Lorena Lara Vacide′nin mektubu

Barla’ da hissettiklerimi asla unutmayacağım. Küçük bir yer, ama bir o kadar da haşmetli. Maneviyatta haşmetli, her bir köşede, kaldırımlı sokaklarında teneffüs edilen imanla haşmetli, tek bir kelime etmeksizin tebessümleri ve samimi bakışlarıyla hoşamedi eden, telaşsız, usulca yürüyen her bir sakiniyle haşmetli.
 
Bu seyahatte öyle duygusal ve etkileyici hadiseler oldu ki; kalbimin hissiyatıyla kendinden geçmiş aklım, imkânsız görünse bile, bunları azar azar kelimelere dökmeye çalışacak. Bir insanın dünyalık her şeyi terk etmesini ve başkalarının imanlarını kurtarmak için ömrünü iman dâvâsına adamasını sağlayan nedir? Nasıl derin ve özel bir aşktır, şefkattir ki hissettiği; zulümlere, işkencelere, sürgünlere, zindanlara tahammül edebilir ve şaşmaz bir iradeyle doğru bildiği yolda ilerleyebilir?

Böyle birini bulmak kolay değildir. Bundan dolayıdır ki, yazdıkları yoluyla Bediüzzaman Said Nursî’yi tanımış olmaktan kendimi bahtiyar addediyorum. Ancak, eserlerini okumakla bahtiyarlığım, yaşadığı yerleri gördüğümde hissettiklerimi anlatmakta kelimelerimi kifayetsiz bırakıyor. Tabiî, mutlak bir tecrit içinde, sürgünde olmaya yaşamak denebilirse…

Her bir mekanın kendine özgü esansı vardır, farkı teneffüs edilir ve hepsi derinden hissedilir. Risale-i Nur, İslâm ve iman hakikatlerinin yayılması için, kuşkusuz Allah tarafından seçilen birinin elinden Barla’da başladı. Barla’da her bir köşe Üstad Said Nursî’den izler taşıyor. Yürüdüğü sokaklarda, üzerinde dua ettiği ağaçlarda, bulunduğunda kendisine ilham edildiği dağlara, yazdığı bahçelerde, orada her şeyde ondan hatıralar var. Birkaç dakika sadece bunu tefekkürle, bu kadar güzel ve derin mevzuların neden burada yazıldığını anlamak kolaylaşıyor. Şunu açıklayabilirim ki, bulunduğum diğer yerlerin beni etkilememiş olmasından değil ama en çok tesir hissettiğim yer Üstad’ın ikinci evi oldu.

Said Nursî’nin Yirmialtıncı Mektub′da yazdığı, kendisine yapılabilecek üç cihetle ziyareti hatırlayarak, hayat-ı dünyeviye cihetiyle ziyaret kapısını kapıyorum, kendisini mübarek bir şahıs olarak görme kapısını da kapatıyorum ve umuyorum ki Allah ziyaretimi, Cenab-ı Hakkın bir hizmetkârı olarak Kur′ân ve imanın dellalı olduğu cihetle, kabul eder.

İlk dikkatimi çeken, odalardan birinde, aralarında diğer dillerden çevirilerin de bulunduğu tam tekmil Külliyat oldu. O anda İspanyolca’ya çevrilmiş Sözler’i aralarına bırakma ihtiyacı duydum. Onu Külliyat′ın arasında görür görmez, öyle güçlü bir hissiyat kalbimi ve ruhumu kapladı ki, şedit ve engellenemez bir ağlama kendini gösterdi. Aniden zihnimden, İslâmiyetle şereflenişimden kendimi Allah’a en yakın hissettiğim o ana kadarki hayatım, film şeridi gibi geçti. Neticede anladım ki, bu hayatta vazifem Risale-i Nur’u İspanyolca’ya çevirmektir.

Tam da bu yüzden, Üstad’a büyük bir minnettarlık ve derin bir saygı hissettim. İstanbul’da Sempozyum sırasında tanıştığım Fırıncı Abi’nin “Senin geleceğini biliyordum, çünkü Üstad her ülkeden Risale-i Nur’u kendi diline çevirecekler çıkacak demişti” cümlesini hatırladım ve evinde çeviriyi bırakarak Üstad’a verebileceğim en iyi hediyeyi getirdiğimi düşünmekten kendimi alamadım. Aslında bu, hayatım boyunca benim aldığım en önemli armağandı.

Sözler’in tercümesini Külliyat’ın aslının yanına koyunca, kalbim konuştu ve dedi ki: “Sevgili ve saygıdeğer Üstad’ım, bu İspanyolca çevirinin yapılacağını nasıl bildiyseniz öylece buraya bırakıyorum. Sadece Allah’ın rızasını ve sizden de tercüme sırasında bir kusurum olduysa affını ümit ediyorum. Üstad’ım biliniz ki, vazifemin bu olacağını bilemezdim. İnşaallah Allah hatalarımı bağışlar ve ahirette kendisiyle görüşmemi nasip eder.”

Ağlamamı teskin edince, ağabeylere geceyi orada geçirip geçiremeyeceğimizi sormaya karar verdim, çünkü tüm kalbimle buna ihtiyacım vardı. Bu seyahat boyunca nail olduğum lütuflardan bir diğeri olarak bize bir istisna yapıp izin verdiler. Bir ağabey bana, beni Üstad’a bağlayan bu kadar kuvvetli hissiyata binaen odasında kalmayı hak ettiğimi söyledi, fakat ben istemedim. Hiçbir bayanın odasında uyumamış olmasına hürmetle başka bir odada uyumayı tercih ettim. Ancak uyuyamadım. Bütün bu duygular beni ayık tuttu. Oturup, sadece ayın aydınlattığı yıldızlı gökyüzünü tefekkür etmeye karar verdim. Ben, Üstad’ın evinin balkonundan, Yaratıcının azamet eserlerini temaşa ederken, Barla uyuyordu. Uyumak artık bir şey ifade etmiyordu ve yorgunluk zaten hissedilmiyordu. Sabah ezanı beni bu hâlette yakaladı. Hâkim-i Mutlak’ın yönettiği bir orkestra gibi önce bir camiden ezan sesleri yükseliyordu, sonra bir diğerinden, ardından diğerinden.
Beni doğru yola ilettiği için Allah’a şükürler olsun. Allah’ın selâmı ve bereketi, bize gerçek ubudiyet yolu olan İslâm’ı öğreten, kulu ve resulü Hz. Muhammed′e (asm) olsun. Allah’ın selâmı, Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî’nin üzerine ve bugün insanlık Risale-i Nur’un manevî nimetlerinden faydalansın diye tüm zulümlere iman kuvvetiyle dayanmış bütün talebelerinin üzerine olsun.

Sadece, bana her şey için elhamdülillah demek kalıyor.

Vacide Lorena Lara

(Abdullah Özen′in facebook sitesinden alınmıştır)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*