Mehmet Kutlular göçtü, dâvâsı devam ediyor

Kutlular Abiyi de baki âleme uğurladık

Ölüm hiçlik değil, yokluk değil; dünya zindanından Cennet bahçelerine bir geçiştir. “Birimiz şarkta, birimiz garbda, birimiz dünyada, birimiz ahirette de olsa biz bir ve beraberiz.” O da ahiret âlemine göçtü.

Vefatlar kişileri, dâvâlarını ve o dönemi anlamak ve idrak etmek için önemli vesilelerdir. Kutlular Abi İslâm’ın bu zamanda da siyasî, sosyal ve şahsî hayatta her türlü olumsuzluğa rağmen taviz vermeden yaşanılabilir olduğunu fiilen göstermiştir.

Gerçekte onu tanımak demek hem Nur Talebelerini, hem Türkiye’yi, hem de İslâm dünyasını hatta dünya siyasetini tanımak demektir. Onun hayatı hem Türkiye’nin hem de İslâm dünyasının en çalkantılı zaman dilimine tevafuk etmiştir.

Türkiye’nin seçilmiş ilk başbakan ve bakanlarının darbeciler tarafından idam edildiği bir ortamda Nur hizmetlerinde önemli vazife ve sorumluluklar üstlenmiştir. Dar ağaçlarının gölgesindeki bir memlekette Bediüzzaman’ın talebesi Zübeyir Gündüzalp’ten istikameti, gayreti, metaneti ve samimiyeti öğrenmiştir. Ülkeyi 1950 öncesine döndürmek isteyenlere iman ve Kur’ân hizmetindeki sebat ve dirayetiyle mâni olmuş, ihtilâlin tortularını aynı heyetteki Nur Talebeleriyle temizlemişlerdir. Siyasilerin tekrar demokratik hayata geçilebileceğine olan inançlarında onların payı büyüktür.

Radikal akımlara karşı istikameti muhafaza etti

1960’lı dönemler hem Türkiye’de hem İslâm dünyasında demokrasi ve hürriyetlerin gereksiz ve düşman ilân edildiği dönemdir. Burada dikkat çekici olanı 1950’lerden itibaren demokrasi nimetinden istifade eden dindar kesimden bazılarının güya İslâm adına hak ve hürriyetlere ve demokrasiye karşı çıktıkları görülmeye başlamıştır. Yine aynı dönemler Ortadoğu kökenli kendilerine selefi diyen akımların özellikle siyasî sahada Türkiye’yi etkilemeye başladıkları dönemdir. İslâm dünyasında ve özellikle Türkiye’de hâlâ devam eden kargaşada bu önemli bir faktördür. Zübeyir Abi bu tehlikeyi ilk fark edenlerden birisidir. Onun mücadelesini Kutlular Abi devam ettirmiştir.

Bu dönemler bir taraftan dünya siyasetinde NATO ile komünist blok Varşova Paktı arasındaki soğuk savaşın bütün şiddetiyle devam ettiği dönemlerdi. Terörü tırmandırarak akabinde hukuku ve demokrasiyi askıya alıp askerî rejimleri hedefleyen mihraklar söz sahibiydi. Dikta rejimleriyle toplumlara uzun vadeli planlar dayatmayı hesaplıyorlardı. Bu planlar doğrultusunda 1980 öncesi siyasî partileri, tarikat ve cemaatleri teröre çekmek için birçok yol denediler. Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgali ve İran devrimi bu projeleri hızlandırdı. O zamanlar üniversitede talebe idik. Kutlular Abinin sohbetlerde tehlikeye dikkat çekerek yaptığı ciddî ikazları hâlâ hafızamızdadır. Kutlular Abinin gerek medyada gerekse şimdiki ifadeyle “kanaat önderleriyle” iyi bir diyaloğu vardı ve zaman zaman bir araya gelirlerdi. O ortamlarda Risale-i Nur’daki “müsbet hareket” prensibine dikkat çekerek terör ve anarşinin çözüm olmadığını izah ederdi. O badirelerin az zararla atlatılmasında büyük hizmetleri olmuştur.

En büyük tehlike “baskı ve istibdat” derdi

12 Eylül darbesi o kanaat önderleri arasındaki diyaloğu yok ettiği gibi cemaatleri ve tarikatları da parça parça etti. Onları kontrol altına almak için her yolu denedi. Yeni algılar meydana getirildi. Kutlular ve Yeni Asya uzun zamandır yerleştirilmeye çalışan “tek tehlikenin komünizm olduğu, demokrasi, haklar ve hürriyetlerin önemli olmadığı” algısını yıkmaya başladı.

Komünizm ve terör bahanesiyle hürriyet ve demokrasinin sınırlandırıldığı, İslâm’ın devletin kontrolüne alınarak sıradanlaştırıldığı uzun bir dönem hedefleniyordu. Kutlular Abi hadis-i şeriflerde haber verilen Deccal’in “dünya çapında olduğu için tahribatı büyük gözükür. Ancak yine Hadis-i Şeriflerde haber verilen ‘süfyani’ rejimler ise İslâm dünyasındadır. İçerden olduğu için tahribatı daha büyüktür ve bizim vazifemiz öncelikli olarak buna karşı tamir vazifesini yapmaktır” derdi. Bu hakikat başkaları tarafından tam anlaşılamadığından problemlerimiz hâlâ devam etmektedir.

Devlet cemaatlere, cemaatler de devlete karışmamalı

12 Eylül rejimi, 27 Mayıs ve 12 Mart tecrübelerinden istifade ederek sağ ve dindar görünümlü ekip ve partileri yerine mirasçısı olarak bıraktı, ancak yaptıkları anayasa başta olmak üzere pek çok vasıtalarla ipleri hiçbir zaman bırakmadılar.

Kutlular Abi baskılara karşı cesaret ve metanetle, maddî imkân ve makam tekliflerine karşı ise Üstadın “istiğna” düsturuyla mukabele etti. Akıntıya kapılarak hizmet ettiklerini zannedenleri sanki bu günleri görüyor gibi hem Yeni Asya’da, hem televizyonlarda açık açık ikaz etti. O zamanlar maalesef yalnız kaldı, yalnız kaldık.

Kutlular Abinin en büyük hizmetlerinden biri de meşveret ve şûrâyı işletmesiydi. TV’lerde takdimcilerin kendisine “cemaat lideri” gibi ifadelerine karşı açık yüreklilikle “bizde reis, başkan, lider, şeyh yok; meşveret var” diyebilen neredeyse tek kişi idi.

Nur Talebelerinin çizgisine İslâm dünyasının ihtiyacı var

Bir gün gazeteyi ziyaretimizde yanında Lübnan Televizyonu’ndan bir ekip vardı. Ekibin “Büyüklerimiz Nur Talebeleri’nin siyasî ve içtimaî meselelerdeki isabetini hep takdir ve tavsiye ederlerdi. Fakat bize aktif siyaset cazip geldi. Ancak hep geriye gittik. İhmal ettiğimiz Nur Talebelerini incelemeye geldik” dediklerini nakletmişti. “Terör, İslâmî hizmet, iman hizmeti, müsbet hareket, din adına siyaset, hürriyet ve demokrasi gibi sualler soruyorlar. Biz de Risale-i Nur’dan cevaplar veriyoruz” demişti.

“Zübeyir Abi zamanında İslâm dünyasından gelip soru soranlar, görüş alanlar çok daha fazlaydı. Vaktiyle İslâm dünyasındaki huzurda Zübeyir Abinin daha doğrusu Risale-i Nur’un hizmeti büyüktür” demişti. “Daha sonraki dönemde maalesef Türkiye’deki radikal siyasetçiler asılsız suçlamalarla İslâm dünyasındaki kardeşlerimizle aramıza engeller koydular. İnşaallah eski diyaloğumuz devam eder de İslâm dünyasındaki kan ve gözyaşı biter” demişti.

Eğitimi Risale-i Nur ve Yeni Asya

Kendisini tanıdığım ilk yıllarda her konuyu Risale-i Nur’dan cümlelerle değerlendirmesi dikkatimi çekmişti. Hasbihal ederken sıradan konularda bile Münâzarât ve Sünûhat gibi eserlerden prensipler ortaya koyması bende Risale-i Nur’da aradığımız her şey var kanaatinin pekişmesini sağlamıştı.

Düzgün bir eğitim hayatının olmamasını büyük bir teslimiyet ve açlıkla günde 15-16 saat Risale-i Nur okuyarak avantaja çevirmişti. Bilgisi sadece Kur’ân ve sünnete dayalı Risale-i Nur idi denilebilir. Safi bir zihin… “İlmî enaniyetle eski bildiklerini esas alıp eserleri  yorumlamaya kalkanların hakikî Nur Talebesi olamayacağını” hatırlatırdı. “Risale-i Nur’u mütevazi ve safi bir kalble okumak gerektiğini” söylerdi.

Kendisiyle tanıştığımız ve derslerine katıldığımız yıllarda bende Yeni Asya Yayınları’nın tamamını yeni okumuş olmanın heyecanı vardı. Bu sebeple de tarih, fıkıh, ilim ve teknik gibi konularda da verdiği misallerin tamamının Yeni Asya Yayınları’ndan olması dikkatimi çekmişti. Kitapların heyet kontrolünden geçmesi aynı zamanda Risale-i Nur’un şerh ve izahları şeklinde olması zihninin safiyetine kuvvet veriyordu.

İman, teslim ve tevekkül

Kutlular Abinin sadâkat, metanet ve cesaretinde iman ve tevekkülün ana unsur olduğu dikkatimi çekmişti. Çünkü öyle zamanlar vardı şahsî mizaç ve karakter yeterli gelmiyordu. 12 Eylül darbesinden sonra o zor zamanlarda bir grup talebe arkadaş evindeki sohbetlere katılırdık. Bir taraftan siyasî canipteki baskılara, onların içerde çıkardıkları kargaşaya karşı müthiş bir tevekkülü ve Cenab-ı Hakkın inayetine ve Üstadın tasarrufuna hiç azalmayan bir ümidi vardı. İman ve Kur’ân hizmetine karşı yanlış yapanların hatta seyirci kalanların dahi bir gün aynı cinsten ceza ile bu dünyada dahi mukabele göreceklerine samimiyetle inanırdı. Söylediklerinin tahakkukuna yıllar sonra şahit olduk.

Kutlular Abi halkta karşılığı olan birisiydi. 28 Şubat’ın zor günleriydi. Bir vefat sebebiyle taziyeye gitmiştik. Kalabalık bir topluluk vardı. Farklı bir ortam idi, çoğunu tanımıyordum. Oradan birisi “Arkadaşlar, dün televizyonlarda bir haber vardı” dedi. Adamın ses tonundan ve heyecanından herkes sustu ve dinlemeye başladı. ‘Kim olduğunu bilmiyorum, ama dün ilk defa cesur bir adam gördüm. ‘Deprem İlâhî ikazdır’ diyerek ‘baskılara meydan okudu’. Türkiye’de böyle on kişi olsa Türkiye bambaşka bir memleket olur” demişti.

Şahıslar fani, dâvâ baki

Kutlular Abinin cenazesinde arka saflarda sessiz sedasız saf tutmuş meşhurlardan birisini gördüm. Kendisiyle çok eskilerden tanışıyorduk. Siyasî ve içtimaî görüş olarak bizimle farklı kulvarlardaydı. Kendisine “hoş geldiniz” deyince; “Bir akrabam vasıtasıyla çocukluğumda Kutlular Abinin bir sohbetine katılmıştım. O zamandan buyana zihnimden hiç silinmedi. Kendisini ve hizmetlerini hep takdir ettim. Allah rahmet eylesin” demişti. Evet onun yediden yetmişe her sahadan dostları, ahbapları ve dâvâ arkadaşları vardı. Farklı düşünceden olanlar dahi onun sadâkat ve samimiyetini takdir etmekten geri durmazlardı. O da eski dostlarını hiç unutmadı. Aleyhine geçenlere bile kötü söz söylemez ve söylettirmezdi. Ancak Nur Talebesi olduğunu iddia ederek Risale-i Nur çizgisine bilerek aykırı hareket edenlere müsamaha etmezdi. Yine de şahıslarını rencide etmezdi. Zor bir dönemde ağır bir vazife üstlendi.

Evet bir dâvâ adamı bu fani dünyadan göçtü, ancak dâvâsı baki kaldı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*