Leyle-i Kadrin müjdesi

Altı bin sayfalık Kur’ân tefsiriyle çağımıza bir iman ve irfan külliyatını hediye eden Bediüzzaman, “Leyle-i Kadirde kalbe gelen pek uzun ve geniş bir hakikate pek kısaca bir işâret” başlıklı mektupta, insanlığın iki dünya savaşının dehşetli zulmüyle ve merhametsiz tahribatıyla mânen de tahrip olduğunu tespit eder.

Bugün hâlâ “bir düşman yüzünden yüzer mâsumu perişan eden” saldırı ve savaşlar sürüyor. “Bin mâsum çoluk, çocuk, ihtiyar, hasta bulunan bir yerde, bir-iki düşman askeri bulunmak bahanesiyle bombalarla o­nları mahveden; ve binler, milyonlar mâsumların kanlarını heder eden” işgaller, katliamlar devam ediyor.

Zâlimler, yalnız Afganistan’ın üzerine hergün tonlarca ağırlığında bombalar yağdırıp durmadılar. Yalnız Irak’taki katliamlarla yetinmediler. İsrail askerleri, Filistin’de mülteci kamplarını tanklarla, toplarla, helikopterlerle bombalamakla, sokaklarda okula giden çocukları makineli tüfeklerle taramakla kalmadı, kalmıyor.

Adâlete, insaniyete, hakîkate ve hukuka uymayan ve “gaddarâne bir zulüm hesabına” hazırlanan egemenlik ve çıkar projeleri peşpeşe dayatıldı, dayatılıyor.

Çeşitli bahanelerle, “demokrasi ve özgürlük” vaadi uydurmalarıyla, hiçbir hak ve hakîkat hesâbına olmayan, bilâkis inat, ırkçılık, enâniyet ve çıkarcılık adına dünyada emsâli vuku bulmayan gaddarâne zulümler yapıldı, yapılıyor…

* * *

İnsanlığı katledenler, “hasis ve pis menfaatleri” uğruna dünyayı da katletmekte; sera gazlarıyla atmosferi zehirlemekte; iklim, toprak, çevre, hava, bitki örtüsü, ormanlar, yeraltı ve yerüstü suları kirletmekteler. Enerji kaynaklarını hor ve hoyratça kullanarak dünyanın envanterini tüketmekteler…

Kimyasal ve biyolojik silâhlarla savunmasız mâsum ve mazlumları vahşice öldüren bozguncular, hem dünyanın maddî dengelerini bozmakta, hem de mânevî değerlerini dejenere edip zıvanadan çıkartmaktalar…

Bu yüzden “Öyle bir musibetten kaçınınız ki, geldiği vakit zâlimlere mahsus kalmaz, mâsumlar ve mazlumlar da içinde yanar” âyetinin mânâsı hükmetmekte. İnsanlığın başında küresel felâketler, depremler, tsunamiler, kasırgalar, vebâlar, sel taşkınlıkları ve çölleşme benzeri belâlar ve umumî musîbetler, kuraklıklar, kıtlıklar ve sefâletler eksik olmamakta…

Neticede “zemin yüzünde zulüm ve tahribat, küfür ve isyan ile, nev-i beşer (insanlık) tam tokada kendini müstahak etmekte ve dehşetli tokatlar yemekte.” “İkinci Avrupa” işlevini üstlenmiş Yahudi ifsad şebekeleri güdümündeki “ikinci Amerika” İslâm âlemine ve bin yıl Kur’ân’ın bayraktarlığını yapan Osmanlı coğrafyasına yaptığı “ihânetin cezâsı”nı çekmekte…

Bir asrı aşkın zaman içinde, “milyonlarla mâsumların kanlarıyla yoğrulmuş” zulmün âbâd olmadığı görüldü. “Avrupa zâlim hükûmetleri, zulümleriyle, Sevr muâhedesiyle âlem-i İslâma ve merkez-i hilâfete (Osmanlıya) ettikleri ihânete mukâbil yedikleri mağlubiyet tokadı” mânen de iflâh ettirmedi…

Bu sebeple insanlık, mânevî tahribat yarasını henüz iyileştirmiş değil. Bugün de mağluplar “dehşetli me’yusiyetlerle (ümitsizliklerle)” ve “gâlipler dehşetli telâş ve hâkimiyetlerini muhâfaza ve büyük tahribatlarını tâmir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azâbı”yla kıvranmakta…

“Sefâhette ve dalâlette bozulmuş ikinci Avrupa”, çürük ve esassız esaslar peşinde koşan ve yalnız menfaati için çalışan haliyle, inkârcılık saptırmasıyla, insanlığa dalâletli bir felsefeyi, sefih ve muzır bir medeniyeti sundu, sunuyor. Deccal gibi bir tek gözü taşıyan kör dehâsı ile rûh-u beşere cehennemî bir hâleti hediye etti”, ediyor…

Bu yüzden “mânevî temelleri sarsılan garb cemiyeti”, inanç ve ahlâk buhranıyla bunalmakta. Bu hastalık, illet ve taûn gittikçe yeryüzüne dağılmakta…

* * *

Lâkin rahmet ve müjde, musîbetin en koyu ve katmerli kaosundan doğmakta. Gecenin en karanlıklı vaktinde şafak sökmekte…

“Dünya hayatının bütün bütün fânî ve muvakkat (geçici) olduğu ve medeniyet fantaziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olduğu” bütün insanlığa görünmekte. “Gaflet ve dalâlet, Kur’ân’ın elmas kılınıcı altında parçalanmakta…”

Yer yüzü kan ağlıyor. Bediüzzaman’ın bildirmesiyle, mânâdan mahrum zâlim dessas ve çıkarcı siyasetin “rûy-i zeminde (yeryüzünde) pek gaddarâne hakikî sûreti göründü” göründü, görünüyor.

Bunun içindir ki insanlığın artık Kur’ân-ın hakikatlerini arayacağı ve bulduktan sonra bütün ruh-u canıyla sarılacağı bir süreç başladı, başlıyor.

“Gâyet dehşetli bir tarzda dünyanın fenâ ve fâniliğine ve dehşetli tokatları”na karşı insanlık, hakîki tesellînin yalnız ve ancak Kur’ân’da olduğunu gördü, görüyor. Madden ve mânen kanayan bu derin yarasını tedâvî edecek, bu kanı durduracak Kur’ân’dan başka olmadığını anladı, anlıyor…

Bütün işâretler, nurlu iman ve Kur’ân hizmeti haberleri, “istikbâlin kıt’alarında hakîkî ve mânevî hâkim olacak ve beşeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek İslâmiyet”in mânâ ve mesajının her gün daha da doğru anlaşıldığını müjdeliyor…

Leyle-i Kadrin bu mânâ, mesaj ve müjdesinin tam tahakkukunu rahmet-i İlâhiyeden dua dua bekliyoruz ve niyâz niyâz niyâz diliyoruz…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*