Mahlûkatın Hâlık ile münasebeti

Allah ile varlıkların/mevcudatın ilişkisini düşündüğümüzde; ilişki, alâkadarlık yaratıcılık / hallâkıyet açısındandır.

Bütün mevcudat Hâlık’tan yaratılmışlık açısından aynı mesafededir. Yani bütün mevcudat görelim veya görmeyelim, mahiyetini bilelim ve bilmeyelim hepsi yaratılmıştır ve hepsine birden bilindiği gibi mümkün’ül vücud denir.

Bütün mevcudat (daha doğrusu, mümkün’ül vücud olanlar), her birisi belli bir hikmet için, belirli bir vazife için yaratılmışlar ve Yaratıcının (Vacibü’l-Vücud) emirlerini yerine getirmekle vazifelidirler.

Aynı zamanda, “Cenâb-ı Hakk’ın bütün (binbir) esmâsıyla hakikî bir surette tecelliyâtı var. Bütün eşyanın O’nun icadıyla bir vücud-u ârızîsi (sonradan olma bir vücudu) vardır. Ve o vücut, çendan Vâcibü’l-Vücudun vücuduna nispeten gayet zayıf ve kararsız bir zıll, bir gölgedir; fakat hayal değil, vehim değildir. Cenâb-ı Hak, Hallâk ismiyle vücut veriyor ve o vücudu idame ediyor.”1 Yani, bütün varlıklar Cenâb-ı Hakk’ın Hallâk isminin tecellisine mazhardırlar.

Nasıl ki, “Vacibü’l-Vücud, zatında, mahiyetinde mümkine benzemediği gibi, ef’alinde de benzemiyor. Çünkü Vacibü’lVücud’un kudretine nispeten yakın uzak, az çok küçük büyük, fert nevi, cüz küll aralarında fark yoktur. Ve keza, O’nun fiilinde bizzat mübaşeret (temas) yoktur. Fakat mümkinin kudreti bu derece değildir. Bunun için, nefis Vacibü’l-Vücud’un ef’alini fiillerine benzetemiyor; hakikatini fehmetmekte akıl mütehayyir kalıyor, fiili failsiz zannediyor.”2 Hâlbuki “her bir mevcut, Vâcibü’l-Vücudun bâki şuûnâtının tezahürüne bâki birer medar olacak mânâları, keyfiyetleri, hâletleri vücutta bırakıp öyle gidiyorlar. Hem o mevcut, bütün müddet-i hayatında geçirdiği etvar ve ahvâli, ilm-i ezelînin ünvanları olan İmam-ı Mübîn, Kitab-ı Mübîn, Levh-i Mahfuz gibi vücud-u ilmî dairelerinde vücud-u haricîsini temsil eden mufassal (tafsilatlı, etraflı, uzun uzadıya açıklanıp anlatılan, ayrıntılı, detaylı) bir vücut dahi bırakıp öyle giderler. Demek, her fâni, bir vücudu terk eder, binler bâki vücutları kazanır, kazandırır.”3

Bunu nereden mi anlıyoruz?

Çünkü “Vücut nev’inde tezahum (zahmet, sıkıntı) yoktur. Yani pek çok âlemler, hâller, vücut sahnesinde içtima eder, birleşirler.

Meselâ: Gece zamanı, duvarları camdan olan ve elektrik yanan bir odaya girdiğin vakit, âlem-i misale bir pencere hükmünde olan camlarda pek çok menzilleri, odaları göreceksin.

Saniyen: Odada otururken, kemal-i sühuletle o misalî odalarda her çeşit tebdil, tağyir, tasarruf edebilirsin.

Salisen: Odadaki elektrik, elektrik misallerinin en uzağına, en yakındır; çünkü o misalî misallerin kayyumu odur.

Rabian: Bu maddî vücudun bir habbesi, bir parçası, o misalî vücudun bir âlemini içine alabilir. Bu dört hüküm, Vacib ile âlem-i mümkinat arasında da caridir. Çünkü mümkinatın vücudu, Vacib’in nurundan bir gölge olduğu cihetle, vehmî bir mertebededir; Vacib’in emriyle vücud-i hariciyeye girer, sabit ve müstakar kalır.

M.Fahri Utkan

Dipnotlar:
1- Mektubat.141. yeni tanzim.
2- Mesnevî-i Nuriye, 295.
3- 24. mektup.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*