Medeniyet krizi

Uzmanlar, dünyanın yeni bir ekonomik krizin eşiğinde olduğu uyarısında bulunuyorlar. 2007’deki milyarlarca insanı felâketin eşiğinde bırakan küresel ekonomik krizin yaraları sarılamadan yeni kriz uyarılarının yapılması, insanlığın insanlığından utanması gereken bir dünyanın nasıl bir kokuşmuşluk içinde olduğunu haykırıyor. Ekonomik kriz dediğiniz ahlakî, vicdanî, insanî değerlerin çöküşünden, insanı insan yapan hasletlerin yok oluşundan başka nedir ki?

Gerçek şu ki, yüz elli yıl önce tutulduğumuz ve ‘kültür ve medeniyet buhranı’ diye tarif ettiğimiz, Batılılaşma sendromuyla ortaya çıkan öldürücü hastalığın daha esaslı ve kapsamlısını bugün bütün dünya yaşıyor. Batı’dan çıkan bu hastalığın işaretleri her geçen gün daha açık bir şekilde kendini gösteriyor. Ekonomik krizler, açlıkla boğuşan coğrafyalar, kana bulanmış topraklar, çiğnenmiş bedenler, taşlaşmış vicdanlar… huzursuz, umutsuz ve ekmeksiz insanların giderek arttığı, kaosların bir bir kapıları çalmaya başladığı bir zaman dilimi kendini açıkça hissettiriyor. Hâlâ gündelik telâşlarla kendini avutan insanlık kurtuluşun nasıl olacağı hususunda henüz karar verebilmiş değil. Açıkça, bugün yaşananların bir medeniyet krizi olabileceği hususunda da bir fikir sahibi değil. Köhnemiş ideolojilerden medet ummaya, rotasını yitirmiş bir şekilde sahil-i selâmeti aramaya devam ediyor.   
Bizim medeniyet buhranımız, bütün İslâm coğrafyasının bir kaç asır boyunca hab-ı gaflette, kişiliksiz ve ezik bir şekilde dünya sahnesinde figüranlık yapmasına yol açtı. Çok özendiğimiz ve sahip olmak için uğraştığımız Batı medeniyetinin temel değerleri ve dayanakları  bizi özümüzden koparmakla kalmadı, bütün dünyayı bunalıma sokacak krizlerin temellerini attı. Zira bu medeniyet, Bediüzzaman’ın vurguladığı gibi, fazilet ve hûda üstüne tesis edilmeyen bir medeniyeti temsil ediyordu ve esaslarını heves ve hevâ, rekabet ve tahakküm gibi mefhumlar üzerine bina etmişti. Âkif’in de ‘zebûn-küş’ dediği kuvvete dayanan Batı medeniyeti, daima kendisinden daha zayıf olanı ezen, başkalarına yaşama hakkı tanımayan,  milletler arası münasebetlerde bunu açıkça gösteren tavrıyla dünya barışını ve bütün insanlığın huzurunu tehdit etti. Maddeci, pragmatist, kapitalist yapısı ile azınlığın mutluluğunu öne çıkardı. Tüketimi, sefahati, şikemperverliği özendirerek ruhları öldürdü; insanlığın büyük bir kısmını esfel-i safilin derelerinde dolaşan sefilllere dönüştürdü.. Bugün milyonlarca insanın açlıktan ölmek üzere olduğu, milyonlarca insanın günlük bir doların altında çalıştığı, “Sen çalış ben yiyeyim” anlayışının yaygınlaştığı, “Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne” bencilliğinin değer haline geldiği, hayat eğlencedir algısının varlık sebebiyle özdeşleştirildiği, yüz milyonların kendi ülkelerinde parya olarak yaşadığı, köleliğin şatafatlı bir şekilde devam ettirildiği, güçlü olanın haklı olduğu modern cahiliye döneminin yaşandığı dünya, böyle bir medeniyet anlayışının eseridir. Bu her yönüyle bir medeniyet krizidir.
Bediüzzaman’ın “medeniyet-i hâzıra” diyerek kavramsallaştırdığı ve esaslarını kuvvet, menfaat, cidal, unsuriyet, (ırkçılık) heva ve heves gibi menfi esaslar olarak belirlediği ‘Batı medeniyeti’ insanlığa vaad ettiği mutluluk, refah ve güvenlik sözünü yerine getirememiştir.  Bütün insanlığın mutluluğunu sağlayabilecek  hakka, adalete, fazilete, muhabbete ve kardeşliğe dayanan, yardımlaşma ve dayanışmayı öne çıkaran bir medeniyet yine Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu ‘Kur'ân medeniyeti’ tanımlamalarında mevcuttur. İnsanlığa düşen- erken bir kıyamet kopmadan- kendi vicdanının sesine kulak vermesi, fıtratının işaret ettiği adrese kendisini yönlendirmesidir. Yarın herkes için çok geç olabilir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*