Lezzeti şükür için istemek

Risale-i Nur’da İktisat Risalesi’nde geçen, Gavs-ı Azam’ın tavuk meselesini duymuşuzdur.

Bir talebe kuru, siyah bir ekmek yerken, annesi oğlunu ziyarete geliyor ve oğlunu bu halde görünce içi acıyor. Hemen Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylani’nin yanına gidiyor ve onu kızartılmış bir tavuk yerken görüyor. Hazreti Gavs’a soruyor: “Yâ Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor. Sen tavuk yersin!”

“Hazret-i Gavs tavuğa demiş: “Kum bi iznillah!” (Allah’ın izni ile diril.) O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemed ve mevsuk çok zatlardan Hazret-i Gavs gibi keramat-ı hârikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zatın bir kerameti olarak manevî tevatürle nakledilmiş.

‘’Hazret-i Gavs demiş: “Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse o zaman o da tavuk yesin.

‘’İşte Hazret-i Gavs’ın bu emrinin manası şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese o vakit leziz şeyleri yiyebilir.’’ (19. Lem’a 3. Nükte)

İşte bu yüzden Nur Talebeleri hiç eksik etmedikleri, dillerinden düşürmedikleri duâlardan biri de “Allah’ım, bizi, lezzeti şükür için isteyen kullarından eyle.” duâsıdır.

Nimet, İn’amı Hatırlatmalı

Zahiri sebeplerden gelen bir nimeti, o sebep hesabına almamak gerektir. Lem’alar adlı eserde geçtiği üzere; eğer o sebep irade sahibi değil ise (yani bitki ve hayvan gibi), zaten onlar Allah namına veriyorlar. Öyleyse biz de ‘Bismillah’ diyerek o nimetleri almalıyız. Ama eğer nimeti veren sebep irade sahibi ise, o ‘Bismillah’ demeli ve Allah hesabına vermeli. Yok, eğer o Allah hesabına vermiyorsa alınmamalı. Çünkü En’am Sûresi 121. âyetinde mealen ‘’Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanın etini yemeyin.’’ buyuruluyor. Bu âyetin iş’ari olan başka bir manası da Risale-i Nur’da şöyle tefsir ediliyor: ‘’Mün’im-i Hakiki’yi hatıra getirmeyen ve O’nun namıyla verilmeyen nimeti yemeyiniz!”

Üstad Bediüzzaman, Birinci Söz’de bu konuya şöyle açıklık getiriyor:

‘’Madem her şey manen Bismillah der. Allah namına Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi Bismillah demeliyiz. Allah namına vermeliyiz, Allah namına almalıyız. Öyle ise Allah namına vermeyen gafil insanlardan almamalıyız.’’

Şu hadis-i şerifte de Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmaktadır:

‘’Ancak müttaki bir kimsenin yemeğini ye. Ve senin yemeğini de ancak müttaki bir kimse yesin.’’

Yani şahsın yaşantısına, geçimini nasıl sağladığına bakarak, bu şahsın bize verdiği malı alıp almamak konusunda kanaatimizi belirleriz. Şahsen müttaki olduğuna inandığımız biri ise, almakta bir beis yoktur. Ama geçimini lehviyatla veya başka gayr-ı meşrû yollarla sağlayan bir kimsenin verdiği malı almamak takvaya uygundur.

Üstad Bediüzzaman başka bir yerde, O’nun namına verilmeyen nimetin alınmasının caiz olmadığını dile getirmiştir. Şüphesiz, Allah’ın adıyla verilip verilmediği bilinmeyen bir nimeti almanın cevazlığı, o kişinin takva ve zaruret derecesine bağlıdır diyebiliriz. Zira, birçok âlim, kişi Besmele getirirse böyle bir şeyi alabilir, demişler. Üstad buna zaruret şartını koymuştur.

“O halde hem veren Bismillah demeli hem alan Bismillah demeli. Eğer o Bismillah demiyor, fakat sen de almaya muhtaç isen, sen Bismillah de, onun başı üstünde rahmet-i İlâhiyenin elini gör, şükür ile öp, ondan al. Yani nimetten in’ama bak, in’amdan Mün’im-i Hakiki’yi düşün. Bu düşünmek bir şükürdür. ‘’ (17. Lema – 13. Nota)

Burada dikkat edilecek bir husus da, ‘’sen almaya muhtaç isen’’ kısmıdır. Çünkü muhtaçlık, yani ihtiyaç kavramı bu zamanda çok genişletilmiş. Üstad Bediüzzaman’ın tabiriyle ‘hacat-ı gayr-ı zaruriye, hacat-ı zaruriye hükmüne geçmiş’.

Eğer ki bir kişi takvaya güç yetirebiliyor ise, tercihe şayan olan görüş, takvalı yolu seçmektir. Fakat kişi eğer muhtaç ise ve hali takvayı kaldıramayacak derecede ise, bunu yemekte bir beis yoktur.

Haram, ama neden haram?

Bakara Sûresi 29. âyette: “O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı” buyrulmaktadır.

Üstad Bediüzzaman bu âyeti şöyle tefsir ediyor:

“… eşyanın hilkaten mubah, helâl, menfaatli olarak yaratılıp bazı arızalardan dolayı haram olmuş olduklarına işarettir. Meselâ ağyarın malı, ismet-i şer’iye için haram olmuştur. İnsanın eti, hürmet ve keramet için; zehir, zarar için; laşe eti, necaset için haram olmuşlardır.

“Ve keza her bir şeyde bir fayda, bir menfaat olduğuna remizdir. Ve keza beşer için her şeyde bir menfaati bulunduğuna remizdir. Evet, hangi şey olursa olsun, beşere bir cihetten bir istifadeyi temin eder, velev ibret almak için olsun.” (İşarat-ül İ’caz)

Son cümle düşündürücü. Her şeyde bir menfaat vardır. Allah’ın yarattığı bir şeyde menfaat olmaması mümkün mü?

Buradan anlaşılıyor ki; hiçbir şeye tamamen haram denilmemelidir. Ama şunu diyebiliriz ki, her şey yaratılışta helâldir. Sadece bazı durumlardan ve sebeplerden dolayı haramlık devreye girmektedir.

Meselâ alkolün tedavide kullanılması helâl hatta duruma göre zorunlu iken, alkolün içilmesi haramdır. Hatta domuz gibi etinin yenmesi haram olan bir hayvana ibret için bile olsa bakmak helâldir. Ve ondan ibret almak sevaptır. Bu sebeple hiçbir şeye tamamen haram denilmez. Denilmesi, Allah’ın yarattığının tamamen muzır olduğunu dolaylı olarak dile getirmek olur ve bu da doğru değildir. .

Demek ki haram olan şeylerin haramlığının bir hikmeti olmakla beraber, tamamen haram denilmesinin de sakıncası vardır.

Ahmed Said Asma

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*