Kutlular Ağabeyle hatıralarımız…

Üstad Said Nursî Hazretleri’nin, meslek ve meşrebinden hiç tâviz vermeden takip edeni Zübeyir Gündüzalp Ağabey, onu da, aynen o şekilde takip eden, Mehmed Kutlular Ağabey idi.

Risale-i Nur cemaatine dâhil olalı yarım asrı geçmişiz şükür.  Kutlular Ağabeyin vefatından sonra, şöyle bir tefekkür âlemine daldım da, içimden dedim ki; “Vay be… Üstadın saff-ı evvel talebeleri ile mülâki olduk. Onlar bizim, dedemiz yaşındaydı, vefat ettiler. Babam yaşında abilerin de çoğu rahmetli oldu. Ağabeyimiz yaşında olanlar da rahmetli olmaya başladılar.” Kutlular Ağabey, bizden 16 yaş büyüktü. Bizim nesil ise, onlardan sonra geliyor. Bu müddet içerisinde, Kutlular Ağabeyle, o kadar çok hatıralarımız var ki… Hangi birini anlatacağımı şaşırdım. Birkaç tanesini anlatayım.

Birbirimizle, hususî bir sevgi bağımız vardı. Bir gün bir mesele için konuşurken, şakalaşıyorduk. Dedim ki “Bana bak abi! Sen İstanbul, ben Ankara işportacısı. Deli, deliyi görünce, değneğini saklarmış ha…” deyince hem gü- lüştük hem de kalktı, bana sarıldı. Sert gibi görüntü verse de kardeşlerine müşfikti. Ama dâvâsı mevzu bahis olunca, gayet sert olabiliyordu.

“İlâhî ikaz” hapsinden sonra,  Üstadı yâd etme programının ilki için Bursa’ya gelmişti. Zaman, zaman, gazete ve diğer neşriyatımızla alâkalı bir şey olunca beni arayıp, serzeniş veya şikâyet eden arkadaşlar oluyordu. Ya bizzat ya da İstanbul ile konuşup, onları izale ediyorduk. O günlerde de “Bizim Radyo” yayınlarında, kadın sesi ile, şarkı türkü okunuyormuş (ben dinlememiştim, ama). Program sonunda, çıkış merdiveninden beraber iniyorduk. Bunu söyledim. “N’olmuş? Biz ona Diyanet’ten fetva aldık” dedi. “Ağabey, biz, fetva ile mi, takva ile mi amel ediyoruz?” dedim. Biraz daha konuşunca “Hem bak, bizim refiklerimiz olan radyolarda böyle bir şey yok, niye bizde olsun?” deyince, “Tamam yahu, kaldıralım” dedi ve kaldırttı. Allah razı olsun. Mantıklı ve doğru bir şeyi kabul ederdi.

2011 seçimlerinden bir kaç ay evvel dedi ki; “Şu seçimlerle alâkalı, biraz geniş makale yaz” ben de, “tamam ağabey” dedim ve biraz uzun ve epey de zaman alan bir makale yazmaya başladım, ama daha bitmemişti. O sene yapılan Isparta Mevlidi’nde bir araya geldik, sordu: “Ne oldu o yazı?” Az kaldığını söyleyince, “seçimden önce bitir” dedi, gülüştük. Neyse, makale bitti, seçim hafta başı, Pazartesi günü yolladık. Ama bir türlü çıkmıyordu. Tabiî ben de şaşırdım, ne olduğunu, kimin takoz koymaya çalıştığını düşünürken, Cuma akşamı beni aradı, “Yahu ne oldu? Yarınki (Cumartesi) gazetede de çıkmadı, öbür gün de seçim” deyince, ben de gönderdiğimi söyledim… Bir kızdı, canı sıkıldı. “Kim yapar bunu?” dedi. O zaman, “Sentez Haber” sitemiz vardı. Hem oraya koydurttu hem de “Euronur” sitemize gönderildi makale. Seçimden sonra, beni Rusya’da çalışan bir genç aradı. “Abi, ailem seçimde tereddüt ediyordu. Seçimden bir gün önce, sizin yazıyı yolladım, ailemin 9 oyunu kurtardık, Allah razı olsun sizden” demişti.

Bir ara gazetede tesettürsüz ve çok da hoş olmayan kadınlı bir reklâm çıkmıştı. Ben hemen Kâzım kardeşi aradım, ona söyledim. “Reklâmlarla ben ilgilenmiyorum, patrona (Kutlular Abi yani) söyle” dedi. Aradım, rahmetli Mehmed Özkan’ın Gölcük Yaylası’ndaki yazlığında imiş, söyledim. “Kâzım’ı ara” dedi. Az evvel aradığımı söylemedim, “tamam” dedim, ama aradığımı söylemedim kendimi de gülmemek için zor tuttum. Tabiî, ikinci defa Kâzım kardeşi aramadım, biraz bekledim. Aradım tekrar, “Kâzım kardeş, sana havale etti” dedim. Biraz irdeleştik, tabiî bizim ikimizin arasındaki konuşma tarzımız biraz değişikti.

İşte, biraz ileri geri yapınca, söz oraya geldi ve dedim ki “Yani ağabey, sen bize diyorsun ki, ‘seni kılıçlarımızla düzeltiriz’ öyle mi?” hiç tereddüt etmeden, “aynen kardeşim, bu gazete de sizin bu cemaat de” dedi. Mert ağabeyim, başka bir cemaatte olsa, bu şekil hitaplar mümkün olur muydu?

Yedi sekiz sene evveldi, bir İstanbul ziyaretinde gazeteye gitmiştim. Onu da ziyaret için, odasına girdim, oturduk konuşmaya başladık. Çok meseleler vardı. Keloğlan masallarından tutun, ne bileyim neye kadar, iki üç saat, baş başa konuştuk. Odanın kapısını kapattırdı. Hattâ yemeğe yukarı da çıkmadık, yemeklerimizi de odasına getirtti. “İşte Hayatım”da yapılan yanlışları anlattım, şaşırdı, yerinden gösterttim, sonradan düzelttirdi. Allah razı olsun, o konuşmamızdan sonra, belki başka saiklerin yanında, bizimki devede kulaktı, ama o sıkıntılar bertaraf edildi. Dedim ki, “Ağabey, bu sıkıntılarımızın çoğunda, enaniyet ve rüçhaniyet var. Üç günlük seyisliği olan, hemen at koşturup, başa geçmek istiyor. Kimse ayak olmayı baş olmaya tercih etmiyor” dedim. “Doğru söylüyorsun” dedi. “Ağabey bak bu şahsiyetçilik yüzünden bizim haricimizdeki cemaatler, hep bir ‘abi’ adıyla yâd ediliyor. Bize kimse, ‘Kutlular abi cemaati’ diyor mu? Haaa, ‘Yeni Asya cemaati’ diyorlar, desinler, o bir şahs-ı mânevidir” dedim. Hem tasdik etti hem de o ifadelere sevindi.

Yani, hatıralar çok, yazdıkça yazacağımız geliyor, uzayınca da olmuyor. En son şunu da söyleyeyim. 2020 Yeni Asya’nın 51. Sene-i devriyesi için İstanbul’a gittiğimizde, Kâzım Güleçyüz’ün odasında oturmuş, sohbet ediyorduk. O ara, dışarıda bir hareketlilik oldu. “Kutlular Ağabey gidiyor” dediler. Hemen kalktım, “durun bir sarılayım” dedim. “Abi, kimseyi tanımıyor, ama” dediler. “Beni tanır” dedim. Gittim sarıldım, şöyle beni bir sıktı, bıraktı, yüzüme baktı. “Osman!” dedi ya… Daha yüreğime bir ok saplandı, çok hüzünlendim. İşte o görüşmemiz de son görüşmemiz olmuştu…

Nisan çiçeklerine; 2 Nisan, Zübeyir Ağabey, 3 Nisan Tahirî Ağabey ve 4 Nisan’da da Mehmed Emin Birinci Ağabey, 6 Nisan’da da, Kutlular Ağabey, bu halkaya dâhil olmuştu. Bu Nisan ayı, bir bahar ayı idi. Baharın ilk ayının, Nevruz gününün ertesinde de Üstadları 23 Mart’ta vefat etmemiş miydi? Allah hepsine rahmet eylesin! Makamları, mekânları Cennet olsun inşâallah!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*