Lütfen sıdk!

Hayatı hile ile geçmiş insanlar var.
Vah onların haline!
Ne acınacak bir durumdur içinde oldukları vaziyet.
İnsanlara müdhike olmak ne dehşetli bir görüntüdür.
Hile ile başarılı olmak, hile ile iş çevirmek ne acınacak bir durumdur.
Onun için bir Müslümanın hiç düşmemesi gereken bir vaziyet, hileciliktir.

Hilebaz, hilekâr şeytanın insanda hüküm sürdüğü, nefsin oyunlarını sergilediği bir sukût halidir, düşüklüktür.

İmtihan meydanı olan dünya arenasında, elbette hile ile iş yapanlar da olacaktır. Şeytanın o damarından yakaladığı insanlara mümkün mertebe yakınlaşıp, bu çirkin düşüklük halinden kurtulması için adımlar atmak, insanlığın gereğidir. Ama insan bir huy kapmaya görsün, o damar onda kökleşiyor, artık o durumu göremeyecek hale geliyor. Hatta öyle olmakta maharet kazanıyor, tecrübe kazanıyor ve öyle olmayı şeytanın da telkinleriyle savunur hale geliyor.

Allah muhafaza!
Böylelere duâlar etmeli ki bu çirkin görüntü temizlensin.
Böylelere Bediüzzaman’ın tavsiyesi ne kadar da güzel!
“En büyük hile, hilesizliktir.”

**
‘Lütfen’ yazı serimiz, okuyucularımızdan kabul gördü. Şükür.

Ama bu ‘lütfen’ler bitecek gibi değil, hatta bize ‘şuna da lütfen!’ diyen ve onları da yazmamızı isteyen okuyucularımız da oldu. Yazacağız, inşallah!

Bu yazımızın başlığını ‘lütfen doğruluk’ diye yazacaktım. Fakat doğruluğun, sıdktan gerilerde bir aşama olduğunu öğrenince, ‘sıdk’ kelimesi ön plana çıktı.

Meselâ insan doğru sözlü olabilir. Ama aynı insanın kalbi, davranışları o doğru sözü tasdik etmeyebilir. Yani dilinden çıkanı, davranışları desteklemeyebilir. Dili doğru söylerken, kalbi onu yalanlayabilir.

Oysa sıdk, doğruluktan çok daha ileri bir duygu aşamasıdır. Yani sıdk, dilin söylediğini kalbin, davranışların tasdik etmesidir.

Sıdk, doğru sözün yanında doğru davranış ihtiva eder. Yani iç-dış, gizli açık her halin aynı çizgide olmasıdır.  İç ile dışın birbirini desteklemesidir.

Sıdk, İslâmiyetin üssülesasıdır. Beden için kalb ne ise, İslâmiyet için sıdk da öyle bir şeydir. Yani sıdk olmadan İslâmiyet olmaz. Sıdkla ulvî hisler gelişiyor.

O zaman, “İçtimaî hayatın esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip, onunla manevî hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz.”

Anlaşılıyor ki, sıdk, bir manevî tedavi ünitesi gibidir. Manevî hastalıklar sıdkla iyileşme sürecine giriyor.

Sıdkın bozulması diğer manevî hastalıkları dâvet ediyor.

Ama sıdkın içimizde hayat bulup dirilmesi, diğer manevî hastalıkları da yok eden, eriten, tedavi eden bir süreçtir.

Evet, bir Müslümanda hiç olmaması gereken bir hastalık, yalandır. Evet, Peygamberimizin (asm) dikkatlere sunduğu veçhile, Müslüman hata yapabilir, günah işleyebilir, ancak bir Müslüman yalan söyleyemez.

Yalan, Allah tarafından bilinen bir şeyin aksini söylemenin, Allah’ın bildiğine muhalif iddiada bulunmanın ve bir meselenin Cenâb-ı Hak nezdinde keyfiyetine aykırı söz uydurmanın adıdır. Meselâ, hak katında salihler arasında bulunan iyi bir insandan bahsederken onu yerden yer vurma ve kötü bir adammış gibi anlatma Allah katında yazılı olan doğru değil, benim dediğim doğru demek gibi bir küstahlık ve küfre yakın korkunç bir iftiradır.

İşte bu yüzden insanlar hakkında su-i zan, gıybet, iftira, yerici sözler veya övgü ifadeleri kullanırken çok dikkatli davranmak gerekir.

Yalan, gece ile gündüz kadar birbirine uzak olmak lâzım gelir. Ama hile ile başlayan süreç, riyakârlığa, dalkavukluğa, nifak ve münafıklığa, oradan da yalana kadar gidebilmektedir.

Acı ki, yalan kâfire benzemektir. Yalancılık bir mü’min vasfı değildir.

Ama gelin görün ki, hile ile, yalan ile işini gören propaganda-i siyaset, yalana fazla revaç verdi. Onun için iman ile küfür kadar birbirinden uzak olması gereken sıdk ve yalan, zamanla aynı tezgâhta bulunur hale geldi.

Hutbe-i Şamiye, 131’de, “Necat yalnız sıdkla, doğrulukla olur. Urvetü’l-vüska, sıdktır. Yani, en muhkem ve onunla bağlanacak zincir, doğruluktur.” denilmektedir.
Evet, en güzel hile, hilesizliktir. Hilede hakikati çarpıtmak var. Hakikatin hakkına girmek var. Oysa hak ve hakikat hileye muhtaç değil.

İnsanın kendi iç dünyasında gerçekleştirebileceği en büyük operasyonlardan birisi, hileyi, riyakârlığı, dalkavukluğu, tasannuyu, nifakı, münafıklığı ve neticede yalanı terk etmektir.

Yani bir büyük maddî hastalık için gerçekleştirilen operasyon/ameliyat gibi, bu büyük manevî hastalık olan yalanı insandan uzaklaştırabilmek için de bir o kadar ciddî manevî operasyonu gerçekleştirmek insanın en önemli meselesi olsa gerek. Belki de yalan olduğunun farkına varılmadan, yalana giden yollar olan lâf çarpıtmak, kapalı bir biçimde, dolaylı olarak söz söyleme bunlar asıl maksadı gizlemek anlamına geldiği için çirkindir.

Bir de mazeret döktürme üstü örtülü bir yalandır. İnsan bir hata, bir günah işlediğinde, o suça ve günaha mazeretler, bahaneler sunması daha kötü ve daha çirkindir.

Yine mübalâğa da bir yalandır. Mübalâğa, bir şeyi ifade ederken olduğundan çok fazla noksan veya fazla göstermektir. Üstad, “Hangi şeyi vasfetsen, olduğu gibi vasfet. Medhin mübalâğası zemm-i zımnidir. (zıddını akla getirir).” der.

Hasılı, bütün insanlığa lâzım bu ahlak için, ‘Lütfen sıdk’ diyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*