Mesleğe sadâkat yemini

Kànun gereği yapılan türlü yeminler var: Milletvekili yemini, cumhurbaşkanı yemini, mahkemede yemin, doktorların hipokrat yemini, vesâire…

Bunların dışında, ayrıca emin olmak, emin kılmak, inandırıcı olmak, şüpheyi-tereddüdü bütünüyle izâle etmek için yapılan/yaptırılan yeminler, kasemler var.

Bütün bu yeminlerin öncelikli gerekçesini şu şekilde sıralamak mümkün:

1) Dâvâya ihanet etmemek;

2) Sadâkattan ayrılmamak;

3) Yalan söylememek;

4) Hizmetini aksatmamak, vazifesini terk, yahut ihmal etmemek için.
* * *
Son Şahitlerin hatıralarından ve daha birçok kaynaktan öğreniyoruz ki, Üstad Bediüzzaman da talebelerine zaman zaman Kur’ân’a el bastırarak onlara “sadâkat yemini” ettirmiştir.

Bilhassa Bayram Yüksel Ağabeyin bizzat kendisinden ve yazılı hatıralarından, ayrıca Zübeyir Gündüzalp, Mustafa Sungur, Salih Özcan, Ispartalı Vahşi Şaban, Ali İhsan Tola ve Eyüp Ekmekçi gibi muhterem ağabeylerin yazılı-şifahî hatıralarına istinaden biliyoruz ki, Hz. Üstad, birçok talebesine ciddi mânâda ve mükerreren Kur’ân üzerine el bastırıp “Vallahi, billahi, tallahi…” tâbirleri ile başlayan “sadâkat yemini”ni yaptırmıştır. Ayrıca bakınız:
Şahiner; Son Şahitler-III, s. 235
Son Şahitler-IV, s. 344, 371

www.nur.org/risale/makaleler/bayramagabey02.htm

Atasoy, İhsan; Ali İhsan Tola

http://www.yeniasyaforum.com/nurculuk-ve-risale-i-nur/11851-risale-i-nurda-sadakat/?l=2

www.yeniasya.com.tr/haber_detay2.asp?id=73059
* * *
Burada sıraladığımız kaynakların dışında, benzer mahiyetteki daha bir çok bibliyografyada, Üstad Bediüzzaman’ın bu “sadâkat yemini” meselesinde şunları söylediği naklediliyor: “Getirin Kur’ânı! Benim mesleğimden ayrılmayacağınıza, geri dönmeyeceğinize yemin edin!”

(1935 Eskişehir Hapsinde/Mahkemesinde tarikate girerek sadâkatini bozduğu ve Hz. Üstad’ı azap içinde bıraktığı için, bir daha daireye kabul edilmeyen bîçare “Bir buçuk” kişinin vaziyetini tahattur edelim.)
* * *
“Benim mesleğim Sahabe mesleğinin cilvesidir. Bu meslekte aç kalmak var, hapislik var, sıkıntı var… Eğer Abdülkadir Geylânî gelse, ‘Said, mesleğini bırak benim mesleğe gel; bir günde bir milyon müridin olacak’ dese, ben diyeceğim: ‘Ya Üstad! Bu dersimi, bu mesleğimi Üstad-ı Hakikimden aldım. Bu mesleğimden geri dönmem.” Kur’an’ı getirin! Siz de benim meslek ve meşrebimde gideceğinize, bundan ayrılmayacağınıza yemin edin!”

(Eyüp Ekmekçi diyor: Üstad, Ağabeylere Kur’âna el bastırarak sabaha kadar, belki on def’adan fazla yemin ettiriyor. Onlar da yemin ediyor. www.nur.org/tr)

Bu yemin ettirme meselesini, halen hayatta olan M. Fırıncı, M. Kutlular, S. Aksakal Ağabeylerden de—naklen—bizzat duyduk, dinledik.
* * *
Evet, Üstad Hazretleri—birçok şahidin naklettiğine göre—talebelerine ciddî ciddî sadâkat yemini ettiriyor.

Zaman zaman da, diğer ağabeylerin bulunduğu bir ortamda “Keçeli” diye başlayarak, lâtife yollu “Beni âlet edersiniz diye hepinizden korkuyorum. Ama, bu taş kafalı Zübeyir, bu beni âlet etmez” diyerek, câlib-i dikkat sözler sarf ediyor.

www.yeniasyaforum.com
http://risaletalimhaber.com

Çokça yemin ettirmenin, bu dehşetli zamanda sadâkati muhafaza etmenin ehemmiyetinden ve bunun bozulması, kırılması tehlikesinden kaynaklandığını pekâla düşünebiliriz.
* * *
Iparta’da Bayram Yüksel Ağabeyin bulunduğu meşhûr Medrese-i Nuriye’deki hatıra eşyalar arasında “kulunç sopaları” var.

Bunlarla ilgili hatıraları bizlere naklederlerken (1995), Üstad’ın bazan bu çubuklarla yanındaki talebelerin sırtına, kafasına hafiften vurarak, yahut dürterek şöyle takılırmış: “Keçeli, beni âlet edersiniz, yemininizi bozarsınız, bana ihanet edersiniz diye korkuyorum. Ama, bu câmid, bu taş kafalı Zübeyir hariç.”

Onu kâinata değişmem

Şimdi de,  Zübeyir Gündüzalp’ın bu kabil üstün meziyetlerine dair diğer bazı bilgileri aktarmaya çalışalım. Isparta Kahramanlarından Vahşi Şaban anlatıyor:

“Bir gün sadece Zübeyir Ağabey ve Üstad vardı. Üstad bana sordu: ‘Kardeşim, sen Zübeyir’i iyi bilir misin?’ Ben de ‘Biliyorum Üstadım’ dedim.

“Üstad değneği aldı, Zübeyir Abiye vuruyor: ‘Bu taş. Bak, kaya. Hiç de konuşmaz. Câmid bu. Kardaşım Şaban! Bu öyle ahmak ki, 30 lirayı bıraktı, 30 kuruşa burada çalışıyor.’

“Zübeyir Abi de hiç ciddiyetini bozmadan kuzu gibi öyle duruyor. Hiçbirşey anlamadım durumdan. “Neyse… Aradan epey bir zaman geçti. Yine bir gün gittim kapıyı açtım. Üstad yine sordu: ‘Sen benim Zübeyir’imi tanır mısın?’ Tanırım Üstadım dedim. Üstad, bu kez ‘Ben Zübeyir’imi kâinata değişmem’ dedi.

“Gerçekten, Zübeyir Abideki feraset, sadâkat ve bağlılığı hiçbir ağabeyde görmedim. Cenâb-ı Hak, bütün güzel meziyetlerin toplamıştı onda.”
* * *
Hâlen hayatta olan birkaç şahitten bizzat dinledim. Zübeyir Abi, M. Kutlular, S. Aksakal gibi yanında olanlara şunu söylemiş: “Kardeşlerim! Bir gün farkında olmadan hizmete zarar verecek olursam, vasiyetim olsun, bana bir iğne vurun hayatıma son verin gönderin. Size hakkımı helâl ediyorum.”
* * *
Muhterem İhsan Atasoy, Nur’un Büyük Kumandanı isimli kitabın 162. sayfasında şunu naklediyor: “Mehmet Çalışkan Ağabey ‘Üstad bütün gazeteleri aldırtırdı. …Yalnız, Zübeyir Ağabeyin dışındakilere okutmazdı. Derdi ki: ‘Siz tesir altında kalırsınız. Bu taş kafalı Zübeyir var ya, bu tesir altında kalmaz.’ Onun için, ona okuttururdu.’’
* * *
Şu helâket ve felâket asrında rey sahibi olan Bediüzzaman Hazretlerinin ayrıca muhtelif sahalarda ciddî vazifeleri var. Şuâlar’da ifade edilği üzere “Siyaset âlemi, diyanet âlemi, saltanat âlemi, cihad âlemi” gibi çok dâirelerde icraatları olmuş. (Age, s. 509)

Bu sahalardan herhangi birine bilmeyerek de olsa ihanet etme riski, yahut sadakatsizlik gösterme ihtimali var.

Keza, bir sahadaki sadakatsizlik, meslek ve meşrebinin, yahut hizmet sahalarının tamamına sadakatsizlik göstermek anlamına gelmez.

Önemli bir başka nokta: İhanet ayrı, hıyânet ayrıdır. Biri, bilerek/bilmeyerek sadâkatin kırılması; diğeri ise, bilerek arkadan vurma mânâsını taşır.

Birbirine çok benzeyen “ihanet” ile “hıyânet/hâinlik” tabirleri, aslında birbirinden farklı mânalar taşıyor.

Hâinliği hemen herkes biliyor. İhanet ise, daha ziyade sadâkatin kırılması, bozulması anlamında kullanıldığı halde, çoğu kimse bunu da hıyânet şeklinde telâkki ediyor.

İşte, biz de 2012 yılı sonlarında İzmir’de vermiş olduğumuz iki saate yakın konferansın 20 saniyelik bir yerinde “sadâkat kırılması” mânâsında kullandığımız “ihanet” kelimesini bazıları tutup “hâinlik” şeklinde yorumlayıp yaymaya çalışıyor.

Hatta, bir arkadaşımız işi daha da ileri götürüp “Ne yani, Zübeyir hariç bütün Nurcular hâin mi?” şeklinde aşağılayıcı yorumuna başlık atmış. Fesübhanallah!

Bizim asla böyle bir niyet taşımadığımızı, böyle bir maksadımızın olmadığını ve olamayacağını herkesten evvel kendisinin bilmesi lâzımdı.

Kezâ, hazırdaki birkaç kişiye ve muvakkat zamanlara mahsus o “sadâkat kırılması”nı dahi, sanki bütün şahıslara ve bütün zamanlara teşmil etmişiz gibi nasıl yorumlanabiliyor, hayret etmemek elde değil.

Tabiî, iki saatlik bir konuşmanın önünü-arkasını keserseniz, böylesi tuhaflıklar da kaçınılmaz olur.

Bazıları ise, insaf ölçüsünü büsbütün yıkmış, tarumar etmiş görünüyor.

Öyle ki, Yeni Asya’ya muhalif olup başka türlü garazı olan kimseler, kuşa çevrilen o kısacık videonun altına, yıllardır biriktirdikleri bütün kin ve garazlarını def’aten kusma cihetine gitmiş.

Besbelli ki, bunlar bizi karalamak ve taarruz etmek için, büyüteçle bahane arayan ve habbeyi kubbe yapma hevesinde olan kimseler.

Hiç heveslenmesinler ve merak da buyurmasınlar. Tutup kusurlu şahsımızı müdafaa etmeyeceğimizi iyi bilsinler. Maksadı aşan, hürmetsizliği işmam eden, dolayısıyla başka mânalara çekilebilen, yahut maksadımızın tam aksi yönünde yoruma açık bulunan pürüzleri törpülemekten de asla çekinmeyiz. Yani, tâli derecedeki bir parçayı, hiç tereddütsüz siler atarız. Zira, asıl maksada halel gelmez. Fakat, istismara açık nokta bir cihette kapanmış olur.

Öte yandan, maksadımızın tam aksiyle bizi itham eden, karalamaya çalışan kimselere şunu hatırlatmak isteriz: Şahsî hak-hukuk meselesinde helâlleşme yolu açık olmakla beraber, koca çınarların devrildiği, yani o kırılma noktalarından birini teşkil eden 12 Eylül Darbesi ve Darbe Anayasası (1982) sonrasında tek dirayetli, istikametli duran, yani sadâkatini bozmayan ve meşveretle hareket eden Zübeyir Ağabeyin kurucuları arasında yer aldığı Yeni Asya’yı ithama devam edenler, titreyip insafa gelsinler.

Esasen, o iki saatlik “Arar ve Demokrat” isimli videonun ağırlık kısmı da bu gibi konularla ilgilidir.

Ve, bir soru: Hâlâ kökten değiştiremediğimiz, hayatımızdan bir türlü söküp atamadığımız o Kemalist ruhlu Darbe Anayasası (1980-82), gaddar cuntacılar tarafından bu millete dayatıldığı dönemde, o gaddarlara ve anayasalarına serfürû etmeyen, çok ağır bedellere rağmen karşılarında dimdik duran Yeni Asya ve camiasından başka Nur dairesinde kim var?

Bu dirayetli duruşu sebebiyle, Yeni Asya camiasına söylenmedik lâf, yapılmayan itham kalmamıştı.

O günleri bütün zerratımızla yaşadık. Ayrıca, hacimli şekilde arşivini tuttuk: Kim ne dedi, ne yaptı diye…

Meşveretle hareket bizlere söylenen şuydu: Siz vatan haini, bölücü, komünist, anarşistlerle berabersiniz.

“Darbecilerin zaferi” için ise, aynen şunlar yazılıp söyleniyordu: “Yapılan darbe, mazideki Mohaç, Niğbolu, Malazgirt ve İstiklâl Harbinde kazanılan zaferlerden aşağı değildi, hatta  üstündür.” (Bkz: Hürsöz, 18 Mart 1982)

Allah için söyleyin: Bunun “Üstad’ın meslek ve meşrebine sadâkat” ile bir münasebeti olabilir mi?

Bugün, kimse o darbeci zihniyetin içine tükürmeye bile tenezzül etmez belki; ama, derin kırılmanın yaşandığı 1980’lerde binler insanımız bu tarz düşünceler sebebiyle birbirine girdi. Kader birliği yapmış kardeşler birbirinin gırtlağını sıktı. Darbe Anayasası karşıtları adeta mücrim ilân edildi. O derin yaralar hâlâ kapanabilmiş değil.

İşte, Zübeyir’in o yeminli sadâkatine sadâkatle bağlı olan Yeni Asya grubu, çok çetin sıkıntılar yaşadığı, çok büyük badireler atlattığı 12 Eylül dönemi itibariyle, tarih ve insanlık önünde de başı dik, alnı açık, vicdanı rahat şekilde istikametli hizmetine aynen devam ediyor.

Aynı dönemde, kimlerin ne yaptığını da gayet iyi biliyoruz. Ayrıca, hiç bir tereddüte mahal bırakmayacak kadar çok bilgi ve belge de arşivimizde duruyor. Kimin bir şüphesi varsa, gelsin birlikte bakalım.

Sadâkat nasıl bir şey?

Dün, Osman Zengin Abi aradı ve sadâkatle ilgili önemli bir hatıranın kaynağını bildirdi. Mehmet Kırkıncı Hoca, bir hatırasında şunu naklediyor:

Bir gün Zübeyir Ağabeye “Sadâkati nasıl anlayacağız?” diye sordum.

Parmağını rahlenin üzerindeki Nur Risâlelerinin üzerine bastırarak “Bana deseler ki: ‘Zübeyir bu kitapları okursan Cehenneme, okumazsan Cennete gideceksin.’ Ben yine de bu kitapları okur ve Cehenneme giderim” dedi.

Bu cevap benim hayretime mucip oldu.

Bkz: http://www.mehmedkirkinci.com/index.php?s=article&aid=49
* * *

Bütün bunlardan şunu anlıyoruz ki: Bu dehşetli zamanda, şu helâket ve felâket asrında sadâkati, istikameti muhafaza etmek fevkalâde zorlaşmış.

Üstad’ın tarifiyle “Hayatı ve cihanı sarsacak hadiseler”in yaşandığı bir zamanda yaşıyoruz… İşte, böylesine çetin ve tehlikelerle dolu bir zamanda “meslek-meşreb sadâkati” çok ehemmiyet kazmış olmalı ki, Hz. Bediüzzaman, yanındaki talebelere dahi zaman zaman sadâkat yemini ettirme cihetine gitmiş.

Esasen, bu noktayı kimse inkâr etmiyor ve edemiyor.

Fakat, bundan sonraki kısmı yoruma açık ve ihtilâflı olduğu anlaşılıyor.

Dikkat, itidâl ve teenni ile gitmekte fayda var. Son gelişmeler, inşaallah söz konusu videonun tamamının izlemesine de bir vesile olur.

Said de dönse…

Aziz, sıddık kardeşlerim,

“Biz, Risale-i Nur’un şâkirtleriyiz. Said de, bizim gibi bir şâkirttir. Risale-i Nur’un menbaı, madeni, esası da Kur’ândır. …Onun tercümanı ve bir hizmetkârı olan Said ne halde olursa olsun, hatta Said de (el iyazü billah) Risâle-i Nur’un aleyhine dönse, bizim sadâkatimiz ve alâkımızı inşaallah sarsmayacak” deyip, o kapıyı kaparsınız.
Bediüzzaman Said Nursî
(Emirdağ Lâhikası, s. 109)

Yazarın yazısına ilişkin, yanlış anlaşılmak istenen videonun orjinal hali aşağıdaki linktedir.

https://www.saidnursi.de/video/ahrar-ve-demokratlar/

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*