Kutlular’ın mektubu üzerine kısa bir tahlil

Bilindiği üzere, Mehmet Kutlular ağabey 6 nisan günü hakkın rahmetine kavuştu. Bu tarihten kısa bir süre sonra, Ali Sarıkaya hocam kendi arşivinde kısa bir araştırma yaparken, tozlu sayfalar arasında teksir kağıdına yazılmış bir mektup bulur. Mektup kısa bir süre önce vefat eden Kutlular ağabeye aittir. Onun el yazısı ile imzasını taşımaktadır. Bu son derece ilginç bir tevafuktur. Zamanında on adet suali Kutlular Ağabeye tevcih eden ve cevap talebinde bulunan Ali hocam, adeta bu mektubun varlığını unutmuştur. Bir vesile ile arşivinde ne var ne yok diye kısa bir araştırma yaparken bu mektubu ortaya çıkarır.

Ali Sarıkaya hocam bu mektubu EuroNur ile paylaştı ve mektup orijinal hali ile yayınlandı. Bu yayın sonrası mektup son derece ciddi bir ilgi ve alaka gördü. Çünkü mektup, hala günümüzü ilgilendiren çok önemli hizmet prensiplerini ihtiva etmekte.

Bunun üzerine şahsımızla birlikte Ali Sarıkaya hocamla kısa bir program yapmak nasip oldu. O programda Ali hocamın Kutlular ağabeyle birlikte geçirdiği hizmet yıllarına ait hatıralarını dinledik ve o mektup üzerinde kısa bir söyleşi yaptık.

Gördüğümüz kadarı ile bu program da oldukça ilgi çekti. Aynı zamanda bu program bir arşiv niteliği taşımakta. Çünkü o programda gördük ki, Ali Sarıkaya hocamız Risale-i Nur hizmetleri açısından bir çok olayın  canlı şahidi hükmünde. Bilhassa programda bahsettiği 1971 İzmir mahkemesindeki Bekir Berk ve Fethullah Gülen konusundaki hatırları çok dikkat çekici. O mahkemenin bizzat şahidi olmuş. Bekir Ağabeyin o harika müdafaasını ve Gülen’in sessiz kalıp hiçbir müdafaa yapmamasını ve geri adım atmasını bizzat müşahede etmiş. Bu konuda bir hatıra programı daha yapılabilir. EuroNur TV’deki sunucu kardeşlerimize buradan duyurmuş olalım.

Bizimle birlikte program yapan Ali Sarıkaya hocamızın “Mehmet Kutlular’dan mektup var” adlı programını da izleyebilirsiniz.

Bu gün bu noktada bu mektup üzerine kısa bir tahlil yapmak istiyoruz. Çünkü mektup çok önemli hizmet prensiplerini ihtiva etmekte. Tarihi bir hizmet vesikası olmak mahiyetini taşıyan bu mektuptaki prensipler hala geçerliliğini korumakta ve bundan sonra bu hizmet içinde bulunacak hizmet erlerine de yol gösterici bir özellik mahiyeti arz etmektedir. Bu nedenle bu mektubun kısa bir tahlilini yapıp nazarlara sunmak istiyoruz.

Mehmet Kutlular

Kutlular Ağabeyin mektubu hakkındaki kısa tahlilimizin birincisi:

Bu kısa tahlilimizin ilk maddesini bu konudaki programımızı seyreden bir dostumuz ve kardeşimizin görüşüne ayırıyoruz. O kardeşin bize ilettiği görüşleri söyle:

“Sayın Hocam!.. Mektubu okudum ve sizin programınızı izledim. Mektup içeriğine ve konulara çok fazla takılmadan size bir konuda görüşümü bildirmek istiyorum. Bu mektup fevkalade bir ciddiyet ve şefkat duyguları içinde yazılmış. Mehmet bey, kendinden yaşça oldukça küçük olmasına rağmen muhatabını son derece ciddiye almış ve onun suallerine kemal-i ciddiyetle cevap vermiş ve bu mektubu ile oradaki hizmet ehline rehberlik etmiş. Bu durum ise ancak lider vasıflı insanlara has yüksek bir ahlaktır. Bu Peygamberimizin(asm) de takip ettiği önemli bir yöntem idi. Çünkü Peygamber Aleyhisselatüvesselam da muhatabını son derece ciddiye alır, suallere kemal-i ciddiyetle cevap verirmiş. İşte benim mektupta dikkatimi çeken en önemli özellik bu sünnete tam olarak uyulması oldu”

İşte o dostumuzun görüşü böyle idi. Bu görüşler ise bize çok ilginç geldi. O nedenle tahlilde birinci olarak onu zikrettik.

İkincisi:

Mektup son derece samimi bir hava içinde yazılmış. Bu nedenle mektubun genel muhtevasına baktığınız zaman son derece güven verici ve ikna edici bir üslup ortaya çıkıyor. Muhataba karşı son derece şefkatli bir hitap ve her satırda hizmetleri ve davanın kutsallığını önceleyen cümle ve ifadeler tercih edilmiş.

Şöyle ki:

“Aziz ve Muhterem kardeşim Ali;

Binler selam eder, Kuran ve iman davsında daim olmanızı Cenab-ı haktan niyaz eder dualarınızı rica ederim. Allah da cümlemizi ihlas ve istikametten ayırmasın. Kıymetli kardeşim mektubunuzu aldım. Çok memnun oldum. Cevabı biraz gecikti kusura bakmayın. İşlerimiz bu arada çok olduğu için böyle oldu. Sizin de mektubunuzda olduğu gibi, bünyemizde yine maalesef bir sıkıntı çıktı. İnşallah Nur talebelerinin şuurkarane hareketi ve ferasetiyle an az zararla ve en kısa zamanda bunu da atlatırız.

Bu tip hadiseler Kuran ve iman davasındaki imtihanlardır. Cenab-ı Hak bu imtihanları yüzlerimizin akı ile vermeyi nasip etsin. İmtihanı kaybedenlerden mazide çok oldu. Bunun için bizler de sadece Allah’a sığınıp iltica edip niyaz ediyoruz ki, bizi nefsimizin şerrinden muhafaza etsin. Rızasında sırat-ı müstakimden ayırmasın. Bu asırda Kuran’ın bir dersi olan Risale-i Nur hizmetinde daim eylesin. Bu Kuran ve iman davasında nefsimizi sonuna kadar hizmette istihdam etsin. Amin.”

İşte bu ifadeler doğrudan Risale-i Nur hizmetleri ile alakalı ve son derece ufuk açıcı, davasını ve hizmetini önceleyen ifadeler.

Üçüncüsü:

Mektuptaki ilk suale verilen cevapta Kutlular ağabey çok önemli bir hususa işaret ediyor. O zamanlar, “bünyemizde yine maalesef bir sıkıntı çıktı” ifadesi ile hizmet içindeki bir probleme dikkat çekerek, bu problem bir ölçüde istişare yolu ile çözüm yoluna girdiği halde, bazılarının kapalı kapılar ardından nasıl plan yapıp hizmetin yapısına zarar verecek bazı ayak oyunları yaptıklarına şöyle dikkat çekiyor:

“İstişare heyetinin içinde sui niyetli ve sulh kabul etmez insanlar var. Yapmış olduğumuz musalaha ve aldığımız kararlara uymuyorlar. Ve alınan kararları kendilerine göre tevil ve tefsir ederek daima suizan uyandırmaya çalışıyorlar. Biz bunu biliyor, fakat gösteremiyorduk. Onlar daim alttan ve arkadan müsait yalnız bulduklarına fikirlerini empoze ediyorlar.”

Bu satırlar son derece dikkat çekici. Bu gün bile hizmet eden bizlere ciddi bir ikaz mahiyetinde. Çünkü bu tür sorunlar her zaman bir hizmet grubu ve ekolü içindeki en yıpratıcı sorunlardan birisidir. Bünyede bir problem çıkar, siz bu problemi istişare ve meşveret yolu ile bir çözüme kavuşturursunuz. Ama bir taraf alttan alta planlar çevirerek o hizmet ekolunun içini karıştırmaya ve kendi kötü emellerine alet etmeye devam eder. İşte bu durum da o cemaat ve grup için tesanüdün ve ittifakın bozulmasına ve iç problemlerin artmasına ve hizmetlerin aksamasına yol açar. İşte mezkur ifadede Kutlular Ağabey bizleri bu tür ayak oyunlarına karşı dikkatli davranmaya davet ediyor.

Dördüncüsü:

Kutlular Ağabey o mektubun 2. ve 4. cevabında şunları söylüyor:

“Orduya ve onun şahsı manevisine hiç bir zaman karşı olmadık. Yalnız orduyu alet ederek ihtilal yapanlara daima karşı olduk. 27 mayıs ve 12 mart gibi…

Konseyin yapacağı icraatlar iyi olursa takdir, kötü olursa tenkit edilip yol gösterilecekti. Biz bunu yapıyoruz, onlar ise konseyin ve hükumetin katiyen tenkidinin yapılmasını istemiyorlar. Onları adeta bir evliya gibi göstermeye çalışıyorlar.”

Bu ifadeler Risale-i Nurun temel hizmet prensiplerini nazara veriyor. Çünkü Üstad Bediüzzaman kendisine o kadar zulüm edildiği halde ne devlet, ne hükumet, ne de ordu gibi kurumların şahs-ı manevisine en küçük bir söz söylememiştir. Hatta çoğu kez kendisine haksızlık yapan yetkili şahıslar açık ve net olduğu halde, o şahısları bile doğrudan hedef almamış, bütün suçu görünmez arkadaki derin güçlerin üzerine atmıştır. Kutlular Ağabey de ordunun şahsı manevisine hiçbir zaman karşı olmadık derken bu mühim hususa işaret ediyor.

Ve bu noktada ordunun gücünü kullanarak şahsi çıkar peşinde olan bazı paşaları da deşifre ediyor. O zaman alınan karara göre konsey üyeleri doğru bir iş yaparsa tasdik edilecek, yanlış iş yaparlarsa da tenkit edilecek diye bir karar alıyorlar. Ancak hizmet halkasından çıkmaya karar vermiş olan tipler buna bile uymuyorlar. Konseyin tuzağına düşerek hizmetlere zarar veriyorlar. Onları olduğundan çok daha yükseklerde göstererek adeta evliya nazarı ile bakmaya başlıyorlar. Şahısları öne çıkarmak, onlara hak etmediği makamlar izafe etmek, maddi ve manevi makamlar tayin etmek zaten hizmet prensiplerine uygun olmayan bir durumdur.

Beşincisi: Mektuba devam ediyoruz

Kutlular Ağabey mektubun 5. maddesinde şöyle diyor:

“5- Kırkıncı Hocaya biz Kemalist demedik. Asker olan, Muşlu Yusuf isminde bir çocuk bizim haberimiz olmadan bir mektup yazmış. Hepsi bu. Biz bunlara sadece şunu söylüyoruz. Bu Kemalistleri siz niye bu kadar müdafaa ediyor ve sahip çıkıyorsunuz. Halbuki bu adam süfyan ve Üstad ise Mehdi. “Siz, Mehdinin Talebeleri olarak ,onlar size yaklaşmadığı ve sahip çıkmadığı ve daima aleyhinizde olduğu halde siz niye Kemalistlerle nur talebelerini dost yapmaya çalışıyorsunuz. Bu manevi mesuliyete sebeptir,” diyoruz Bu Kemalist demek değil ki. Bunu da istismar ediyorlar.”

İşte bu mektubun en can alıcı noktası burası. Bu ifadeler çok derin manaları ve derin devletin çok etkili bir planını deşifre ediyor. Bu maddede ifade edilen hakikatleri daha iyi anlamak için 12 Eylül olayına kısaca temas etmek gerekiyor. Çünkü 12 Eylül sonrası derin devlet politikalarında cemaatlere bakış açısında çok ciddi bir değişiklik olmuştur.

Derin devlet şunu görmüştür: “Cemaatlerle karşılıklı mücadele ettikçe cemaatler güçleniyor. Taraftarları artıyor. Bilhassa Nurcular kullandıkları farklı hizmet teknikleri ile ciddi manada güç buluyorlar ve günden güne ülkede en etkili bir cemaat haline geliyorlar. Çünkü Nurcuların çok dinamik bir alt yapısı var, gazete çıkarıyorlar ve en modern iletişim tekniklerini kullanıyorlar ve yaptıkları neşriyat ile toplumu kendi eksenleri doğrultusunda eğitiyorlar. Ve biz bu grupla karşılıklı mücadele ederken hep yenik duruma düşüyoruz.” İşte 12 Eylül öncesinde derin güçlerin düşüncesi bu yönde idi.

Hakikaten de Nur hareketi ta 1930 yıllarından itibaren ne kadar kadar üzerine gidilmiş ise o derece büyümüş ve taraftarı çoğalmıştı. Mesela mahkemeler. Eskişehir, Denizli ve Afyon… Her üç mahkemeden de, Üstad Bediüzzaman ve Nur talebeleri, rejimin derin güçlerine karşı son derece büyük bir galibiyet elde etmiş, idamla yargılanmasına rağmen berat alarak toplum nezdinde büyük bir başarıya imza atmışlardı.

Ardından 27 Mayıs, 12 Mart gibi şiddetli darbelere maruz kalan Nur hareketi, her ne kadar bazı sıkıntılar çekmiş olsa da hep büyümeye devam etmiş ve gazete kurmuşlar, neşriyat hizmetleri ile adeta vatan sathını bir mektep haline getirmişlerdi.

İşte böyle şartlarda 12 Eylül safhasına gelinmiş. Ancak bu safhada derin güçlerin taktik değiştirdiğine şahit oluyoruz.

Bu hususa ise Kutlular ağabey şöyle dikkat çekiyor:

“Devletçi refleks bizde hep tehlikeler üzerine şekillenmiştir. İç tehditler, dış tehditler, iç düşmanlar, dış düşmanlar korkusu devleti hep şüpheci ve baskıcı yapmıştır. 80 öncesinde de bu böyleydi, sonra da öyle oldu. Bunun ucu “Derin Devlet’ denen şeye dayanıyor. Derin devlet toplum mühendisliğine soyunuyor, kendine göre düşmanlar üretiyor, devleti ve kurumlarını istediği gibi dizayn ediyor. 1980’den sonra devletin politikası değişti.

80 sonrasında derin devlet, dini gruplarla temas kurmak ihtiyacını hissetti; çünkü onlarla beraber çalışmak gerekecekti. Amaç onları devletle-sistemle; başka bir deyişle Kemalizm’le barıştırmaktı. Bu amaçla görevlendirdikleri insanlar cemaatlerin ileri gelenleriyle temas kurdular.

İman ile küfür, adalet ve zulüm ikisi bir arada bulunamaz

Bize de geldiler: Bana birlikte çalışmak istediklerini; Nur derslerini kaldırmak, Atatürk karşıtlığından vaz geçmek ve yurt dışında Milli Görüş ve Süleymancılar’a karşı birlikte çalışmak şartıyla bizi destekleyeceklerini- onların ifadesiyle ihya edeceklerini- söylediler. Hepsini reddettim. Onlara Risale-i Nur derslerinin her halükarda devam ettirileceğini, Kemalizm’le barışmayacağımızı, Milli Görüşçü ve Süleymancıların kardeşlerimiz olduğunu söyledim. Tekliflerini reddettim; bunun bedelini de ödedik cemaat olarak. Ama ‘derin devlet’ dediğimiz yapı, büyük ölçüde bütün İslami gruplarla anlaşma içine girdi. Maalesef böyle oldu.

Zahiren bir uzlaşma görülebilir; ama bu hakikatte mümkün değildir. İman ile küfür, adalet ve zulüm ikisi bir arada bulunamazlar. Çeşitli mülahazalarla barışık olma gayreti iman-Kuran hizmetinin özüne zıttır. Buradan sağlıklı bir sonuç çıkmaz.” (Kaynak)

İşte o mektupta özelde Kırkıncı Hocanın şahsında, genelde ise Kırkıncı Hoca gibi düşünen o kardeşlere diyor ki:

“Siz, Mehdinin Talebeleri olarak, onlar size yaklaşmadığı ve sahip çıkmadığı ve daima aleyhinizde olduğu halde siz niye Kemalistlerle Nur talebelerini dost yapmaya çalışıyorsunuz. Bu manevi mesuliyete sebeptir”

Yani manen diyor ki Kutlular Ağabey: “Biz Üstadımızın Mehdi olduğuna inanıyoruz. Kemalistleri de onun muhalifi. Hal böyle olduğu için biz Kemalistlerle asla barışamayız ve bir arada gibi fotoğraf veremeyiz. Bu bizim mesleğimize olan sadakatimiz. Siz niçin bunlarla beraber olmaya çalışarak bu kutsi mesleğimize zarar vermeye çalışıyorsunuz?”

İşte Kutlular Ağabeyin bu çok açık ve net tavrı dik bir duruştur. Her ne şartta olursa olsun davasına sadık kalacağının göstergesidir. Asla ki bir eksen kaymasına müsaade etmeyeceğinin karalı bir ifadesidir. Çünkü 12 Eylül sonrasındaki olayın mahiyeti, yani Kırkıncı Hoca ve ekibinin yapmaya çalıştığı, Nur mesleğinde bir eksen kayması idi. İşte bu noktada Kutlular ağabey bu gün bile bizi ikaz ediyor. Risale-i Nurun hizmetlerinde eksen kaymalarına karşı uyanık olmamız konusunda bizi teyakkuza ve dikkate sevk ediyor.

Şayet bu gün Yeni Asya o kadar çalkantılar içinde dik bir duruş sergilemiş ise, bu duruşta, 12 Eylül sonrası yapılmaya çalışılan ve Nur dairesindeki bir çok kardeşin de alet edildiği o eksen kayması hareketine karşı Kutlular Ağabeyin göstermiş olduğu o direncin çok büyük bir payı vardır. Bu hal bize bu gün bile çeşitli entrikalar ile yine eksen kaymalarına karşı dikkatli olmamızı ve ilkeli bir duruş sergilememizi ihtar ediyor.

Altıncısı: Devam ediyoruz

Kutlular ağabey devamla, “Gazeteyi kendi fikirlerimize göre değil Üstadın fikirlerine ve Risale-i Nur’un ölçülerine göre idare ediyoruz. Mazideki hal de buna şahittir” dedikten sonra meseleyi Orhan Bey konusuna getirip şöyle diyor:

“Orhan beyle aramızda olan ise hissi meselesidir. Gururu rencide olmuştur. Adam suizan ve adavet içine girmiş. Bir türlü teskin olmuyor. Yapılan musalaha da para etmiyor ve ifrat ve cerbeze silahı ile de daima fitne çıkarmaya ve kendine göre de bizden intikam almaya çalışıyor. Biz toplantıda da, “Bu adamın bize karşı hissi meselesidir” dedik. Yoksa benim ne hissi meselem olsun. Hizmet his ile yürür mü?”

Bu Orhan Bey olayı, “O 12 Eylüldeki Nur camiasına eksen kaydırma hareketinin” en önemli kilometre taşlarından birisidir. Biz çok kez Kutlular ağabeyden bizzat dinledik: “O elim olaylarda iki kişi çok etkili oldu: Birisi Kırkıncı Hoca. Diğeri de Orhan Bey” diye. Gerçekten de Orhan Bey o zamanlar cemaatin bölünüp parçalanmasında çok etkili olmuştur. Zaten bu şahıs hizmete sonradan katılmış ve hakkında değişik iddialar söylenegelmiştir. Bilhassa elindeki maddi imkanlar ile bazı hizmet ehli ağabeyleri manipüle ettiği de bilinen gerçektir. Hatta Kutlular’ın, Kırkıncı Hocayı, “Hoca bak bu adama fazla güvenme, bu adamın parasına ve malına da fazla bakma” diye ikaz ettiği ve Kırkıncı Hocanın da, “Kutlular bir inek bulduk, bırak sağalım” dediği meşhur olmuştu.

Evet, belki Kırkıncı Hoca ineği sağmış ve sütünden istifade etmişti, ama Orhan bey de bu sütün bedelini koskoca bir cemaati karpuz gibi ikiye bölerek fazlası ile tahsil etmişti. Bu işten kim kazançlı çıktı, bilemiyoruz. Ancak mesele ahirete intikal ettiğinden dolayı konunun üzerinde de fazla durmak istemiyoruz.

Ancak bu noktada günümüzü ilgilendiren bir hususa da dikkat çekmeden geçemeyiz, o da şu: Kutlular Ağabeyin Orhan bey konusundaki hassasiyeti bize çok mühim bir ders mahiyetinde. Çünkü Kutlular Ağabey, meslek ve meşrebimiz haricindeki kişi ve gruplardan içimize alacağımız kişilere karşı bizi uyanık olmaya davet ediyor. Kendi meslek ve meşrebimize sahip çıkarak yola devam etmemizi tavsiye ediyor. Büyüyeceğiz, daha çok imkan sahibi olacağız gibi dünyevi maksatların hizmete ciddi zarar vereceğini ihtar ediyor.

Yedinci ve sonuncusu

Son olarak şu husus nazara veriliyor o mektupta:

“29 sayfalık mektupta da 12 eylül meselesi geniş bir şekilde tahlil edilmiş. Orada da ordu aleyhinde değil konseyin asıl maksat ve gayesinin ne olduğu vesikalarla anlatılmıştır. O tarihi bir vesikadır. Zamanı gelince size de yollarız. Orada ne yazılmışsa şimdi hepsi çıkmıştır. Bunlar mütemadiyen maksatlı olarak konsey meselesini karıştırıp, ille de bizi ordu aleyhtarı olarak göstermeye çalışıyorlar. Netice bunlar yanlış bir yola saptıkları için, bizleri nazardan düşürtmek için, yalandan ve iftiradan başka ellerinde başka bir şey yoktur.”

Burada Kutlular Ağabey 29 sayfalık çok önemli bir dokümandan bahsediyor. Muhtemelen bu doküman Ali Hocama gönderilmedi. Gönderildi ise de bilmiyoruz. Burası aslında önemli. Bu doküman bulunup ortaya çıkartılmalı ve Yeni Asya tarafından yayınlanmalı. Muhtemelen bu 29 sayfalık mektup gazete arşivinde mevcuttur. Bu mektubun yayına verilmesi, elbette ki “O tarihi bir vesikadır” diye o çalışmanın önemine dikkat çeken Kutlular ağabeyin hatırasına da bir vefa borcu olsa gerek.

Evet değerli dostlar!..

Kısa bir tahlil dedik, fakat biraz uzadı gibi. Yeni Asya mensuplarını ikaz eden mektuptaki şu mühim ifadeleri nazarlara sunarak bu kısa tahlile son veriyoruz:

“Risale-i Nurun mesleğine zıt bir şey bulamayınca iftira ve isnatlara gidiyorlar. Bu da onların daha fazla batmasına sebep olacaktır. Çünkü Allah her şeyi bilen ve görendir. Bu dava iman ve Kuran davasıdır. Herkim ihlasını kırar ve niyetini bozarsa Allah’ın sillesine maruz kalır ve neye uğradığına şaşırır. Geçmişte misalleri çoktur. Bunun için biraz sabretmek kafidir.”

Rabbim tüm kardeşlerimizin ihlas ve uhuvvetini muhafaza etsin ve bizleri, ihlasımızı kıracak kötü niyet ve fiillerden korusun. Amin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*