılık gibi sürdürülebilir modeller, hayvan refahını gözeten, tabii kaynakları muhafaza eden ve hatta ekosistemlere fayda sağlayan, yaratılışa daha yakın uygulamalardır.

Nitekim bir çalışmada, geleneksel hayvancılık pratiklerinin tabii kaynaklar üzerinde baskı oluşturduğu, ancak sürdürülebilir hayvancılıkta entegre ve rejeneratif otlatma gibi yenilikçi yaklaşımların toprağı ıslah edip karbon tutabileceği vurgulanmıştır. (AgriNext Conference, “Livestock farming and its role in sustainable agriculture”, 2025).

Yine bir araştırma, tarım kaynaklı sera gazı salınımının; endüstriyel hayvancılık temelinde ele alındığında geleneksel karma üretim sistemlerine göre 2 kat, mera bazlı üretim yapan sistemlere göre ise 6 kat daha fazla olduğunu tespit etmiştir. (DergiPark, “Çiftlik Hayvanları ve Küresel İklim Değişikliği Arasındaki Etkileşim”, 2018).

Bu sebeple tenkitlerin topyekûn sığırlara değil, fıtrata aykırı ve sürdürülebilir olmayan endüstriyel üretim biçimlerine yöneltilmesi daha isabetli bir yaklaşım olacaktır.

Elbette, bazı kaynaklar, rejeneratif otlatmanın daha fazla arazi gerektirebileceği ve toprakta karbon tutulumunun kalıcı olmayabileceği gibi potansiyel zorluklara da dikkat çekmektedir. (Drawdown.org, “Regenerative grazing is overhyped as a climate solution. We should do it anyway.”).

Bu durum, her çözümün kendi şartları içinde ve hikmet nazarıyla değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir.

Veri ve Araştırma Yöntemlerine Eleştirel Bakış

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) hayvancılık kaynaklı emisyonlara dair raporları sıkça referans gösterilmektedir.

Ancak, bu raporların metodolojisi ve vardığı neticeler zaman zaman ilim camiasında münakaşalara yol açmıştır.

Green Queen ve Climate Home News gibi yayınlarda yer alan haberlere göre, bazı uzmanlar ve hatta FAO’nun kendi uzmanları, kurumun hayvancılığın iklim tesirini olduğundan düşük gösterdiğini, araştırmaları “tahrif ettiğini” ve özellikle beslenme alışkanlıklarının değiştirilmesinin emisyon azaltım potansiyelini küçümsediğini iddia etmişlerdir.

Bu tenkitler, FAO’nun sanayi lobilerinin tesirinde kalmış olabileceği yönünde endişeleri de beraberinde getirmiştir. (Green Queen, “FAO ‘Distorted’ Research to Underestimate Livestock Emissions in COP28 Study”, 2024; Climate Home News, “FAO draft report backs growth of livestock industry despite emissions”, 2024).

Bu durum, meselenin tek bir kaynaktan alınan mutlak doğrularla değil, farklı perspektifler, tefekkür ve tahkik ile değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.

Ekolojik Denge ve İlahi Hikmet

Binlerce senedir sığırlar, Cenab-ı Hakk’ın yeryüzü sergisinde çayır ve mera ekosistemlerinin ayrılmaz bir cüzü, birer vazifeli memuru olmuşlardır.

Onlar sadece birer et ve süt kaynağı değil, aynı zamanda “lisan-ı halleriyle Hâlıklarını tesbih eden” birer sanat eseridirler.

Bir araştırmada belirtildiği gibi, doğru idare edilen otlatma pratikleri mera sıhhatini iyileştirir; hayvanlar otları seçerek yer, yabani otları ve ölü bitkileri toprağa gömer, bu da organik madde ilave eder ve toprağın biyolojik aktivitesini artırır. Ayrıca, bu tür otlatma biyoçeşitliliği artırır ve yaban hayatı için habitat sağlar. (Chelsea Green Publishing, “Good Grazing Makes for Healthy Pastures, People, and Planet”).

Dışkıları, toprağa besin maddeleri kazandırır ve birçok böcek türü için yaşam alanı oluşturur. Bu böcekler de kuşlara ve diğer mahlûkata rızık olur; böylece ilahi bir rahmet zinciri devam eder. İyi idare edildiklerinde, sığırlar sadece birer nimet olmakla kalmaz, aynı zamanda sağlıklı ekosistemlerin devamlılığına, yani kâinattaki ilahi dengenin muhafazasına katkıda bulunurlar.

Sonuç ve Çözüm Önerileri

Sonuç olarak elbette, hayvancılık sektörünün de çevresel tesirlerini azaltmak için atılması gereken adımlar vardır. Yem verimliliğinin artırılması, gübre yönetimi tekniklerinin iyileştirilmesi, su israfının önlenmesi ve rejeneratif, yani fıtrata uygun tarım uygulamalarının yaygınlaştırılması bu adımlardan bazılarıdır.

Ancak unutulmamalıdır ki, iklim değişikliğiyle mücadelede asıl odak noktası, insanın haddini aşan ve israfa dayalı fosil yakıt tüketiminin radikal bir şekilde azaltılması, Cenab-ı Hakk’ın bedelsiz bir nimeti olan yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişin hızlandırılması ve bütün sektörlerde sürdürülebilir, yani iktisatlı ve fıtrata saygılı üretim ve tüketim modellerinin benimsenmesidir.

Sığırları “günah keçisi” ilan etmek yerine, tarım ve hayvancılığı da içeren geniş kapsamlı, adil ve fıtrata uygun bir dönüşümle, Rabbimizin bize emanet ettiği gezegenimizin geleceğini güvence altına alabiliriz. Bu da, her bir mahlûkun hukukuna riayet etmeyi ve kâinattaki ilahi düzeni korumayı gerektirir.

Benzer konuda makaleler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu