Küresel zındıka cereyanları ve Bediüzzaman Said Nursi

Başlığımızın bir köşe yazısından ziyade, geniş çaplı bir çalışmayı tedai ettirdiğini, okuyucularımız hatırlatmadan önce biz söyleyelim.

Risale-i Nur külliyatını bir bütün olarak nazarda tutan araştırmacılarımız; Said Nursi’nin bu kelimeyi mana, muhteva, muhatap ve mücahede gibi onlarca farklı üslupta kullandıklarını bilirler. Şahısların ve olayların çok ötesinden; sıfatlamaları, vazifeleri, hedefleri, verdikleri zararları itibarıyla bu kelime çeşitli şekillerde kullanılmıştır. Onun tarihçe-i hayatını bilenler, Kur’an ve insaniyet düşmanları olarak da nitelediğimiz zındıkanın, daha çok İstanbul’a ilk gelişleriyle keşfettiklerine şahit oluyoruz. Fatih Şekerci Han’daki ilmi mübahaseleri, Medresetüzzehra projesi için Saray’a yaptığı müracaatlar, azınlıklardan oluşan doktorlar heyetiyle mücadelesi, Toptaşı macerası ve nihayet Meşrutiyetin ilanıyla ortaya çıkan meşhur “Hürriyete Hitap” nutkuyla; dinsizlik cereyanlarının İstanbul temsilcileri Bediüzzaman’ı tanımış oluyorlardı.

Onun Avrupa’daki küresel cereyanlarca tanınması için, Meşrutiyeti İttihatçılarla birlikte Selanik Hürriyet meydanında anlattığı hitabesinin yeterli olduğunu düşünüyoruz. Zındıkanın güney kanadını (Avrupa’ya göre) teşkil eden sivil ihtilalci ve sefahat merkezli kanadının o günkü temsilci Emmanuel Karasso ile Bediüzzaman arasında geçen diyaloğu merak edenler, yine Üstadın tarihçe-i hayatına bakabilirler. Çok dahi insanları “tatlı ve ikna kabiliyeti yüksek” üslubuyla tarafına çekebilen Karasso’nun Said Nursi karşısındaki mağlubiyeti, onları düşmanlığa sevk edecekti. Nitekim dokuz ay sonra, zındıkanın teşebbüs ettiği ihtilâldeki hedeflerinden birisi de Bediüzzaman’ın infaz veya imhası olduğunu, İzmit’ten İstanbul Bekir Ağa Bölüğüne nezarete getirilen Bediüzzaman ile Selanikliler (dönmeler) arasındaki söz düellosundan anlıyoruz. ”Yirmi beş sene evvel Divan-ı Harb-i Örfî’de kendi idam kararını beklerken, sebepsiz, kalbsiz, rütbeli iki adam, mahpus olduğu koğuşa tahkir için geldikleri zaman gayet acip bir surette söylediği o hale mahsus meşhur bir şetmi üç defa zâlim ve garazkâr ehl-i dünyaya karşı sarf ediyor, “Benden ne istiyorsunuz?” diye bağırarak tekrar ediyor, sonra susuyor. Aynı dakikada zabıta köşkü basmak için (1908’deki halet-i ruhiyenin 1935’teki tekrarı…) yedi-sekiz polis köşkün etrafına girdikleri zamana tevafuk ediyor.” (Sikke-iTasik-i Gaybi, s.27)

Kur’an ve insaniyet-i Kübra davasını üstlenen Bediüzzaman’ın vücudunu ortadan kaldırmayı programlarına alan küresel zındıka komitelerinin Said Nursi’yi hem Bitlis’te başlayan Rus esaretinde, (1916) Kostroma’daki esirler kampında, Savaş sonrası Batıya yaptığı St. Petersburg ve Almanya yolculuğunda (1918) kendilerini mütemadiyen takip ettiklerini gelişen hadiselerden ve bazen görgü şahitlerinden öğreniyoruz. Çok ilginçtir ki; esirler kampında kendisini öldürmek isteyen bu komiteye karşı Rus hükümeti, Osmanlı komutan Said Nursi’ye koruma tahsis edecekti. Esaret dönüşünde, aynı dinsizlik komitelerinin İstanbul’da da hedeflerinden kopmadığını, eserlerinde birkaç defa medar-ı bahsettikleri bir hatırasından anlıyoruz. Dârü’l-Hikmet’te çalışırken, heyetteki arkadaşı merhum Seyyid Saadettin Paşa’nın kendisine aktardığı bir bilgiden bahseder: “Otuz sene evvel Dârü’l-Hikmette âza iken birgün arkadaşımızdan ve Dârü’l-Hikmet âzâsından Seyyid Sâdeddin Paşa dedi ki: “Katî bir vâsıta ile haber aldım; kökü ecnebîde ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi senin bir eserini okumuş, demişler ki, ‘Bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi, yani zındıkayı (dinsizliği) bu millete kabul ettiremeyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız’ diye, senin îdâmına hükmetmişler; kendini muhâfaza et.” Ben de, “Tevekkeltü Alellah, ecel birdir, tegayyür etmez” dedim. İşte bu komite, otuz sene, belki kırk seneden beri hem tevessü’ etti, hem benimle mücâdelede herbir desîseyi istimâl etti. İki defa imhâ için hapse ve on bir defa da beni zehirlemeye çalışmışlar.” (Emirdağ Lahikası,s.440)

Zındıkanın buradaki hücumunun direk Kur’an’a ve Kur’an’daki büyük hakikatleri yazması cihetiyle de Bediüzzaman’a olduğunu, mektubunun devamındaki bilgilerden anlıyoruz.

Küresel zındıka cereyanlarını anlamaya çalışırken, dünyamızın geçirmekte olduğu ictimai ve sosyolojik değişimleri de nazarda tutmamız gerekiyor. Medeniyetin yeni harikaları, küresel ulaşım ve haberleşmede varılan uç noktalar, devlet ve milletlerin bünyelerine sızarak onlara hâkim olmaya çalışan dinsizlik cereyanlarının mahiyetleri gibi, mevzuyu anlamamıza yardımcı olacak noktalara da bakmamız gerekiyor. Belki de hem İslamiyet’in ve hem de insaniyet ve fıtratın can düşmanı olan ahir zaman fitnesinin tesisinde söz konusu cereyanların rolünü de incelememiz lazım… İnşaallah devam edeceğiz…

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. “Hem büyük Deccal’ın, hem İslâm Deccalı’nın üç devre-i istibdadları manasında üç eyyam var. “Bir günü, yani bir devre-i hükûmetinde öyle büyük icraat yapar ki, üçyüz senede yapılmaz. İkinci günü, yani ikinci devresi, bir senede otuz senede yapılmayan işleri yaptırır. Üçüncü günü ve devresi, bir senede yaptığı tebdiller on senede yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi âdileşir, bir şey yapmaz, yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır.” diye, gayet yüksek bir belâgatla ümmetine haber vermiş.” Şualar – 587
    “Yalnız, Güneş’in mağribden çıkması bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden, tövbe kapısı kapanır; daha tövbe ve iman makbul olmaz. Çünki Ebu Bekirler, Ebu Cehiller ile tasdikte beraber olurlar. Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın nüzulü dahi ve kendisi İsa Aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes bilemez. Hattâ Deccal ve Süfyan gibi eşhas-ı müdhişe, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.”
    Şualar – 579

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*