Manastırlı İsmail Hakkı (1846-1912)

İsmail Hakkı, 1846 yılında Manastır’da doğdu. Sancaktar İbrahim Efendinin oğludur. Köken olarak Konyalı bir aileye mensuptur. Dedesi, II. Mahmud zamanında Konya’dan ayrılarak Manastır’a gitmiş ve ailesiyle buraya yerleşmiştir. İlk eğitimini doğduğu Manastır’da aldı.

Daha sonra İstanbul’a gelerek eğitimine devam etti. İstanbul’da bulunan hocalardan Mustafa Şevket ve Yusuf Ziyaeddin efendilerden dersler aldı. Medrese eğitimini tamamlayıp mezun oldu.

 

Eğitimini tamamlayıp icazet alan İsmail Hakkı, daha sonra ilmi dereceler almaya devam etti. Önceleri Ayasofya Camii’nde kürsü şeyhliği yapmaya başladı. Fatih Camii’nde ise kürsü müderrisliği vazifesinde bulundu. Daha sonra, muhtelif camilerde vaazlar vermeye başladı. Dolmabahçe’de bulunan Valide Sultan, Süleymaniye, Sultan Ahmed ve Ayasofya gibi, İstanbul’un en büyük camileri vaaz verdiği ve insanlara hitap ettiği yerler oldu. Özellikle Ayasofya Camii’nde verdiği vaazlar vesilesiyle büyük dinleyici kitlelerini toplayıp hitap etme fırsatını buldu. Şöhreti bütün İstanbul’a yayıldı.

İsmail Hakkı, büyük camilerde vaaz verdiği gibi okullarda da dersler verdi. Eyüp Askerî Rüştiye Mektebinde Arapça, Hukuk Mektebinde fıkıh, Kara Harb Okulu ile Askerî Tıbbiye Mektebinde Akaid derslerini vererek hocalık yaptı. Bunların dışında Mülkiye Mektebi’nde de hadis, tefsir ve kelâm derslerini okutarak müderrislik yaptı. Zamanın üniversitesi olan Darülfünûn’da da 1899 yılından itibaren tefsir ve fıkıh usûlü derslerini vererek burada müderrislik yaptı.

Uzun yıllar başarıyla devam ettirdiği müderrislik vazifesinin mükâfatı olarak kendisi Dördüncü Rütbe’den Osmanlı Nişanı ile ödüllendirildi. İkinci kez Meşrûtiyet’in ilânı ve meclisin teşkil edilmesi üzerine 16 Aralık 1908 tarihinde Meclis-i Ayan üyeliğine seçildi. Ayan Meclisi azalığı devam ettiği sıralarda, Bediüzzaman Said Nursî’nin de aralarında bulunduğu ve Sultan Mehmed Reşad tarafından yapılan Rumeli seyahati heyetinde bulundu.

Risâle-i Nur’da ismi zikredilmekte ve İslâm âlimi Hüseyin-i Cisri’nin ünlü eseri “Risâlet-i Hamidiyye”nin kendisi tarafından Türkçe’ye tercüme edildiğine işaret edilmektedir. Konuyla ilgili olarak; “… bu kadar tahrifatla beraber, şu zamanda dahi meşhur Hüseyin-i Cisrî (Rahmetullahi Aleyh) o kitaplardan (Tevrat ve İncil’den) yüz on delil nübüvvet-i Ahmediyeye dair çıkarmıştır. Risâle-i Hamîdiye’de yazmış. O risaleyi de Manastırlı merhum İsmail Hakkı tercüme etmiş. Kim arzu ederse, ona müracaat eder, görür” ifadelerine yer verilmektedir (Mektubat, 1997, s. 163; Son Şahitler I, s. 164-166).

Aynı zamanda bir kelâm âlimi olan İsmail Hakkı, Maturidiyye görüşüne bağlı olup, yazdığı eser ve makalelerinde görüşlerini dile getirmiştir; yeryüzü, gökyüzü, bitkiler, hayvanlar ve kâinattaki bütün yaratılış harikaları en aşağı bir mertebede bile düşünüldüğünde âlemin ilim, hikmet, kudret ve irade sahibi bir Kâmil Zât tarafından yaratıldığının anlaşılacağını ifade etmiştir. Manastırlı’ya göre, bazı Dehrîlerin dışında bütün düşünürler, ulûhiyyet sıfatının Vâcibu’l-Vücud olan Allah’a ait olduğunu itiraf etmişlerdir. Ancak, yine de tarihin her döneminde Allah’ın dışındaki varlıklara ibadet edip kâinatta meydana gelen hadiselerin bir kısmını hakikî müessir olan Allah’ın dışındaki müessirlere nispet ederek küfür ve dalâlete düşen insanlar da olmuştur. Bu sebeptendir ki, Cenâb-ı Hak, insanlara, hak ve hakikati tebliğ edecek olan peygamberleri göndermiş ve bu peygamberler insanlara, kelime-i tevhitle Allah’ın varlığını değil birliğini anlatmışlardır.

Ülkemizde, özellikle yirminci yüzyılın başından itibaren Batılılaşma hareketleri hız kazanmış ve bu arada, İslam’a yönelik saldırılar olurken, âlimler de savunmaya geçip fikri yönden karşılık vererek, insanlığa hizmet etmeye çalışmışlardır. İsmail Hakkı Bey de, İslâm dini ile ilgili olarak Batılı yazarlar tarafından ileri sürülen itirazlara karşılık vermeye çalışmış, özellikle; nikâh, talak, tesettür gibi konularda fikir beyan ettiği gibi, kısas ve had cezalarını savunan yazılar kaleme almıştır. Ayan Meclisi üyeliği devam ederken 5 Aralık 1912’de Anadoluhisarı’nda bulunan evinde vefat etmiş ve cenazesi büyük bir kalabalığın iştirakiyle defnedilmiştir.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*