Meclis’te “hoşâmedi” ve “beyânnâme”nin neşri…

M. KEMAL’İN de aralarında bulunduğu on sekizi aşkın dâvetle Ankara’ya çağrılan Bediüzzaman’ın Meclis’te merasimle karşılanması, Meclis kürsüsünde tebrik ve duâsı, en evvel Meclis zabıtlarıyla belgeli. Bediüzzaman’ın Meclis’e gelmediğini ve hatta Ankara’ya dâvet edilmediğini söyleyenler, bu defa “beyannâme”nin belgesini sormaktalar…

Oysa herkes biliyor ki, doğrudan Meclis salonundaki (Genel Kuruldaki) görüşmelerin, konuşmaların dışında Osmanlı Meclis-i Mebusanı’ndan Cumhuriyet dönemi Meclislerinde görüşmeler, olup bitenler zabıtlara geçmez; milletvekillerinin ya da orada bulunanların (gazetecilerin, Meclis çalışanlarının) şahidlerin hâtıralarına, anlatımlarına dayanır.

Bunu bile bile, Bediüzzaman’ın Meclis’e dâvetine, beyannâme neşretmesine, milletvekilleriyle ve “sözlü tarih”e dair belgeleri, hâtıraları, notları zihinlerine sığıştıramayanlar, bu hususta yazılı belgeleri, “sözlü tarihî” teşkil eden şahidlerin hatıralarını kabul etmemekle, ilginç bir yaman çelişkiye düşmekteler….

“MEBUSLARIN ŞİDDETLİ ALKIŞLARLA BENİ KARŞILAMALARI…”

Bilindiği gibi 19 Kasım 1922’de Ankara’ya gelen Bediüzzaman üç gün sonra, “Meclis Zabıt Ceridesi”nin Rumi 9 Teşrin i Sani 1338/Milâdi 22 Kasım 1922) tarihli “yevmiye (günlük) tutanağı”nda da yer aldığı gibi milletvekillerinin teklifiyle Meclis’te “hoşâmedi (hoş geldin) merasimi ile karşılanır.

“Ulemâdan Bediüzzaman Said Efendi Hazretleri’ne beyân ı hoşâmedi” başlığıyla verilen takriri (önergeyi) ‘Efendim, Bitlis meb’usu Arif Bey’le rüfakasının (arkadaşlarının) takriri (önergesi) vardır” bilgisiyle işleme sokan Reis (Meclis Başkanı), “Riyaset-i celîleye (Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na); Vilâyât-ı Şarkiye ulemâ-i benâmından (nâmlı, tanınmış âlimlerinden) olup, Anadolu gazilerini ve Meclis-i Âliyi ziyâret etmek üzere, İstanbul’dan buraya gelerek, Samiîn (dinleyici) locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine hoş âmedi edilmesini teklif eyleriz” metinini okuyup oylar.

7 mebusun imzasını taşıyan takririn ayakta alkışlarla karşılanıp kabul edilmesinin ardından Antalya Milletvekili Rasih Efendi’nin “Bediüzzaman’ın kürsüye teşriflerini ve duâ etmelerini kendilerinden rica ederiz” teklifiyle Bediüzzaman, Meclis kürsüsüne gelerek, Anadolu gazilerini ve millî hükûmeti tebrik edip zafer ve muvaffakiyet için duâ eder. Celsenin zabıt hulasasında “beyân-ı hoşâmedinin ifâ edilmiş olduğu” yazılır. (TBBM Zabıt Ceridesi, c. 24, s. 457, 9 Teşrin-i Sani 1338/ 22 Kasım 1922)

Bediüzzaman’ın Meclis’te tezâhürat ve taltiflerle karşılandığını dönemin mebuslarından Siverek mebusu Abdülgani Ensarî ile Bediüzzaman’ın talebelerinden Van mebusu Tevfik Demiroğlu bu duruma şahitlik edip anlatırlar. (Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, c. 1, s. 255)

Bediüzzaman, Eskişehir müdafaanâmesinde evhâmlı bazı iddialara karşı verdiği cevapta, “Ankara’ya dostane gittiğimde, Büyük Millet Meclisi’nin samiin (dinleyici) locasında görünmemle beraber, İngilizlere karşı Hutûvat-ı Sitte nâmındaki eserimle müdafaatımı takdir ile yâd eden mebusların şiddetli alkışlar ile karşılamaları bunların bu yanlış mânâlarını kökünden keser…” diye izâh eder. (Osmanlıca Lem’alar. 804)

Bediüzzaman’ın Meclis’i ziyâretinde bütün mebuslar, kumandanlar ve hükûmet ricâli tarafından hürmet ve takdirle karşılanır; bütün taleplerinin yerine getirileceğine dair söz verilir. Ayrıca bir takdir ve teşekkür nişânesi olarak o güne kadar te’lif ettiği eserlerinin Ankara Millî Kütüphanesine konulduğu gazetelerde çıkar. Bediüzzaman, daha sonra 1935’deki “Eskişehir mahkemesi müdafaatı”nda bu hususu, “Hem bir ricâm var: Müsâdere edilen kitaplarımın bin liradan ziyâde bence kıymetleri var; bana iâde ediniz. Onların mühim bir kısmı on iki sene evvel Ankara Kütüphânesine iftihar ve teşekkür ile kabul edildiğini, Kütüphâne nâzırı gazete ile ilân etmiştir” diye yazar. (Tarihçe-i Hayat, 199)

SEVR’DEN LOZAN’A “İSLÂMA SUİKAST” SÜRECİ…

Gerçek şu ki Bediüzzaman’ın Ankara’da bulunduğu zaman, Saltanatın kaldırılmasının hemen akabinde Hilâfetin kaldırılmak istendiği, Osmanlın kaderinin görüşüldüğü, yeni devletin temellerinin atıldığı, yeni plân ve projelerin devreye sokulduğu kritik bir kırılma sath-ı mailidir.

Zira “Onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır” (Bakara Sûresi, 247) âyetinin işâretiyle, “Birinci Harb-i Umûmîden istifade ile bilfiil nurdan zulümâta atmak için yapılan dehşetli muâhedeler tarihini” bildirdiği 10 Ağustos 1920’deki Sevr Anlaşmasının ardından 20 Kasım 1922 Lozan görüşmelerinin başladığı zamandır. (Şuâlar, 243)

Keza “Harb-i Umûmi (Birinci Dünya Savaşı) neticesinde yine o sû-i kast niyetiyle, Sevr Muâhedesinde Kur’ân’ın zararına gàyet ağır şerâitle kâfirâne fikirlerini yine icrâ etmek olan plânlarını akîm bırakmak için Türk milliyetperverlerinin cumhuriyeti îlânla mukàbeleye çalıştıkları tarihi” öncesidir. (Şuâlar, 619)

“Onlar dünya hayatını seve seve âhirete tercih ederler” (İbrahim Sûresi, 3) meâlindeki âyetin tefsiriyle, “hayât-ı dünyeviyeyi hayât-ı uhreviyeye, ehl-i İslâma da bilerek, severek tercih ettirdiği ve ehl-i İslâm içine de öyle bir rejimin sokulduğu bu asır”da, “İslâmiyet düşmanları galebe çalmakla, muâhede şartlarını, dünyayı dine tercih rejimi mebdeidir (başlangıcıdır).” (Kastamonu Lâhikası, :78)

Bediüzzaman’ın, “Allah’ı nûrunu (ağızlarıyla) üflemekle söndürmek isterler, Allah ise nurunu tamamlamaktan başka bir şeye râzı olmaz; kâfirler isterse hoşlanmasınlar” (Tevbe Sûresi, 32) âyetin mânâsıyla, “Avrupa zâlim hükûmetlerinin, zulümleriyle, âlem-i İslâma ve merkez-i hilâfete ettikleri ihânet” ve “devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir su-i kasd plânı” olarak târif ettiği “İslâmlar içinde nûr-u Kur’ân’a muhalif hâletlerin ekserisinin vâhim neticeleri” olarak tanımladığı “gaddarâne Sevr Muâhedesi”nin ardından, Lozan müzâkerelerinin devam ettiği devredir.

(Kastamonu Lâhikası, 17; Şuâlar, 619)

“Emperyalizma şeflerinin Türkün maddesini serbest bırakıp, buna mukâbil rûhunu tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek sûretiyle, masonluk hesâbına Kur’ân ahkâmını ortadan kaldırmayı” amaçlayan “müthiş plân Lozan Muahedesi”nin devreye sokulduğu dönemdir. (Emirdağ Lâhikası, 278-279)

“Hareket noktasını Osmanlı’nın İslâm âlemiyle ilgisini kesme emrini veren, Sevr’in 139. maddesinin 17. ve 22. maddeleri olarak yer almasıyla hareket noktasını Sevr’den alan, Sevr’in hayaletinin ehlileştirilmiş, sınırlandırılmış ve elden geçirilmiş bir şekilde yaşatılmaya devam edildiği Lozan Antlaşması”nın müzâkere sürecidir. (Mustafa Armağan, Zaman, 18, 25.07.2010)

İşte bu süreçte Ankara’da bulunan Bediüzzaman, sık sık Meclis’e uğrar. Milletvekilleriyle ve hükûmet erkânıyla tanışır ve sohbetlerde bulunur. Tâkib eden günlerde, yeni rejimin dinî dışlama ve “dinden tecrid”le din dışı bir cereyana doğru gittiğini müşahade eder.

Hutûvat ı Sitte eseriyle İngiliz ve Yunanın hâinane desise ve entrikalarına dikkat çeken, Kuvayı Milliye’yi mânen ve maddeten destekleyen Bediüzzaman, ilk Meclis’te “Garblılaşmak bahanesi”yle Türk milletinin mukaddes tarihî mefâhirine soğukluk görür. Bir kısım mebusların ve zabitlerin, İslâm dininin en büyük ve mühim şiârı ve alâmeti olan namaza karşı lâkaydlıklarını ve gevşekliklerini müşahade eden Bediüzzaman, başta “namaz” olmak üzere, öncelikle mebusların ve devlet ricâlinin İsla+mî an’âneleri yerine getirmeye çağıran, 19 Kânun-u Sani 1338, Milâdî 1 Şubat 1923’te “on maddelik beyânnâme” neşreder…

“EY MÜCÂHİDİN -İ İSLÂM VE EY EHL- İ HALL VEL AKD!”

“Ey Mücâhidin i İslâm (İslâm mücâhidleri) ve ey ehl i hall vel akd! (sorunları çözen yetkililer; yasama ve yürütme ehli) Bu fakirin, bir mes’elede on sözünü, bir kaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum” diye başlayan “beyyânnâme”, öncelikle harikulâde muzafferiyetin bir ilâhî nîmet olduğunu ve şükür görmekle devam edeceğini belirtir.
“Madem ki Kur’ân’ı, Allah’ın tevfikiyle düşmanın hücumundan kurtardınız. Kur’ân’ın en sârih (açık) ve en kat’î emri olan namaz) gibi farzları yerine getirmeniz lâzımdır. Tâ onun feyzi böyle hârika suretinde üstünüzde devam etsin” diye tembihler.

Zaferle mesrur ettikleri Müslümanların İslâmiyet hesâbına kendilerini sevdiklerini,  muhabbet ve tevcühünü kazandıklarını nazara verip, uyandırdıkları Şark’ın fıtratına uygun bir cereyan vermeleri gerektiğini bildirir. Aksi halde, “sa’yiniz (çalışmalarınız) ya hebâen (boşuna) gider veya muvakkat, sathî kalır” diye uyarır.
“Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı olan Frenkler (Batılılar) dindeki kayıtsızlığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hatta diyebilirim ki; hasmınız kadar İslâm’a zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır” diyen ve İslâmın maslahatı, milleti selâmeti nâmına bu ihmali, eyleme, hizmete, icraata tebdil etmeleri gerektiği tavsiyesinde bulunan Bediüzzaman, sebat ve fedakârlık gösteren İttihatçıların bir derece dinde lâubalîlik tavırları milletten nefret ve tezyif gördüğünü misal verir.

“Lâübâliyane, Avrupa medeniyet i habise (pis medeniyeti) kısmından süzülen bid’akâr (din dışı) bir cereyanın milletin sinesinde yer tutamayacağına” dikkat çeker. “Demek âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâbvârî bir iş görmek, İslâmiyet’in esaslarına uymakla olabilir. Başka olamaz. Hem olmamış, olmuş ise de, çabuk ölüp sönmüş” diye bildirir.
“Sizin bu İstiklâl Harbindeki muzafferiyetinizi ve âlî (yüksek)  bir hizmetinizi takdir eden ve sizi can-û dilden (gönülden) seven cumhur u mü’mininindir (mü’minler çoğunluğudur)” cümlesiyle milletin takdirinin din dışı ecnebi taklitçiliğiyle boşa çıkarılmaması gerektiğini kaydeder; aksi halde milletin nazarını başka tarafa çevireceğini ifâde eder.

“Beyannâme”nin sonunda, “Şu inkılâb-ı azimin (büyük inkılâbın) temel taşları sağlam gerek!” ikazında bulunan Bediüzzaman, Büyük Meclis’in mânevî şahsiyetinin saltanatı üzerine aldığı gibi, hilâfet mânâsını da vekâleten üzerine almasının ehemmiyetini açıklar. “Milletin dinî ihtiyaçlarını Meclis tatmin etmezse; bilmecburiye mânây-ı hilâfeti tamamen kabul ettiğiniz, isme ve lâfza verecek…” diye sakındırır.

“Meclis elinde bulunmayan ve Meclis yoluyla olmayan böyle bir kuvvet”in kuvvet parçalanmasına sebebiyet vereceğini, milletin bütünlüğünü bozacağını, milleti zaafa sürükleyip düşmanı cüretlendireceğini haber verir. “Allah’ın dinine ve Kur’ân’a hep birlikte sımsıkı sarılın” (Ali İmran, 103) âyetinin hükmüyle birlik ve beraberliğe çağırır. (Tarihçe-i Hayat, 125-127, Mesnevî-i Nuriye, 85-87)

KÂZIM KARABEKİR, M. KEMAL’E OKUR…

Bu “beyânnâme”den sonra, namaz kılan mebuslara elli – altmış mebus daha katılır. Mevcud mescid odası dar gelir, büyük bir oda mescid yapılır.” (Abdulkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, cild.1, 546-54, Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, 262)
Bu hususu Bediüzzaman’ın talebelerinden Zübeyr Gündüzalp şöyle açıklar: “Millet Meclisi’nde cemaatle namaz kılınmadığını, Meclis camisinin bir odadan ibaret olduğunu Üstâd Bediüzzaman görünce, Müslüman milletimizin meb’uslarının namaz kılmaları zarureti mevzuunda bir beyânnâme neşretmişti. Bu beyannâmeyi takdirle okuyan Kâzım Karabekir Paşa, beyannameden bir adedini de M. Kemal Paşa’ya vermiştir. Bunu mebusan okuyunca, bir kısmı cemaatle milletvekilleri namaz kılmaya başlamış, kılanlar da bunlarla beraber Birinci Meclis’te cemaat halinde namazlarını edâ etmek bahtiyarlığına erişmişlerdir.” (Not Defteri, Zübeyr Gündüzalp, 88)
Mecliste dağıttırıp bütün devlet ricalinin, kumandanların ve mebusların okumasını sağladığı bu “beyânnâme”nin bir tanesini, M. Kemal’e iletmesi için Kâzım Karabekir Paşa’ya verir. İsimlerini vereceğimiz bir çok şâhidin ifâdesiyle, Kâzım Karabekir Paşa da “beyannâme”yi bizzat M. Kemal’e okur. (Tarihçe-i Hayat, 124; Badıllı, 547)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*