Kutlu beldelerin mutlu yolcularına

Bilenler bilir, bilmeyen ne bilsin… Mutluluğu tarif edebilecek insan çıktı mı? Mutluluğu yaşayanlar da tarif edemediler. Muhabbetin şiddet kazandığı dereceye “aşk” diyorlar. Aşkı tarif eden de olmadı. Gönül meftun olduğu mahalle her dem müteveccihtir. Ancak “gel!” dâvetini aldıktan sonra kanatlanabilir. Dünyanın merkezine, amud-u nuranîsine ve tüm yaratılmışların çekirdeğini bağrında besleyen mekâna yönelmenin mutluluğunu, ancak yaşayanlar bilir.

Adem ve İbrahim (as) ile başlayan bu sevdayı ne Havva teskin edebildi, ne de Hacer.. Ne İsmail’e (as) duyulan muhabbet, ne de ikinci kurban Abdullah’ın sevgisi… Kudretten kaynayan bu pınarın “Vedûd”dan çıktığını söylüyorlar.

İnsanı mecnuna çeviren bu sevdanın, çoğu kez bu mutlu yolcuların akıllarını başlarından aldığı görülür. Yüklendikleri vazifeyi bu arada unutanların, kendisini bekleyen dâvânın temsilcisi olarak katıldığı bu büyük kongredeki mes’uliyetini idrak edemeyenlerin sayısı hiç de az değil. Kâbe’nin siyah örtüsüne bürünmek, Kubbe-i Hadranın civarında mestane dolaşmak kişinin yalnızca his dünyasını ilgilendirir. Esas mesele davetli bulunduğumuz büyük toplantının delegesi olduğumuz şuuruyla, bu kutlu beldede sayılı günlerdeki vazifelerimizi ehemmiyet sırasına göre ifa etmeye çalışmak değil mi?

Alem-i İslâmın mukadderatının konuşulacağı bu büyük kongrenin yapıldığı dönemde, âlem-i İslâmın içinde bulunduğu ateş çemberini düşünerek Kâbe’ye yönelmemiz gerektiğini elbette biliyoruz. Şiddetli ateşlerle imtihana tâbi tututan Müslüman milletlerin bu imtihanı başarı ile bitirmelerini dileyerek Mültezemde durduğumuzda, herşeyin Beytullahın Sahibinin kudretinde olduğunu kat’iyen nazardan kaçırmamak gerekiyor. Doğrusu, bu hacda Mekke-i Mükerremede mes’uliyetini müdrik omuzların, dâvânın ağırlığından zaman zaman çökeceğini tahmin ediyorum. Fakat Müslümanlar yalnızca üzerlerine düşeni yapacaklar ve vazife-i İlâhiyeye karışmayacaklar.

Ramazan-ı Şerifin bidayetinde ve şu mutlu içtimaın öncesinde zındıkanın Kur’ân-ı Azimüşşana ve Kâbe’ye nasıl hücuma geçtiğini elbette görüyorsunuz. Sebep ister Türkçe ibadet tartışması, isterse Ecyad kalesinin tahribi olsun. Neticeyi değiştirmiyor. Bundan iki-üç sene önce mukaddes beldelerdeki manevî havayı ve uhuvvet-i İslâmiyeyi Türkçülükle bozmaya çalışan milletlerarası zihniyet, bugün mazide kalmış Haricîlik ve Vehhabîlik tartışmalarını gündeme taşıyor. Misyonerlik tartışmalarıyla maskaraya dönüşenler, iltiyama yüz tutmuş ve dahilî bir hareket olan Vehhabîliği kaşımakla inşaallah uhuvvetimize hiçbir zarar veremeyecekler. Bu istikamette Türk hacılarını bilgilendirmek ve eskisinden daha fazla Arap kardeşlerimizle kucaklaşmak, İslâm birliği düşmanlarının beklentilerini kursaklarında bırakacaktır.

Bu mutlu dâvetin delegelerinin en büyük vazifelerinden bir tanesi İndo-Malaya Müslümanlarından Mağrip Müslümanlarına, Güney Afrika’dan Tataristan ve Yakutistan’a kadar geniş bir coğrafyadan gelen delegelerle kucaklaşmak, tanışmak ve mümkünse dertleşmektir. İstibdadın yadigârı hastalıklarla müptela diyarların insanlarına elimizdeki doğru İslâmiyet reçetelerini sunmak, hakiki şûrâyı ve Asr-ı Saadet medeniyetini takdim etmek âlem-i İslâmın içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtulmasına sebep olacağından, hacdaki vazifelerimiz yalnızca tavaf, ziyaret ve Kur’ân okumaktan ibaret olmamalıdır.

Kur’ân’ın her Ramazan yeni gençliğiyle nazil olup, insanlığı hakikî dinde nizam altına alacağından korkan zındıka, hacdaki tanışma, konuşma ve karşılıklı desteklerden de dehşet aldığından “haccı boykot”u gündeme getirmeye çalışıyor. Bu çirkin tezgâhı Arafat’ta, Müzdelife’de ve Kâbe’de buluşarak boşa çıkarağız. Ülkemizin İslâm âlemindeki çatışmanın merkezini teşkil ettiğini elbette biliyoruz. Nifak, takiyye ve münafıklıkla bu kadar derinleşen yaraların, ancak Müslümanların samîmî, halis, akıllı, ferasetli ve bilgili dayanışmalarıyla iyileşeceğine inararak Mescid-i Nebevi’deki cemaat namazlarına ve namaz sonrasındaki imanî derslere devam edeceğiz. Türkiye Müslümanları meşveretsizlik, hürriyetsizlik, korkaklık ve takiyye ile kapanan yollarını insaniyetin esası olan İslâmî ahlâkla aşamazsa Bağdat’ta, Kahire’de, İslamabad’da ve Fas’ta da yollar kapalı kalır. Zira İslâm âleminin hürriyete giden yolu Türkiye’de kilitlendi. Kaybolan eşya kayıp mahallinde aranır. Aksi takdirde, nice Taliban ve Saddam gibi, yine milletlerarası zındıkanın elleriyle hazırlanan senaryolarla İslam milletleri zulüm görmeye devam edecekler.

Kutlu beldenin mutlu yolcularına arz etmek istedim ki, gönlü ve ruhu sizlerle olan bizim gibi geride kalanları, hiçbir mübarek mekânda unutmayasınız. Selâm verdiğiniz her makama selâm ve duâlarınızı da katasınız. Bu yolculuğa hiçbir zaman bir iş seyahati veya tatil yolculuğuna çıkar gibi çıkmayasınız. Hiç olmazsa bir hafta kendinizi ruhen, bedenen ve zihnen bu mutlu yolculuğa ve mes’uliyetli vazifelere hazırlayınız. Alem-i İslâm, Arafat’tan serpiştirecek damlalarla birlikte, duâlarınızın neticesinde kendi ufuklarında doğacak ferecin ışıltılarını Rabbinden niyaz ediyor. Rabbim zorluklarınızı kolaylıklarla değiştirsin..

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*