Kürtlerin bir devlet derdi var mı?

Zaman zaman kıymetli okuyucularımızın tenkitleriyle karşılaşıyoruz. Dünyada her milletin “devlet kurma” hakkı olsun da Kürtlerin neden olmasın, diye… Türkiye kamuoyunun seksen senedir Kemalizmin komite istibdadı ve nifak fitnesiyle geldiği noktayı bilmeyenler, elbette Kürtlere özerklik ve devletten bahsedeceklerdir.

Türkiye Kürtlerinin müstakil bir devlet istediklerini en çok kimler seslendiriyor? Bize göre başta Kemalistler…Onları Kemalizmle kafaları karışmış Türkçüler takip ediyor. Elbette ki Marksist örgütün dümen suyuna girmiş bir kısım Kürtler de… Bu arada iktidar partisi çevresine konmuş liberallerin ve Avrupa’nın emperyalist kanadının propagandalarına kanmış bir kısım aydınlarımız. Buna karşı babadan dededen Kürtçe konuşan, Kürt kültürüyle yetişmiş veya kendisini “Şark” kökenli kabul eden kahir ekseriyetin “ayrı bir Kürt devleti” istemediklerini istatistikler ortaya koyuyor. Bu arada, Kürt halkının mahiyetini hâlâ öğrenemediği “özerklik” manası üzerinde durmak gerekiyor. Uluslar arası terör örgütlerinin istekleri doğrultusunda “inşa” edildiği ortaya çıkan KCK, özerklik kelimesinin yalnızca bir maske olduğunu ortaya çıkardı. Henüz ne özerklik, ne eyalet veya devletçik olmadığı halde, on binlerce ajan, işbirlikçi ve tetikçinin şarkta cirit attığını ilgililer itiraf ediyorlar.

Bediüzzaman’ın tabiriyle bu coğrafya veya milletten kopmak isteyenlerin hepsi bugüne kadar ecnebilerin midesine indiler.

Avrupa’nın zalim ve dinsiz kanadı 1. Dünya Savaşından sonra Anadolu’da İslâm düşmanlığını Türk milliyetçiliği maskesi altında Kemalistlerle inşa ettirmişti. Ama büyük yatırım, fitne ve gayretlere rağmen medresenin vatanı ve Bediüzzaman’ın coğrafyasına Kürtçü Kemalizm hâkim olamamıştı. Burada yarım kalan tahribat projesini Kürt milliyetçiliği veya ırkçılığıyla tamamlamak isteyen ikinci Avrupa’nın bilhassa 12 Eylül ihtilâlinden bu yana mesaisini nasıl teksif  ettiğini hepimiz görüyor, okuyor, biliyoruz.

İNSANİYET DÜŞMANI İKİNCİ AVRUPA, BARIŞIN MAYASINI YOK ETMEK İSTİYOR..

Mesihe ait AB projesi ile Bediüzzaman’ın İttihad-ı İslâm projelerinin bütünü tamamlayan parçalar olduğunu, Risale-i Nur’u dikkatlice mütalâa edenler bilirler. Dünya barışının çekirdek coğrafyası olan Van, Bitlis ve Diyarbakır gibi Şark vilayetlerine deccaliyet Avrupa’sının yaptığı yığınağı gördükçe buradaki derin çatışmanın boyutları bazen bizi de ürkütüyor. İstikbalde Suriye, Lübnan, Irak, İran ve hatta Orta Asya’dan neşvü nema bulacak İslâm demokrasisinin önüne geçmek isteyen global çete, bölgeye taarruz üzerine taarruz geliştiriyor. Başta Erbil merkezli büyük Kürdistan  fikri ve sonra bölgedeki ülkelerde kurulacak “Kürt devletçikleri,” yukarıdaki global taarruzun küçük hücumlarıdır, kanaatindeyiz.

Türkiye başta olmak üzere; Suriye, Irak ve hatta İran’da “milliyet” temelli bir devlet yapılanmasından yakın zamanlarda kimsecikler bahsedemeyecek. Hahambaşı Hayim Naum’un eserleri olan ırkçı Kemalizm ile Arap milliyetçisi sosyalist Baas rejimleri çok yakında çöplükteki yerlerini alacaklar. Bu süreç, tabiatıyla Marksist Kürtçülerin de maskaralıklarını ortaya koyacak. Doğru demokrasinin işlediği, hukukun; din, ırk ve sınıf gözetmeksizin üstünlüğünü ilân ettiği ve buna bağlı olarak zulüm, sefalet ve fukaralığın tarihe karışacağı Şam-ı Şerifte, Bağdat’ta, İstanbul ve Tahran’da Kürtleri “devletçiklerle” kim kandırabilir ki..

İTTİHAD-I İSLÂM’IN MAYASI KÜRTLER HER DEVLETTE BİRİNCİ SINIF VATANDAŞTIR

AB’nin göbeğindeki devlet yapılanmaları çok ilginçtir. Lüxemburglu bazı vatandaşlar, Almanya’da hayat daha ucuz olduğundan orada ikamet ederler. Bu husus, İsviçre, Belçika, Hollanda, Avusturya ve Fransa için de geçerlidir. Her yerde birinci sınıf muamelesi gören AB vatandaşı ekonomik ve sosyal faydasını öne alıyor. Hürriyet ve demokrasiye giden İslâm dünyasında durumun bundan pek farklı olmayacağını düşünüyorum. Süleymaniye ile Hakkâri farkını hayat düzeyi belirleyecek. Kilis’te oturup Halep’te çalışan insan manzarasını ikinci Avrupa’nın tezgâhladığı “bahar fitnesi” geciktirdi. Hıristiyan AB’nin kendi içinde inşa ettiği birliktelik ve barışı biz daha çabuk, kolay ve erken inşa ederiz. Yeter ki içimizdeki basit muhakemeli, menfaatine düşkün ve cehaletle malûl bir kısım dindarlarımız deccaliyet Avrupası’nın oyununa gelmesinler. Düne kadar “İslâm” ortak paydasında hayatı ortaklaşa yaşamış Beyrut, Halep, Şam-ı Şerif, Bosna, Bağdat ve Süleymaniye’nin tecrübeleri ittihad-ı İslâm’ın işini daha da kolaylaştırıyor. Fakat tekrar edelim ki; burada boy verecek İslâm demokrasisinin bölgedeki Hıristiyanlardan daha fazla Kürtlere ihtiyacı olacak. İslâmda devleti, şeriatı, hilâfeti, ekonomi ve siyaseti 500 sene önceki telâkki  ile anlamaya çalışanların bize çıkardığı zorlukları; diyalog, aydınlatma ve izah ile aşabileceğimize inanıyoruz.

Suriye’de Baas’a rağmen Şam parlamentosunda söz sahibi olan ve ülkenin ilmî makamlarında oturan ve Türkiye’de siyaset, ticaret ve üniversitede ülkeyi temsil makamına yükselmiş Kürtleri yok farz ederek müstakil devletçik (!) iddiasında bulunan Marksist Kürtlere kulak veren siyasetçi, yazar ve ilim adamlarına hakikaten acımak gerekiyor. Bağdat, Bosna, Şam, Halep, Beyrut, İstanbul, Bursa, İzmir ve Konya gibi dünya medeniyetlerinin merkezlerini Araplara ve Türklere bırakarak dağlara ve çöllere çekilecek Kürtlerin varlığına inananların elbette akıllarından zoru vardır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*