Marksizmin her rengi kızıla çıkar

Kandır, ateştir, magmadır, tehlikedir, felakettir ve nihayet Cehennemdir bir manasıyla, kızıl.

Veya bunları da tedai eder. Yeşil rengi ise, genellikle güzelliği, hayatı, canlılığı, selameti, sekineti, iyi niyeti, barışı ve dostluğu tedai ettirdiğinden Marksistler, Neoliberaller’in küresel iktidara koşuştukları dönemde, “Yeşil’in“ arkasına saklandılar. Ve bildiğiniz üzere “YEŞİLLER HAREKETİNİ” Almanya’da kurdular. Tıpkı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra “LİBERALLİĞİN VE KONSERVATİZMİN” arkasına gizlendikleri gibi… Kuzey Avrupa, Almanya ve Almanya’da da Frankfurt; Marksizm için önemli yerlerdir. Okuyucularımıza bu yerlerin onlar açısındaki önemine, geçmiş yazılarımızda değinmiştik. Yeşiller hareketi için HESSEN EYALETİ ve Frankfurt şehri farklı bir mana kazanır. Frankfurt Rothshildlerin doğduğu şehirdir. Günümüzde AB’nin merkez bankasının burada olması ve başına da Christine Lagarde’nin getirilmesi elbette tesadüfi değildi. Aşkenazların toplandıkları yer Prusya toprakları olduğu halde, karar kıldıkları yer yine Frankfurt’tur. Marksizm, ”FRANKFURT OKULUNDA“ yetiştirdiği şakirtleriyle, dünyanın sivil yanını “hürriyet ve demokrasi yalanıyla” gizlice işgal edecekti.

Marksizm veya materyalist dinsiz felsefenin çıkış noktası, bildiğimiz gibi “YARATICIYI İNKÂR” olduğundan, bu felsefeyi benimseyenlerin dünyasında yaratılış kanunlarıyla savaşmanın da bir temel prensip kabul edildiğini biliyoruz. Belki de “YARATICININ KOYDUĞU KANUNLARI DEĞİŞTİREREK“ itirazlarını yeryüzünde her kese göstermek istiyorlar.

Alman Yeşiller hareketinin programına aldığı bütün hedeflerinde bu itiraz veya isyanın yansımaları görülür: Nikâha ve insani aileye dolaylı olarak itiraz ederlerken; LGBT’yi savunuyorlar. Barış ve insanlıktan dem vururlarken; hem ana karnındaki cana kıymayı programlarına koymuşlar ve hem de sosyal hayatta verimsiz ve yük gördükleri yaşlıları ve hastaları ”ÖTENAZİ” ile öldürmek istiyorlar. Hümanist bir yüz, barış sloganı ve hem doğanı ve hem de yaşlanan insanı canice öldüren bir felsefe… Onların barıştan bahsettiği dünyanın tüm noktalarında hemen hemen savaş vardır. Zira barış, yaratılışın ve tüm şeriatların hedefidir. Onlar ise, çatışma ve kaostan besleniyorlar. İktidarları çatışma ya bağlı ihtilâl ve devrimlere dayanır. Marks’ın sadık şakirtleri Troçki ve Lenin’in en büyük korkuları barış veya sükûnet değil miydi? Yeşiller hareketini bir Marksist siyasi hareket olarak global şekilde dizayn edenlerin hedefi, elbette dünyayı değiştirmek… Onun için mütemadiyen “Yeni Dünya Düzenlerinden” dem vururlar. Maksatları yenilik maskesi altında; var olanı yıkarak fıtrat ile savaşmaktır. Coğrafyalara göre “çatışma alanları” belirlenmiştir, bunların programında… Avrupa’nın sanayi ile çevreye verdiği zararın farkındaki dünyada, “Yeşiller Hareketi” çatışma için güzel bir sebepti. Bu hareket Türkiye’mizde “Marksist Kürt Hareketi” olarak ortaya çıkar. Türkiye’nin dini, coğrafi, tarihi ve kültürel şartları “YEŞİL’i” kaldırmaz. Fakat kangrene dönüşmekte olan bir Kürt problemi, onların çatışmada kullanacakları en güzel noktadır. Marksist Kürt Partisinin simgesi de “The Green Party”lerle aynı merkezde dizayn edilmiş ve rengi yeşildir, yeşilleri tedai ettirir. Siyasetteki kullanımlarına inşaallah döneceğiz. Yalnızca, Alman Yeşilleri ile HDP eş başkanları arasındaki diyalog ve dayanışmanın, tamamen “yoldaşlıktan” doğduğunu şimdiden kaydedelim. Devletlerin milli siyasetlerini zayıflatmadaki rollerini anlatırken de inşaallah buna değineceğiz.

Eş başkanlık meselesinin “ÇOK CİNSİYETÇİLİĞE/ CİNSİYET ÇEŞİTLİLİĞİNE” dayandığını, önceleri bilemiyorduk. Bildiğiniz üzere siyasi partilerdeki eş başkanlık geleneği buradan HDP’ye geçmişti. Yani LGBT’yi de bünyesinde taşıyan Marksist düşüncenin ürünüydü. Yeşiller hareketinin “temel insani değerlere ve ahlâka isyanının” altındaki realite de Marksizm’deki fıtrat düşmanlığından başka bir şey değildir. Bazı meşhurlarının isimlerinin ahlâksızlık skandallarına karışmış görünmesi -Cohn Bendit gibi- yapaydır. Onların bir misyonu da “AHLÂKSIZLIĞI SIRADANLAŞTIRIP HERKESE KABUL ETTİRMEK…” Sodomiliğe ismi karışmış her fert için bu bir vazifesidir. Toplumdaki zengin-fakir sınıflarındaki mağduriyetleri kullanarak çatışmayı ihtilaller boyutuna tırmandıran bu hareketin; İslamiyet’in ön gördüğü Zekât mecburiyeti ile Faizin yasaklanması konularına hiç yanaşmamaları, bu güruhun sosyal hayatta da fıtrat ve adaletle ile savaşmakta olduğunu gösteriyor. Alman yeşillerini Avrupa’da tenkit edenler, onların ikiyüzlülüğünü; bir yeşil gibi inanıp bir muhafazakâr gibi yaşamak, tabiriyle seslendirirler. Yani politikaları gereği ürünleri pahalılaştırırken, kendileri en ucuzundan yaşarlar.

Burada; Yeşiller‘in ortağı olduğu eyalet hükümetleri ve Avrupa Parlamentosundaki diğer sol fraksiyonların yardımlarıyla hayatı Avrupa ve Batı’da yaşanmaz hale getirmek için her türlü entrikayı yaptığı da seslendirilmeye başlandı. Komünist Partisi idaresindeki Çin’i dünyanın zirvesine taşıma düşüncesinin de, “YEŞİL POLİTİKALARIN BİR TEMELİ” olduğunu iddia edenleri de dinlemede fayda mülahaza ediyoruz.

Troçki nin başlattığı ve kendisince tekâmül ettirdiği “ENTERNASYONAL SOSYALİZM” kongrelerini biz yapılmıyor, zannediyoruz. Yanlış biliyoruz. Neoliberallerin dev sermayeleri yardımıyla Troçki’nin idealinin her coğrafyanın kültür ve inançlarına göre nasıl meyve verdiğini, Neoliberal-neocon ittifakınca desteklenen enstitülere sormak gerekiyor. Dünyanın her noktasında; sosyal hayatın hemen bütün guruplarında teşekkülünü kısa zamanda tamamlamış olan gurup/yapının Troçkiciler olduğunu, gördüğünüz üzere çok geç fark ettik. 12 Eylül ihtilâliyle bize ezberlettikleri “komünizm öldü!” şarkısının da onlarca yazılıp bestelendiğini şimdi şimdi anlıyoruz. Binlerce parti, sivil-toplum örgütü, Uluslararası örgütlerdeki yapılanmalar ve devletlerin bünyesindeki paralel yapılar; Troçkici çizginin Marksizm’i ne denli canlı ve her tarafı karıştırabilecek güçte tuttuğunu elbette gösteriyor.

Bediüzzaman Hz.leri, istibdadın mütemadiyen GÖMLEK DEĞİŞTİRECEĞİNİ ihsas ediyor ve ancak “mahiyetinin bilinmesiyle” girdiği formalarda tanınabilineceğini dolaylı olarak anlatıyor, bize. Marksizm ve türevlerinin, toplumlardaki “yükselen değerlerin” elbiselerini giydiğini kim inkâr edebilir ki… Otuz-kırk senedir bu yapıların tümünün kendilerini “DEMOKRATİK” olarak lanse etmeleri, barışçı-çevreci hayâli programları, Avrupa’da yabancı sever ve mülteci dostu görünmeleri, Amerika ve kapitalism düşmanı olarak ortaya çıkmaları ve bazen de toplumun belirli şahsiyet ve değerlerini de kullanmaları, Marksizm’in zamanımızda girdiği binlerce kılıktan ancak bir kaçı olabilir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*