Medinetü’n-Nebi’den, Medine-i Medeniyet-i Münevvereye…

Medine-i Münevvere— Bizimle Saadet Asrı arasına yığılan zaman, mekân ve cehalet sisleri, eşyanın hakikatini görmemize mani oluyor. Bakışlar maddîleştikçe, mânâda “kesif maddeyi” arar olduk. Gelmiş-geçmiş tüm medeniyetlerin zübdesi Asr-ı Saadet medeniyetinin maddî merkezi Medinetü’n-Nebi’yi tüm zamanların medeniyetlerine maddî merkezîlik yapacağını sandık.

Yaratılışın en nurlu meyvesi ve aynı zamanda ilk çekirdeği olan Sevgililer Sevgilisinin pay-ı tahtına, zulüm, nifak ve çeşitli günahlara mübtelâ olmuş saltanat sevdalılarının kirli ayaklarının da basabileceği hürmetsizliğine bilmeden girdik. Halbuki bu mutlu belde yalnızca “Saadet Asrı”na başkentlik yapacaktı. Cennete lâyık olmayan hadiselerden, şahıslardan ve tasarruflardan azade bir şekilde Cennete bitişik bir mekân olarak, tüm İslâm medeniyetlerinin mânevî merkezîliğini devam ettirecekti. Resullah’ın sahip çıktığı otuz senelik Saadet Asrı medeniyetinin dışına çıkıldığında, hadiselerin gaybî bir el tarafından buradan uzaklaştırıldığını görüyoruz. Hz. Muaviye’nin saltanat düşüncesi, son halife’ye zulüm ve nifağı Medine-i Münevvere’den uzaklaştırma fikrini vermişti…

“Resulullah’ın halifesine, Resulullah’ın önünde bu dünyanın zulmanî hareketi yakışmaz,” diyerek mânâ saltanatına çekildi… Hz. Hasan’ın hürr, bağımsız ve Cennete lâyık idaresinin önünü kesen istibdatla, mücadeleye girişen Hz. Hüseyin’in doğduğu nurlu şehirden çok uzaklarda kılıç sallayışını Kûfelilerin dâvetine bağlayanlar hep yanıldılar. Medine toprağı Al-i Beytin kanını taşıyamazdı. Feryad ü figânlar Kerbela’ya kaldı. Taif şehitleri ve gazileri başta olmak üzere Al-i Beyt mânâ saltanatının merkezine çekildiler. Tıpkı Medinetü’n-Nebi gibi…

Müslümanların, gerek kendi aralarında ve gerekse inanmayanlarla yaptıkları saltanat mücadeleleri, bu mualla şehrin binlerce kilometre uzaklarında cereyan etti. Çin seddinden Atlas okyanusuna kadar…

Bu aynı zamanda Kur’ân’ın bu vesileyle bu coğrafyaları kendisine rametmesiydi…

Medinetü’n-Nebi’nin Medine-i Medeniyet-i Münevveresi zamanla yer değiştirmiş. Bazan Maveraünnehir’de, bazan Endülüs’te, bazan Bağdat ve Bursa’da, bazan Konya ve İstanbul’da şekillenmiş.

Hacc’da bize bugünü soruyorlar. Alem-i İslâma, zaman ve mekân olarak Medinetü’n-Nebiye uzak düşmüş ve son asırların cehaletiyle perişan olmuş ahalisinin haccdaki hal-i pürmelâlini görenler haklı olarak “Nurlu medeniyetin, nurlu merkezini” soruyorlar. Medine’den binlerce kilometre uzaklarda İslâmı bilemeyiş ve tatbik edemeyişimizden kaynaklanan kötü ahlâkımızı yanlışlıkla buralara fatura etmenin vebalinden dağlar da çekinir. Hastayı teşhis ve tedaviye tâbi tutmadan iyileşmesi kasdıyla ziyaret telâkki edilen bir mahalle götüren medenî olabilir mi? Mekke-Medine’ye maddî vücutlarıyla gelen ve bulundukları ülkedeki Müslümanların korku, dünyaperestlik ve tembelliklerinden cahil kalan insanların burada birden bire medenileşmesi mümkün mü?

Medenî olmak, yalnızca temizliğe, düzene, intizama ve nezaket kurallarına riayet midir? Bu husus medenî insanların dünyalarının fizikî unsurlarının bir kısmıdır. Yalnızca bu hususlara riayet eden toplumların mutlu olacağını düşünmek eksik bir anlayıştan kaynaklanır. Avrupa Medeniyeti, ilim ile insanlığın dünya rahatı, arzularına kısmen ulaşması istikametinde epey mesafe katetti. Fakat ruhtan mahrum kalan Avrupa, sefih medeniyetin kendi öz evlâdını parçalamasına mani olamadı. Bize görünen o temiz, intizamlı ve düzenli yüzünün arkasına saklanmış vahşeti, ancak onu yakından tanıyanlar bilir faziletten mahrum Avrupa merkezlerinin en medenisi beş yüz bin kişiyi bile bu gönül rahatlığıyla misafir edemeyeceği gibi, orada vukubulacak boğuşmaların önüne yüzbin emniyet görevlisi de geçemez. Hz. İsa’dan (asm) tevaris ettiği ruhla insanlığa faydalı sanatları ve çalışmaları sunan İsevî Avrupa’nın hakkını verirken güzel ile çirkinin, zulüm ile adaletn birbirinden tefrik edilmeyecek şekilde birbirine karıştığı bir coğrafyada “medeniyeti” aramak, nazenin medeniyete hürmetsizlik olur, kanaatindeyim.

Fakat İsevî medeniyetin güzelliklerinden istifade edebileceği mesafede ve bakışları Medinetü’n-Nebinin medeniyetine kilitlenmiş bir medeniyet merkezinin, değil yalnız İslâm âlemine, belli tüm insanlığa huzur, saadet ve güzellik getirebileceğini düşünüyor. Helâket ve felâket asrının Anadolu üzerine boca ettiği kötülüklerin arkasındaki kılıç şakırtılarından, toz, duman ve kargaşadan geleceği göremeyenler,bakışlarını hep harice diktiler. Otuz yıldır, belki elli yıldır ne Doğudan, ne de Batıdan derde deva bir ışık sızmadı, Anadolu’ya… İşin bir ilginç yüzü de, asırların en dehşetli mücadelesinin niçin Anadolu’da verildiği de pek sorulmuyor. Dünyanın en dehşetli insanlık düşmanı organizasyonlarının neden Anadolu’ya, İstanbul’a ısrarla hücumlarının sebebi de nazara alınmıyor. Halbuki düşman daima merkeze hücum etmez mi? Doğu ile Batının kesiştiği bu çizgide verilen mücadelede ya medeniyet veyahut da—Allah korusun—vahşet galip gelecek. Dünya üzerinde hakk ile batılın giriştikleri bu—belki de—en son mücadelede, hakikî Hıristiyanlarla ittifak etmemizin lüzumunu bilenler çoktan söyledi. Asya ile Avrupa’nın kucaklaştığı şu yarımadadaki, kavganın gürültüsünden korkanlar veya rahatsız olanlar, sessiz-sakin limanlarda Medine-i Medeniyeti arıyorlar. Halbuki emniyet ve sekinetin dünyadaki mücessem mahalli olan Mekke ile Medine bile nefesini tutmuş bu tarihî  meydan muharebesini seyrediyor. Haremeyn-i Şerifeynin mânevî desteğini arkasına almış Medine-i Medeniyet-i Münevvere aynı zamanda İsa’nın (as) Deccalla, Mehdinin Süfyanla kapıştığı bir meydana da dönüşmüş. İhtiyar dünya tüm sancılarıyla bu son rövanşı seyrediyor… Allah’ın sembolik başkentini saltanat maksatlarına âlet etmek isteyenler yolda tükendi… Resulullah’ın başkenti ise şehitlerini verdi, fakat bu mualla meydana dünya maksatlarını hiç sokmadı… Akıllı olanlar mücadelenin bu mualla mekânlardan uzak meydanlarda verildiğini bildiklerinden, melekleri imrendirecek mücadeledeki yerini aldılar. Şayet bu mücadele zaferle neticelenirse, tarih bir kez daha, hacıların Sadi’ce, Abdulkadirce ve Hasan El-Basri’ce Haremeynin eşiklerine yüz sürdüklerine şahit olacak inşaallah…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*