Laiklik ve Bediüzzaman’ın telâkkisi

İslâm milliyeti, bin yıldan beri bu milletin genlerine işlemiş, âdeta kotlanmıştı. Buna rağmen, “dini ve dindarları baskı altına alan bir laiklik anlayışı ve tatbikatı” elbette çarpıktı, yanlıştı, büyük bir ihmâldi.

Gerçi, Ocak 1938’de İngiltere Sömürgeler Bakanı Gladstone, hükûmet başkanına sunduğu raporda, “ihmal” olmadığını açıkça belirtmişti: “Savaş bize gösterdi ki, İslâm Birliği, imparatorluğun sakınması ve mücadele etmesi gereken en büyük tehlikedir.

Ne mutlu bize ki, Kemal Atatürk, Türkiye’yi kavmiyetçi ve laik bir çizgiye yerleştirmekle kalmadı, aksine tesirleri çok derin olan reformlar yaptı. Bu reformlar, Türkiye’nin İslâmî tesirini kırdı.”1 Gladstone, daha önce de, İngiliz Avam Kamarası’nda Kur’ân’ı kaldırmış, “Ya bu Kur’ân’ı ortadan kaldırmalıyız veyahut Müslümanları ondan soğutmalıyız” demişti. Nitekim, emeline ulaştığını da çok geçmeden, yukarıdaki raporuyla açıklamıştı.

Bazı Osmanlı aydınlarının, laiklik olarak ifâde edilen düşünceye buldukları ilk karşılık, “asrîlik”ti.2 Bu kavram, Anglo-sakson geleneğindeki “sekülarizm”i (din dışı, dinsizlik) karşılamaktadır. Kimi cahillere göre, asrîleşmek ilericilik, din ise gericilik demekti. Onlara göre; “modernleşmek, yâni asrîleşmek için dini ortadan kaldırmak gerekirdi”! Bu anlayış, cumhuriyet döneminde de devam etti. Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, “Biz Avrupa’daki mânâda bir laiklik kabul etmiyoruz, devlet kontrolü olacaktır ve olmasında da fayda ve zarûret vardır”3 şeklindeki sözleriyle, CHP zihniyetinin laiklik anlayışını da ortaya koyuyordu.1926’da kabul edilen Cezâ Kanunu’nun meşhur 163. maddesi, dini faaliyetlerle ilgili cezaları öngörüyordu. 15 Nisan 1928’de, Anayasanın 2. maddesi olan “Bu devletin dini, din-i İslâmdır” ibâresi kaldırılır, 26. maddede yer alan “Meclis, dini hükümleri yerine getirir” hükmü de çıkarılır. Laiklik maddesi, Anayasa’ya 1937 yılına sokulur. O zamana kadar da, ilke ve inkılâplar tamamlanmış, din dersleri tamamen kaldırılmış, din adına ne varsa yasaklanmıştır.

Oysa siyasî literatürde, demokrasinin temel esaslarına aykırı olmamak şartıyla laiklik, devletin her türlü, inanç, düşünce karşısında tarafsız kalmasıydı. Bediüzzaman: “Lâik cumhuriyet, dini dünyadan ayırmaktır. Yoksa, dini reddetmek ve bütün bütün dinsizlik olmadığını biliyoruz. Laiklik dine karşı tarafsız kalmaktır… Eğer lâik cumhuriyeti soruyorsanız, ben biliyorum ki, lâik mânâsı bîtaraf (tarafsız) kalmak, yâni hürriyet-i vicdân düstûruyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişilmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişilmez bir hükûmet telâkki ederim.”4 “Hem, bu mübarek vatanda bu fıtraten dindar millete hükmedenler, elbette dindarlığa taraftar olması ve teşvik etmesi, vazife-i hakimiyet cihetiyle lâzımdır.”5 gibi ifadeleriyle, bu vatanda laikliğin nasıl anlaşılması gerektiğiyle ilgili yol göstermişti.

Dipnotlar:

1-  Prof. Zekzuk, s. 94.
2- Doç. Dr. Mümtaz’er Türköne, Modernleşme, Laiklik ve Demokrasi, s. 3.
3- Sebîlürreşad, Mecliste Anayasa Müzakereleri, c. 13, sayı: 320, Nisan 1961, s. 317.
4- Tarihçe-i Hayat, s. 187, 332.
5- Age, s. 194.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*