Menfî siyâset tabiri Bediüüzzaman Hazretleri’ne ait bir tesbittir.
O, “Din dâhilde menfî tarzda istimal edilmez. Otuz sene halife olan bir zat, menfî siyâset namına istifade edildi zannıyla, şeriata gelen tecavüzü gördünüz.”1 diyerek menfî siyâsetin şerîata verdiği zararı ifade etmiştir. Buradan anladığımız şudur: Menfî siyâsetin tatbikatı, dinin dâhilde menfî tarzda istimal edilmesidir. Otuz sene halife olan Zat ise, merhum Şevketli Sultan ve Veli Padişah olan II. Abdülhamid Han’dır.
Bediüzzaman Hazretleri, Abdülhamid Han’ın şerîat nâmına istimâl ettiği zayıf istibdad idaresini menfî siyâset olarak addeder. Burada Bediüzzaman Hazretleri’nin mazlûm padişah, şevketli sultan ve veli zat olarak tavsif ettiği merhum Sultan Abdülhamid Han ile ilgili değerlendirmelerine kısaca temas edelim.
Bedîüzzamân Hazretleri’nin Sultan Abdülhamid Han Hazretleri’ni iki cihetle değerlendirdiğini görüyoruz. Birinci ciheti; Sultan Abdülhamid Hân mazlûm padişah, şevketli sultan ve şahsen velî bir zattır. Ancak; “Din dâhilde menfi tarzda istimâl edilmez”2 diyerek şerîatı zayıf istibdâd şeklinde tatbîk etmeye kendini mecbûr bilmesi, dolayısıyla da bu vaziyetin içtimâî ve siyâsî kusur işlemeyi netice verdiği görülüyor. Bedîüzzamân Hazretleri Sultan Abdülhamid’in şahsî faziletini değil; onun döneminde uygulanan menfî siyâseti tahlil ve tenkit etmiştir. Bu tenkit “Saik-i tenkit, aşk-ı hak ve arzu-i tenzih-i hakîkat olmalı. (Selef-i salihînin tenkitleri gibi.)”3 sınıfına dahil olan müsbet tenkittir. Çünkü “Tenkidi eğer insaf işletirse, hakîkati rendeçler (parlatır); eğer gurur istihdam etse, tahrip eder, parçalar.”4 Onun için de Bediüzzaman Hazretleri’nin Sultan Abdülhamid Han Hazretleri için yapmış olduğu tenkidi “aşk-ı hak ve arzu-i tenzih-i hakîkat” uğruna yaptığını görmek ve kabul etmek lâzımdır. Bunların dışındaki değerlendirmeler ifrat ve tefrittir.
Bu konuda Bediüzzaman Hazretleri’nin şu tasnîfi de yaptığını görüyoruz. Bir zat şahsen velî ve çok sâlih olabilir. Ancak bu hâl, o zatın hayatının başka alanlarında kusûrlu olamayacağı mânâsına gelmez. Demek ki bir insan şahsen fazîletli olması onun hiç kusûr işlemeyeceği anlamını taşımaz. Ya da bir zatın içtimâî hayatta kusûr işlemesi, o zatın şahsî fazîletine zarar vermez ve onu makâmından sükût ettirmez. Öyleyse şöyle diyebiliriz: Sultan Abdülhamid Han, şahsî fazîlet itibârıyla veli bir zat idi, ancak içtimâî ve sosyal hayatta özellikle mecbûriyet tahtında içtimâî ve siyâsî kusûr işlemeye mecbur oldu. Bu kusura Bediüzzaman Hazretleri şöyle temas eder: “Sabık Sultan Merhum Abdülhamid Han Hazretleri, sabık içtimâî kusurâtını derk ile nedâmet ederek kabûl-i nasihâte istidat kesbetmiş…”5
Bedîüzzamân Hazretleri hiçbir meseleye toptancı yaklaşmaz. İnsaf düstûru ve hakperestlik onun vazgeçilmez şer’î ölçüleridir. Bedîüzzamân Hazretleri kimden gelirse gelsin mutlaka hatâları “aşk-ı hak ve arzu-i tenzih-i hakîkat” namına söylemiştir. Yaşadığı zamanda Sultan Abdülhamid Han Hazretleri hakkında ifrat derecede yapılan hücumları da kabul etmemiş ve bu hücumların hedefinin hata olduğunu açıkça ifade etmiştir. Bu noktaya işaret eden yer Kastamonu Lâhikası’nda şöyle ifade edilir: “Eski Saîd, bazı dâhî siyasî insanlar ve harika ediblerin hissettikleri gibi, çok dehşetli bir istibdadı hissedip, ona karşı cephe almışlardı.6 O hiss-i kablelvuku tabir ve tevile muhtaç iken, bilmeyerek resmî, zayıf ve ismî bir istibdat görüp, ona karşı hücum gösteriyorlardı. Hâlbuki, onlara dehşet veren, çok zaman sonra gelecek olan istibdatların zayıf bir gölgesini asıl zannederek öyle davranmışlar, öyle beyan etmişler. Maksat doğru, fakat hedef hata.”dır. 7
Burada Eski Saîd “bazı dâhî siyasî insanlar ve harîka edibler”den farklı olarak hissedilen ve tatbikatı görülen “o müthiş istibdat-ı acibeye karşı meşrûta-i meşrûayı bir vasıta-i necat görüyordu. Ve hürriyet-i şer’iye, Kur’ân’ın ahkâmı dairesindeki meşveretle o müthiş musîbeti def eder diye düşünüp, öylece çalışmış.”tır.8 Bu mânâda gelen şu kısım da çok manidârdır: “Üstadımız, Hürriyetin başında bütün kuvvetiyle şeriat dairesindeki hürriyet-i şer’iyeyi sena etmiş, nutukları ile halkları o hürriyete dâvet etmiş ve hürriyet-i şer’iyeye muhalif olanlara demiş ki: “Eğer şeriat dairesinde olmazsa, istibdat namını verdiğiniz, bir şahsın mecburî, cüz’î ve hafif istibdadı (Sultan Abdülhamid’in), pek şiddetli bir istibdad-ı küllî olup inkısam edecek. Herkes, bir nevi müstebit olur. İstibdad-ı mutlak çıkar. Binler istibdat hükmüne dönecek, yani hürriyet ölecek, bir istibdad-ı mutlak çıkacak.”9
Bundan başka Bediüzzaman Hazretleri Sultan Abdülhamid Han Hazretleri’ni “Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan Halife-i Peygamberi”10 diye de tavsif etmiştir. Ayrıca onun zamanında uygulanan idarî siyâset için “Abdülhamid’in mecbur olduğu istibdad”11 şeklinde ifade edilmiştir. “Şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdadı taşıyan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya lâyık iken, o tokada müstehak olmayan, gayet mühim bir zatın (Sultan Abdülhamid’in) yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu sözün; Ne mümkün zulm ile bidad ile imhay-ı hürriyet/ Çalış, idraki kaldır, muktedirsen ademiyyetten”12 ifadesine muhatap olmaması gerektiğini beyan etmiştir.
Dipnotlar:
1- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Sünûhat), 2013, s. 498.
2- Eski Saîd Dönemi Eserleri. (Sünûhat), 2013, s. 498.
3- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Tuluat), 2013, s. 581.
4- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Hakikat Çekirdekleri), 2013, s. 631.
5- Eski Said Dönemi Eserleri (Divan-ı Harb-i Örfi), 2013, s. 135.
6- Zannederim, asr-ı ahirde İslâm ve Türk hürriyetperverleri, bir hiss-i kablelvuku ile bu dehşetli istibdadı hissederek oklar atıp hücum etmişler. Fakat, çok aldanıp, yanlış bir hedef ve hata bir cephede hücum göstermişler. (Şuâlar, 2013, s. 938).
7- Kastamonu Lâhikası, 2013, s. 94.
8- Kastamonu Lâhikası, 2013, s. 49.
9- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s. 238.
10- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Nutuk), 2013, s. 182.
11- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s. 238.
12- Lem’alar, 2013, s. 410.
Benzer konuda makaleler:
- Ey Nur Talebeleri! Demokratları uyandıracak sizlersiniz
- Abdülhamid, İttihatçılar ve Said Nursi
- Cemaleddin Efganî ve Bedîüzzamân
- Okursanız gözünüz mü aşınır?
- Selanikliler Osmanlı ile becayiş yaptı
- Bediüzzaman çözümü
- Said Nursî helâllik istedi mi?
- Risale-i Nur’da Namık Kemal
- İman ve hürriyet
- Siyâset câzibesi aldatır
İlk yorum yapan olun