Lider sultası mı, prensipler demokrasisi mi?

Bu haftaki yazı serisini, aynı konuya dair bu yazı ile tamamlamış olalım.

Kimine göre, siyasette önemli olan şahıs faktörüdür. Böyleleri, temayül ve tercihini vitrinde görünen üst düzey kadrosuna ve bilhassa lider konumundaki kişiye göre belirler. “Ben şu-bu partili değilim arkadaş; ben falan lideri tutuyorum” diyenlerin sayısı hiç de az değil.

Kimine göre ise, şahsın pek önemi yok. Şahıslardan herhangi biri başa getirilir. Denersin, o olmazsa diğeri gelir. Bakarsın olmadı, bu kez işi eş başkanlarla yürütmeye çalışırsın…

Böylelerinin nazarında belirleyici olan temel faktör fikirdir, dâvâdır, misyondur, ideolojidir…  Bu görüşlerden biri ifrata, diğeri tefrite götürebilir. Zira, iktidara gelebilmek için bu iki faktöre de ihtiyaç var.

Öncelik, elbette ki dâvâda, misyonda olmalı. Ancak, misyon sahibi olmak, iktidar olmaya kâfi gelmiyor. Bir partide o misyona uygun lider ve kadro da bulunması lâzımdır ki, başa güreşerek alternatif olma şansına sahip olabilsin.

 

Evet, siyasî partilerin asıl maksadı, iktidara oynamaktır. İktidara gelme şansına, iktidarı belirleme veya alternatif olma potansiyeline sahip olmayan partilerin, fikir kulûbünden, etnik yahut ideolojik grup kimliğinden öteye gitme şansları yoktur.

Zaman zaman kırktan fazla partinin seçimlere iştirak ettiği Türkiye’de, iktidar şansı olan partilerle ideolojik partileri birbirinden tefrik etmek hayli zorlaşıyor.

Yatay oy geçişleri

Demokratlar, geçmişte yaşanan bütün olumsuz gelişmelere rağmen, yine de misyon siyasetinden yüz çevirmemeli.

Çünkü, onlar şahıstan ziyade “misyona öncelik” veren bir geleneğin sahibi ve takipçisidirler.

Şayet, şahısların kusur ve hatalarından dolayı bu siyasî yapıdan yüz çevirmeler olsaydı, meselâ Demokrat Parti’nin 1950’de güçlenmesi ve tek başına iktidara gelme şansı çok zayıf olurdu.

Zira, DP’nin başında tâ 20 Mayıs 1950’ye kadar da Celal Bayar vardı. Bayar, gerek komitacılıkta, gerek İttihatçılıkta ve gerekse Atatürkçülükte, zirvelerde oynayan bir siyasî aktör idi.

Ancak, buna rağmen, Nur Talebeleri, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Partiyi desteklediler. Dahası, Üstad Bediüzzaman, DP’lilerin teklif ve oylarıyla 20 Mayıs günü Cumhurbaşkanı seçilen Bayar’a “Umum Nur Talebeleri adına” Emirdağ’dan bir tebrik telgrafı gönderdi. (Bkz: Emirdağ Lâhikası, s. 264)

Demek ki, şahıs “mükemmel reis” olmasa ve hatta kusurlu olsa bile, yine de misyonu şahıslara fedâ etmemeli, misyondan sapma eğilimi içine girmemeli.

Oysa, o tarihte Halkçıların karşısında Demok- ratlardan çok daha dindar görünümlü kadroya sahip bir Millet Partisi vardı. Tıpkı, bugünkü DP’den daha dindar görünümlü Milletçiler (Millî Görüş) kökenli kadrolar gibi.

Ancak, onlara o tarihte yine de yüz verilmedi ve itibar gösterilmedi. Sadece, şu sakıncalı muhtemel gelişmeye dikkat çekildi: “Eğer Demokratlar düşerse, tek başına iktidara Millet Partisi (1950’de oyları yüzde 3’tür) gelir. (Age, s. 387, 422)

Buradan anlıyoruz ki, dindar ve muhafazakâr kitlelerin oyları Halk Partisi’ne gitmiyor; belki, Demokratlar ile Milletçiler arasında “yatay geçişler” yaparak, blok halinde yer değiştiriyor.

 

İdeal manada siyasete bakıldığında, şahıstan ziyade ölçü, prensip, düstûrlarla kàim olan misyon çizgisi ön plânda gelir ve gelmeli.

Ancak, şahıs ve lider de, bilhassa kitlelerin nazarında fevkalâde bir öneme sahiptir. Meselâ, Menderes’in zamanla ön plana çıkması ve parti lideri olması sayesinde, DP daha çok güçlendi ve ülkenin her tarafına kök salarak gelişti.

Şahısların değişmesi, “Demokrat Nur Talebeleri”nin tercih ve temayülünü değiştirmez ve değiştirmemeli.. Çünkü, onlar ta başından beri misyon çizgisine bakarak tercihlerini belirledirler. Yani, vitrine girip çıkan şahıslardan ziyade, prensip olarak o misyona bağlı kaldılar. Bu bağlılık da, Üstad Bediüzzaman tarafından onlara tevdi edilen “nokta-i istinad” olma vazifesine taalluk ediyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*