Muhabbet fedaisi olan minik “Roman kardeşlerin” ilâhî korosu

Geçen hafta boyunca Karadeniz bölgesindeydim.

Rize’den başlayıp Samsun’a kadar bütün Karadeniz kıyı şeridindeki il ve ilçelerdeki dost ve dâvâ arkadaşlarımızla hizmet mekânlarımızda birlikte olduk. Ders, soru, cevap, muhabbet, mütalâa, hatıra, hizmet projeleri ve planlarımızı hem tecrübeli ağabeylerimizle hem de genç kardeşlerimizle birlikte müzakere ettik. Güzel tesbitler yaptık. Neticeleri de güzel olur inşaallah.

Bu hafta Akdeniz ve Ege bölgesindeyim. Antalya’dan başlayan turumuz, Kumluca, Finike, Fethiye, Muğla, Marmaris, Denizli, İzmir, Menemen, Ali Ağa, Manisa, Turgutlu, Tire, Ödemiş il ve ilçelerini kapsayarak devam ediyor.
Bu haftaki yazımı Denizli’de yazmaya başladım, İzmir’de tamamladım. Ama haberin asıl kaynağı Fethiye’dir.

Yazıya Denizli’den başlamam da çok hoş bir tevafuk oldu. Çünkü Denizli Kabristanında medfun Nur’un iki kahramanlarından Hasan Feyzi Yüreğil Ağabeyin, o yanık ve hazin şiirinde devamlı tekrar ettiği “Ey rahmet-i âlem Risâle-i Nur” mısralarının hakikatleri bir defa daha kulaklarımda ve gönül telimde yankılandı.

Geçen Pazar günü Antalyalı dâvâ arkadaşlarımızla, bir ay önce açılışını yaptığımız Finike dershanemizde ‘İl Meşvereti’nde bir araya geldik. Meselelerimizi müzakere ettik. Bu arada çoktan beri beni Muğla’ya dâvet eden değerli kardeşlerimle de irtibat kurup Finike’ye gelip hem bizim meşveretimize katılmalarını, hem de Muğla’ya birlikte gitmemizi teklif ettim. Sağ olsun onlar da bu teklifimi kabul ettiler. Biz de Finike’deki meşverete katılıp müzakerelerin bitmesini beklemeden Fethiye’de yapılmakta olan çevre dersi ve meşverete katılmak üzere hareket ettik.

Fethiye’deki dershanemizin bir farklı özelliği var. O da şudur: Ülkemizin ve dünyanın bir gerçeği olan “Roman vatandaşların” ve de Alevî vatandaşlarımızın burada Nur derslerine olan müdavimlikleri ve dâvâya sahip çıkmalarıdır. Daha önce bunun hikâyesini dinlediğim ve kaç sene önce birkaç defa da derslere katıldığım halde yakînen onlarla müşerref olamamıştım. Fethiye dershanemize vardığımızda içeride ikindi namazı kılınıyordu. Biz de namazlarımızı kıldıktan sonra arka taraftaki cıvıl cıvıl çocuk denecek gençlerle müşerref olduk. Yerlerinde duramıyorlardı. Canlı, heyecanlı, cıvıl cıvıldılar. Yaşları on üç – on beş arasında değişiyordu. Onların her birinin elini sıktım. Muhabbet ve aşk doluydular. Bizim ülkenin çocuklarının ekserisi utangaç ve çekingendir. Fakat bunlarda böyle bir emare yoktu. El sıkarken: “Maşallah gençler! Nasılsınız?” dedim.  Anında aşk ve şevk dolu mukabele geldi: “İyiyiz!” “Sen nasılsın?”  “Sen kimsin?” “Nereden geldin?”

Daha sonra Marmaris, Ortaca, Muğla, Üzümlü gibi beldelerden gelen ağabey ve kardeşlerle merhabalaştık. Hâl hatır soruldu. Ders yapıldı. Dersi dikkatlice dinleyen ve sayıları yedi-sekiz civarında olan bu gençler ilâhî söylemek istediklerini söylediler. Biz de, hay hay deyip onları dinlemeye başladık.

Allah’ın bu tür insanlara verdiği müzik ve ses nimetinin kendi yolunda sarf edildiğine ilk olarak şahit oluyordum. Fethiye dershanesi harika bir ilâhî korosunun nağmeleriyle çınlıyordu. Odayı dolduran bizler zevkle, hayretle, muhabbetle onları dinliyorduk. Çok içten, çok coşkulu, çok aşk ve şevkle ilâhiler ardı ardına devam etti. Resimlerini çektim. Ama kameram olmadığı için video kaydı fırsatını şimdilik kaçırdım. Ama ilk fırsatta bu muhteşem ve mutlu hadiseyi canlı olarak kayıt altına almak istiyorum.

Onları dinlerken kalp, his ve ruh dünyamda tatlı, buruk, ibretli bir sevinci ve ıztırabı hissettim. Bütün dünyada ve ülkemizde maalesef dışlanan, hor görülen, hakaret edilmese bile gereken önemin verilmediği bu masum ve kabiliyetli insanların İslâmiyet’le şereflenip, Allah’ın yoluna girdiği zaman ne kadar muhteşem manzaraların olabileceğinin canlı bir misâlini bizzat yaşıyordum. Allah’a şükrettim. Üstadım ve dâvâmla bir defa daha iftihar ettim. Birkaç yıldan beri duymuş olduğum bu haberi şu anda dostlarımla iç içe ve canlı olarak yaşıyordum. İzmir’de de bu tür vatandaşlarımızla ağabey ve kardeşlerimle birçok defa derslerde beraber olmuştum. Onları biliyordum. Ama ilk defa gençliğinin baharını yaşayan bu müstesna muhabbet bülbüllerinin harika koroları beni başka bir âleme götürdü.

Daha sonra bu hoş, orijinal ve güzel hadiseyi anında telefonla paylaştığım Antalyalı bir dâvâ arkadaşımın; “Ağabey, oraya birlikte gidip o manzarayı sizinle yaşamak istiyorum. Maşaallah ne güzel haber bu. Aynı zamanda bundan sonraki konferans, panel ve sempozyumlarda bu koroyu sahneye çıkaralım.” teklifine de hemen; “Evet!” dedim.

Anadolu’nun bağrından çıkıp dünya gündemine oturan; “Nurculuk Dâvâsının” bânisi, tesis edicisi, patent ve marka sahibi aziz Üstadım! Sen gönüllerde daim yaşa! İşte “Roman Açılımı” denilen hadisenin Kur’ân’a dayanan harika bir örneğiydi bu. Kur’ân’dan ve sünnetten çıkardığın “hakikat mesleğinin” insanlığın her sınıfında ve kademesinde tezahür ve yansımalarını görüyor, iftihar ediyor ve bütün tembelliğimiz ve aczimize rağmen az da olsa böyle güzel, şirin, farklı, hoş netice ve meyveleriyle teselli bulmaya çalışıyoruz.

Toplumun bütün kademelerini kucaklayabilmenin, onları “adam” yerine koymanın, onların dertleriyle dertlenmenin en bariz açılımı ve tatbikatına bundan daha güzel örnek olamazdı.

Mesaisini, varlığını, hayatını, enerji ve tecrübesini bu topraklar ve millet başta olmak üzere küre-i arzın ve beşeriyetin saadeti ve mutluluğu için bu dâvâya veren insanların tarihe artı değerinin neticesiydi bu!

Kafasında ırk, din, mezhep, etnik köken, felsefî düşünce, kadın, erkek, fakir-zengin, siyah-beyaz ayırımı ve kategorizesi olmayan bir cemaatin kendi iç dünyasındaki inanç ve imanının tatbikatı ve canlı misaliydi bu!

Günlük hayata yansıyan sosyal bir yaranın en güzel tamir ve kaynaşım projesinin neticesiydi bu!
“Dersim faciası”nın mucit ve tatbikatçıları tarihe mâl olan hicran yaralarını örtme gayret ve telâşlarına devam ededursunlar. Bunu artık başaramayacaklar.

Ama biz “Nur Talebeleri” biliyoruz ve bizzat yaşamışızdır ki; “Dersim” sadece bir bölgeye ve bir ırka yapılmadı.
En başta inanca yapılan “Dersimleri” yaşadık ve hâlâ yaşamaya devam ettiğimiz kısımları var bunun.
Kültüre yapılan “Dersimleri” yaşadık ve hâlâ yaşamaya devam ediyoruz.
Tarihe yapılan “Dersimleri” yaşadık ve hâlâ yaşamaya devam ediyoruz.
Geleneğe, örfe yapılan “Dersimleri” yaşadık ve hâlâ yaşamaya devam ediyoruz.
Ama biz “hınç, öç, intikam” peşinde olmadık ve olmayacağız.
Silâha, sopaya sarılmadık, sarılmayacağız.
Küfre, sövmeye, döğmeye, kırmaya, tahribe sarılmadık, sarılmayacağız.
Çünkü “Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur.”
Nice güzel örnek hizmetlerde bulunmak dilek ve duâsıyla.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*