Meğer ki, bir insan dünyaya bedelmiş…

Zamanın büyük bir müfessir olduğunu biliyoruz.

Zaman nehrinde akan olayların, yeni yorumlarla bizi tarihî yanlışlarımızdan kurtardığını da yaşadıkça öğrenecekmişiz.

Modern çağdaş kanun kitaplarında insanların eşit olduğu yazılıdır, bugün. Avrupa’nın hukuk kitaplarında, bu teorik yaklaşım binlerce defa tekrar edilir. Hatta önemli devletlerin anayasalarının dibacelerinde, insan onurunun dokunulmaz olduğu da yazılıdır. Hakikatin veya bu güne kadarki uygulamaların bu şekilde olup olmadığını kendimize sormayacağız. Amerika’da, İngiltere’de veya bir başka Batı ülkesindeki insan ile Asya ve Avrupa’daki insanların aynı kıymette olmadıklarına, bahsini ettiğimiz ülkelerin yönetim ve mahkemeleri de görüyorlar. Global dinsiz cereyanın IŞİD tiyatrosu için Rakka’da, Musul ve İdlip’te topladığı yüzbinlerin arasında on binlerce Fransız, Belçika ve diğer Avrupa ülkelerinin de vatandaşları vardı. Paris’teki bir Fransız için milyonları yürüten Fransa hükümetinin, Suriye’de IŞİD’e katılmış çocuklarının imha edilip gönderilmemesi emrini, elektronik medya üzerinden öğrendik. Aynı şekilde Belçika’nın öz vatandaşları olan Kuzey Afrikalı çocuklarına yaptığı gibi. Hukuk kitaplarının, anayasaların ve devlet yönetmeliklerinin sayfaları arasındaki teorinin hakikat olmadığını, global çetenin rehberliğinde yol almaya çalışan Batılı onlarca devletten öğrenip durduk.

Dinsiz felsefenin talebesi bu Batı medeniyeti, insanı tanımadığı gibi, özde insanların eşitliğini de kabul etmemişti. Kuvvete dayanmış, bütün amacı menfaati olan, prensip olarak mücadeleyi benimsemiş, ırkçılıkla beslenen ve şehevî hayvanî duygularını ilâhlaştıran bu medeniyetten ne insanlığı, ne adaleti, ne fazileti ve ne de barışı hiçbir zaman beklememiştik. Zira bu medeniyet, menfaatleri uğruna insanlara hep sürü muamelesi yapageldi. Semavî dinlere bayrak açmış bu medeniyetin temsilcileri milyonlarca masum insanlara sürü ve yığın nazarı ile baktıkça, kader de iki büyük Cihan Harbi musîbetiyle onları aynı akıbete düşürdü.

Dinsiz felsefenin şakirdi bu ‘ikinci Avrupa’nın insanlığa olan düşmanlığı günümüze kadar devam etti. Seçilmiş, firavun ve nemrut gibi kendilerini diğer insanlıktan farklı gören bir avuç insanın zulmüyle, insanlığa yapılan “hayvanî” muamele halâ devam ediyordu ki, korona dediğimiz “Çin Vebası” bizi yolda yakaladı. Gözle görülmeyecek kadar küçük olan bir virüsçük, bize insan olduğumuzu ve bir insanın hukukunun bütün insanların hukukuna bedel olacağını ders vermeye başladı.

İpleri ellerine geçirmiş emperyalist Batı medeniyetinin, efendileri dışındaki insanlara reva gördüğü muamelelerden birkaç tane sayalım mı? Belki de onlar değil, insanlar gönlünce bu yanlışa girdi, diyeceksiniz. Önce sayalım. Devasa stadyumlara dünyanın yarısından ziyade insanları milyonlar halinde toplayıp, onları hem maddeten ve hem de zamanları itibariyle, anlamsız ve faydasız bir futbol uğruna soyuldukları günlerin üzerinden henüz bir sene geçmiş değil. Hayvan ağıllarından berbat mekânlarda, hedonizm adına yine topladığımız milyonlarca insanı nelerle cezbeye getirildiğini düşünmeye iki-üç dakikanızı ayırabilecek misiniz? Sosyal hayatın bütün  karelerini, bir sene önceden geriye  giderek kontrol ettiğimizde, yukarıda durup iplerimizi ellerinde tutan birilerinin, bizi sürü halinde arzu ve menfaatlerine göre hareket ettirdiğini görebiliyor muyuz?

İnsanların sürü olmaktan, yığın kalmaktan ve karın tokluğuna sözünü ettiklerimize köle olmaktan alıkoyabilecek iki şeyimizi, bizi hipnoz ederek hırsızladılar: Zaman ve maddi imkân… Bir istatistik yapabilsek. İnsanlığın zamanlarını nerede ve nasıl geçirdiğine dair bir istatistik yapabilsek… Ortaya çıkabilecek tablo çok dehşetli olmaz mı? Zaruri ihtiyaçlarına, akraba ve sevdiklerine, sağlığına, çevresine ve inançlarına hemen hemen hiç zaman ayıramadığını, yirmi dört saatinin nasıl adice çalındığını mutlaka görecektir. Zombileşme hikâyelerini medyada takip ederken kendisinin zombice bir avuç elitin avucunda esir olduğunu anlayamadan yaşayan yüz milyonların hikâyeleri o kadar acıklı ki… Yediğiyle, giydiğiyle, eğlencesiyle, meşguliyetiyle ve çalışmasıyla hangi efendilere kölelik yaptığının farkında olamayan insanlar…

Korona gelmeden önce, insanlar sürüydü. Yeşil yonca tarlası gösterilerek koşuşturulan koyun sürüleri gibi AVM’lere çoluk-çocuğuyla bir günlük tatillerinde koşan insanlar… Yüz seneye yakındır, semavî dinlere düşman ahlâksızların keşfettikleri deniz kenarlarındaki kumsallara divanece koşan bu sürüleri üç yüz sene önceki insanların ecdadı görseydi, mecnun diye mutlaka zincirlere bağlarlardı. Fakat günümüzde o yüz milyonlarca çılgını korona zincirlere bağlamış, durumda. Gördüğünüz üzere stadyumlarda yüz binlere bedel on-yirmi kişi koşturup duruyor. Gizlice parti düzenleyen hedonistlerle birlikte corona da bayram yapınca, kamuoyları ayağa kalkıyor. İşte bu hayvanlaşmanın önünü almak üzere bütün Avrupa ülkelerinde alkole kısıtlama getirildi ve gece saat ondan itibaren bütün mekânlar kapatılmış durumda. Gayr-ı insanî muamele ve eğlencelerin yekûnu rafa kaldırıldı, koronalı günlerimizde. Koronalar böyle devam ederse, insanlar insanlıklarının farkına varmaya başlayacak ve sürü olmadıklarını anlayacaklar, diye düşünüyoruz.

İnsanlığın sermayesine, servetine ve imkânına gayr-ı meşrû yollarla el koyan yüzde beş-onluk burjuva, dünyanın kendi köyleri olduğunu iddia etmişlerdi, bir sene öncesine kadar. Bütün coğrafyaların enerjilerini, madenlerini, arazilerini, ormanlarını, ticaretini ve imalatını birkaç firma altında toplamaya başladılar. Yönetim merkezleri Amerika, Avrupa ve son zamanlarda Çin’de olan mağazalarını Nepal’in Himalayasına kadar götürerek, bu dünyanın yegâne hâkimleri biziz dediler. Sürü yerine konulmuş ve yığın olarak görülen zavallı insanlığın yardımına korona gönderilince, globalciler geri geri kaçmaya başladılar. Gökyüzündeki zavallı kuşları perişan eden uçaklar, çürümek üzere meydanlara indi ve tüketim canavarları kısmen zincirlere vuruldu, koronalı günlerde.

Korona Kur’ân’ın; insanın en güzel ve üstün bir varlık olarak Allah tarafından yaratıldığına vurgu yapan birçok âyetin meal ve tefsirini farklı üslûplarla ilân etmeye devam ediyor. Bir insanın hukuku bütün insanlığın hukuku ile eşittir, rızası olmadan feda edilemez… Veya bir başka mana ile bir insan bütün insanlık kadar kıymetlidir. İnsanlara; renkleri, dilleri, dinleri, coğrafyaları ve sosyal statüleri cihetiyle hukuk önünde eşit görmeyenlerin ve bu şekilde muamelede bulunmayanların insanlıkları yoktur. Ve koronalı zamanlar, olayları yorumlamaya devam ettikçe, bizlerde yanlışlarımızı görerek kemal yoluna gireceğiz gibi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*