Kürtaj: Annelerin evlatlarına zulmü!

Gecenin sessizliğini, bir kepçenin duvarı parçalamasının duvarda zuhur eden dehşet verici çığlıkları bozdu. Kepçe, odasında uyuyan masum yavruya yönelmişti.

Kepçe operatörünün körlemesine indirip kaldırdığı kepçe, hiçbir şeyden habersiz bir vaziyette ve güven içinde uyuyan yavrunun zarif bedenine denk geldi ve zavallı yavrunun feryadına bile fırsat kalmayacak şekilde bedenini ikiye ayırdı. Son bir hamle ve can havli ile annesine yönelmek istedi. Anne sırtını dönmüştü. Baba diye feryada yeltendi. Baba kulaklarını tıkamıştı. Kepçe acımasızca darbeleri indirmeye devam etti. Biraz sonra enkazın arasında parçalanmış kol ve bacaklar, kopmuş bir kafa ve dehşet verici bir manzara içindeki enkaz, kepçe tarafından toplatılıp çöpe boşaltıldı. Parçalanmış bir ceset hâline gelen zavallı yavru, kepçenin annesi ve babası tarafından tutulduğunu nereden bilebilirdi? Belki sorulsa bu aklına gelebilecek en son ihtimal bile olmazdı.

Bu tanımlama içindeki tablo, herkeste dehşet ve böyle bir tablonun sebebi olan anne ve baba herkeste nefret uyandırır. Çok tanıdık ve pek rastlanan bir durum değil gibidir. Oysa bu tablo şefkatin tam bir âyinesi olduğu için bu ismi alan ana rahminde, bir evdekinden çok daha fazla güven içinde olması beklenen bir yavrunun kürtaj ile maruz kaldığı durumun görünür şekilde tasvirinden başka bir şey değil. Kürtaj aslında bir küretaj, yani ana rahminde güvenli bir sığınak içinde yerleşmiş yavrunun ebatlarına göre kepçeden çok daha dehşet verici bir görünümü olan doktorun küreti ile kazınarak dışarı ve sonra da çöpe atılması fiili. Bunu planlayan ise, garip bir şekilde yavrunun en fazla şefkat beklediği anne, baba ve doktor üçgeni. Keşke sinema kabiliyetim olsaydı bu tablonun dehşetini ve doktor, anne ve baba üçlüsünün bir yavrunun hayatına kastedişini ve bunu kendilerince oluşturdukları haklı gerekçelerle yapışını o masum yavru tarafından görüntüleyen bir film çekmek isterdim.

Birkaç ay önce kliniğimizin karşısındaki camide hanımlara kürtajı anlatan bir seminer verdim. Orada internette bulduğum kürtaj materyali görüntülerini gösterdim. Bu enkaz görüntülerinde milimetrik incelikle yaratılmış kol, bacak, gövde parçaları ve kopmuş bir kafayı bütün hanımlar dehşet dolu gözlerle izlediler. Seminerden sonra pek çok bayan yanıma geldi ve “Hocam ben de kürtaj yaptırdım ama olayın böyle bir şey olduğunun farkında değildim, şu an kendimi öz evlâdının canına kastetmiş bir anne, bir cani, bir katil gibi hissediyorum. Bu korkunç günahtan kurtulmak için ve kendimi affettirmek için ne yapabilirim?” dediler. Ben de “Bu saatten sonra fazla yapılabilecek bir şey yok, tövbe et ve Rabb’inden af dile ve böyle bir dehşet yaşattığın yavrunun hakkını helâl etmesi için duâ et” dedim.

Camideki tablo, baştaki korkunç senaryonun ve dehşet verici olayın toplum içinde ne kadar yaygın olduğunun ve her gün rahmet alanı ve güvenli bir sığınak olan rahimlere kaç kepçe girdiğinin açık bir göstergesi.

Bazen toplum normalleri ve ortak algının normalleştirdiği kurallar ve davranış modelleri çok acımasız oluyor. Bu cahiliye döneminde kız evlâdını diri diri toprağa gömmek, modern dünyada geçimini temin edemeyeceği ya da sakat olması korkusu ile öz evlâdını parçalayıp çöpe atmak şeklinde ortaya çıkabiliyor. Bu şekilde parçalanmaktan anne ve babaları ikna edilerek kurtarılabilen on civarında yavru, şu an anne ve babalarının en sevimli yavruları, kıllarına bir zarar gelmesinden korkuyorlar. Oysa aynı anne ve babalar zamanı geriye sarıp baktığımızda, bu yavruların canlarına kastetmişlerdi.

Şimdi anne müsvettesi birkaç bayan sokaklara dökülüp kendi evlâtlarının canına kastetmenin bir hak olduğunu iddia ediyor ve bunu bedenine müdahale küstahlığı ile dile getiriyor. Oysa Rahman ve Rahim olan Zat’ın rahmine emaneten yerleştirdiği yavrunun bedeninin parçalanmasını, o masum yavrunun bedenine acımasız ve alçakça bir müdahale olduğunu görmezden geliyor. Kâinat Sultanı ise daha kendisinin varlığından bile haberdar olmadığı bir dönemde o yavruyu şefkatle kucaklıyor ve önce kan gölcükleri sonra damarlar vasıtası ile ihtiyaçlarını o masum yavruya yetiştiriyor.

Hangimiz bir binaya doğru yönelmiş bir kepçenin orada uyuyan bir masum yavruyu parçalamaya kastederek gittiğini öğrenip; bu kepçeyi durdurmak için gayret göstermez? Hangi insaf ehli bu hanedeki yavruyu anne ve babasının suikastından kurtarmak için o haneden kaçırmayı haneye tecavüz olarak tanımlayabilir?

Bu yaklaşımla eşini döven koca “Benim eşim, kimse karışamaz!” ya da halkına zulmeden idareciler “Benim ülkem ve benim halkım, kimse karışamaz!” diyebilir. Ancak bizim Âlemlere Rahmet olarak gönderilmiş Zat’tan (asm) ders aldığımız çok önemli bir hakikat var: “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır!” Bu, ister, patronun işçisine, ister idarecinin yönettiklerine, ister zalimin mazluma, isterse şefkati ile meşhur olmuş annenin zihin bulanıklığı ile toplum normları ile canavarlaşarak kendi öz evladına karşı haksızlığı ve zulmü olsun hiç fark etmez. Hak kutsaldır, büyüğü küçüğü olmaz. Anne ve babalarının hışmı ile doktorların küretlerinin parçaladığı binlerce masum yavrunun hakkı ise, insanlık vicdanında büyük bir yara ve bu haksızlık karşısında susmak tüm insanlık için ve özellikle de ümmet-i Muhammed (asm) için en büyük vebaldir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*