Meşrûtiyet, adalet ve Şeriattır

“Meşrûtiyet, adalet ve Şeriattır.
Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halîfedir; biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa,
Peygambere tabî olmayıp zulüm
edenler, padişah da olsalar haydutturlar.”

Birinci Cinayet
Geçen sene bidayet-i hürriyette elli-altmış telgraf umum şark aşîretlerine sadaret vasıtasıyla çektim. Meâli şu idi:

“Meşrûtiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mesele ise; hakîki adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir. Hüsn-ü telâkkî ediniz, muhafazasına çalışınız. Zîra, dünyevî saadetimiz meşrûtiyettedir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz.”

Her yerden bu telgrafların cevabı müsbet ve güzel olarak geldi. Demek vilâyat-ı şarkiyeyi tenbih ettim, gafil bırakmadım; ta yeni bir istibdat onların gafletinden istifade etmesin. Neme lâzım demediğimden cinayet işledim ki, bu mahkemeye girdim.

İkinci Cinayet

Ayasofya’da, Bayezid’de, Fatih’te, Süleymaniye’de umum ulema ve talebeye hitaben müteaddit nutuklar ile Şeriatın ve müsemma-i Meşrûtiyet’in münasebet-i hakîkiyesini izah ve teşrih ettim ve mütehakkimane istibdadın Şeriatla bir münasebeti olmadığını beyan ettim. Şöyle ki:
“Seyyidü’l-kavmi hadimuhum” (Kavmin efendisi, onlara hizmet edendir) hadîsinin sırrıyla, Şeriat âleme gelmiş; ta istibdadı ve zalimane tahakkümü mahvetsin.

Herhangi bir nutuk îrad ettim ise, herbir kelimesine kimsenin bir itirazı varsa, bürhan ile ispata hazırım. Ve dedim ki: Asıl şeriatın meslek-i hakikisi, hakîkat-i meşrûtiyet-i meşrûadır. Demek, meşrûtiyeti, delâil-i Şer’iye ile kabul ettim, başka medeniyetçiler gibi taklidî ve hilâf-ı Şeriat telâkkî etmedim ve Şeriatı rüşvet vermedim. Ve ulema ve Şeriatı Avrupa’nın zünûn-u fasidesinden iktidarıma göre kurtarmaya çalıştığımdan, cinayet ettim ki, bu tarz muâmelenizi gördüm.

Üçüncü Cinayet

İstanbul’da yirmi bine yakın hemşehrilerimi, hammal ve gafil ve safdil olduklarından, bazı particiler onları iğfal ile, vilâyât-ı şarkiyeyi lekedar etmelerinden korktum. Ve hammalların umum yerlerini ve kahvelerini gezdim. Geçen sene, anlayacakları sûretle meşrûtiyeti onlara telkin ettim. Şu meâlde:

İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrûtiyet, adalet ve Şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halîfedir; biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tabî olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkîye sevk eden hakîki kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz. Zîra husûmette fenalık var; husûmete vaktimiz yoktur. Hükûmetin işine karışmayacağız. Zîra, hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz…

İşte o hammalların, Avusturya’ya karşı, benim gibi bütün Avrupa’ya karşı (HAŞİYE) boykotları ve en müşevveş ve heyecanlı zamanlarda akılâne hareketlerinde bu nasihatin tesiri olmuştur.

Padişaha karşı irtibatlarını tadil etmeye ve boykotajlarla Avrupa’ya karşı harb-i iktisadî açmaya sebebiyet verdiğimden, demek cinayet ettim ki, bu belâya düştüm.

HAŞİYE: Bediüzzaman’a zürefadan biri, birgün, irfanıyla mütenasip bir esvap giymesi lüzûmundan bahseder. Müşarünileyh de, “Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz, hem onun gönderdiği kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise, bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum, onun için yalnız memleketimin maddî ve manevî mamülâtını giyiyorum” buyurmuştur.
Tarihçe-i Hayat, s. 100

LÜGATÇE iğfal: Kandırma, aldatma.
vilâyât-ı şarkiye: Doğu illeri.
istibdat: Baskı.
tahakküm: Zorla hükmetme, baskı.
zarûret: Çaresizlik. Muhtaçlık, yoksulluk, şiddetli ihtiyaç, fakirlik.
ihtilâf: Ayrılık.
marifet: Eğitim.
teyakkuz: Uyanma, uyanıklık.
terakkî: İlerleme, yükselme.
husûmet: Düşmanlık.
hikmet-i hükûmet: Hükümet uygulamalarının gayeleri.
müşevveş: Karışık.
harb-i iktisadî: Ekonomik savaş.
zürefa: Zarif kimseler, zarifler.
esvap: Elbiseler.
müşarünileyh: İsmi evvelce söylenmiş olan, sözü edilen.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*