Meşveret yapmanın gereği ve ona uymanın önemi

İslâmiyetin içtihad sahasına giren en önemli konularından birisi de “meşveret” müessesesidir. İslâmın iki ana kaynağı Kitap ve Sünnet’tir. Bunlar “ahkâm” olarak ifade edilmiştir.

Zaman, zemin ve şartlara bağlı olarak, “ahkâm”da açık ve net olmayan özel durumlarda, ehil ve sahasında uzman kimselerden en az üç kişiden teşekkül eden heyetle yapılan görüşme ve müzakerenin adına “meşveret” deniyor.

En güzel örneğini Kâinatın Efendisinden (asm) öğrendiğimiz bu güzel inanç ve uygulama, günümüzde “şahs-ı manevî” adına elhamdülillâh her beldemizde Yeni Asya camiasının öne çıkan bir özelliği olarak da devam ediyor. Önemli olan bir başka konu ise; her kademedeki “meşveretlerin” verdiği kararlara uymada gösterilecek hassasiyet, sorumluluk ve dikkattir.

“Siyasal İslâmın” Türkiye gündemine ağırlıklı olarak girmesi, yılların “toplum mühendisliğiyle” bu kesimin “mağdur ve mazlum” rolünde gösterilmesiyle toplum ve cemaatimizin bir kesimi tarafından mazur ve haklı görülme temayülü ve psikolojisi piyasaya hâkim oldu. Bu psikolojinin tesiriyle içimizden bazılarının hiç umulmadık siyasî ve içtimâî savrulmalarına şahit olmaya başladık. “Demokratlık ve demokrasi” söylem ve fikrinin “kulvar” değiştirdiği yanlışı kısmen de olsa toplumda ve cematte makes buldu. Bu anlayış ve psikoloji, bütün faaliyet ve hizmetlerini Kur’ân’a dayanan Risale-i Nur’daki esasların rehberliğinde meşveretle yürüten “Yeni Asya camiası” fertlerinde de hasır altından dillendirilmeye başlandı. Hizmeti  gölgeleyecek bu “siyaset topuzu”nun cazibesi, gösterişi ve propagandasının tehlikesine karşı her konuda olduğu gibi siyasî ve içtimâî konulardaki görüşler de; Türkiye ve yurt dışı bölgelerinin hür iradesiyle seçtiği meşveret heyetlerinden teşekkül eden ve bu cemaatin tek yetkili “karar mercii” olan “umumî meşveretin” hür bir ortamda, serbestçe ve uzun müzakerelerden sonra aldığı kararlarla tesbit edilmektedir. Bu kadar itina ve emekle alınan bu kararları kabullenmekte ve uygulamakta bazı dostlarda tereddüt ve istifhamların meydana gelmesine şahit oluyoruz. Bu istifham ve tereddütlerin birçok yönü var; şahsî ve indî düşünceleri öne çıkarmaya çalışanlardan başlayarak dış kaynaklı fesat şebekelerinin fitne ve fesadına kadar giden bir çok sebebinin olduğunun da farkındayız, biliyoruz. Müslümanlar ve cemaatler üzerindeki “zındıka komitesinin” fitne ve fesatları maalesef hiç durmadı, durmuyor. Mizaçlardan kaynaklanan hissiyat ve tarafgirlik bu konuda ayrı bir sebeptir. Bütün bunların yanında asıl ana sebebin ise, son yıllarda Risale-i Nur eserlerinin bütününün tam olarak okunup, müzakere ve idrak edilememesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Ülkeyi tesiri altına alan “Siyasal İslâm” akımının maalesef “akılları dağıtıp, manevî bir divane, kalbleri dağıtıp manevî bir dinsiz, fikirleri dağıtıp manevî bir ecnebî ettiğini” görüyoruz. (Kastamonu L. s. 34, m.no: 30) Bütün bunları kimseyi karalamak ve suçlamak için söylüyor değilim. Şahsî kanaatimi, düşüncemi, tecrübelerimi ortaya koyarak bir tesbit yapıp kudsî kaynaktan çözüm bulmaya çalışıyorum. Bunun için de; Risale-i Nur’un; genelde bütününün, özelde ise ilgili kısımlarının, bütün referanslarıyla, ferdî ve toplu olarak birlikte okunup değerlendirilerek, seminer ve müzakereli dersler okunarak aşılabileceğini düşünüyorum.  

Bizim her sıkıntımızın ve derdimizin çaresi olan Risale-i Nur eserlerinde Üstad Bediüzzaman Hazretleri taa asrın başında siyasî konunun karmaşık ve zorluğuna dikkat çekip şöyle buyuruyor:

“Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir. ‘Ve emruhum şûra beynehüm’ [Onlar işlerinde meşveret ederler] âyet-i kerimesi, şûrâyı esas olarak emrediyor.” (Hutbe-i Şamiye, Sh: 65) İslâmîyetin toplum hayatında saadetin anahtarının “İslâm’a uygun meşveret” olarak işaret edilmesinin yanında “Şûrâyı emrediyor” diyerek “emir” kipinin kullanılması da oldukça dikkat çekici. Bu durumda meşvereti yapmak da, ona “uymak” da emir oluyor.  

Günümüzde cemaat ehli olmanın önemli bir şartı; cemaatin her kademedeki heyetinin usûlüne uygun yaptığı “meşveretlere” mensubiyeti olan her ferdin saygı gösterme ve uyma sorumluluğudur.

Meşveretin yapılmamasının sonucunu Üstad Bediüzzaman şöyle izah ediyor:

“Nev-i beşerdeki (insanlıktaki) telâhuk-u efkâr (fikirlerin birleşmesi) ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı (gelişmesi) ve fünunun (fenlerin) esası olduğu gibi, en büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûrâ-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.” (age)

Meşveretin fertlerden toplumlara ve kıt’alara kadar yayılmasına da dikkat çeken Üstad bunu da şöyle izah ediyor.

“Asya kıt’asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı (keşfedicisi ve anahtarı) şûrâdır. Yani, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt’alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki, üç yüz, belki dört yüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye (dinî meşveret) ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden (çıkan) hürriyet-i şer’iyedir ki, o hürriyet-i şer’iye, âdâb-ı şer’iye (İslâmî ahlâk) ile süslenip garp medeniyet-i sefihanesindeki (Batı medeniyetindeki) seyyiatı (günahları) atmaktır. İmandan gelen hürriyet-i şer’iye iki esası emreder: ‘Yani, İman bunu iktiza ediyor ki, tahakküm ve istibdat (baskı ve zorlama) ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek, ve zâlimlere tezellül etmemek… Allah’a hakikî abd olan, başkalara abd olamaz. Birbirinizi, Allah’tan başka kendinize Rab yapmayınız. Yani, Allah’ı tanımayan herşeye, herkese nispetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder. Evet, hürriyet-i şer’iye Cenâb-ı Hakkın Rahman, Rahîm tecellîsiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır.” (age)

“Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin! Şûrâ kuvvet bulsun! Bütün levm ve itâb ve nefret, hevâ hevese tâbi olanlara olsun. Selâm ve selâmet, hüdâya tâbi olanlar üstüne olsun. Âmin.” (age)

Çok önemli bir hususa daha dikkat çekiyor Bediüzzaman:

“Eğer denilse: Neden şûrâya bu kadar ehemmiyet veriyorsun? Ve beşerin, hususan Asya’nın, hususan İslâmiyetin hayatı ve terakkisi nasıl o şûrâ ile olabilir?

“Elcevap: Nurun Yirmi Birinci Lem’a-i İhlâsında izah edildiği gibi, haklı şûrâ ihlâs ve tesanüdü netice verdiğinden, üç elif, yüz on bir olduğu gibi, ihlâs ve tesanüd-ü hakiki ile üç adam, yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın hakikî ihlâs ve tesanüd ve meşveretin sırrıyla, bin adam kadar iş gördüklerini, çok vukuat-ı tarihiye bize haber veriyor. Madem beşerin ihtiyacatı hadsiz ve düşmanları nihayetsiz ve kuvveti ve sermayesi pek cüz’î; hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla, elbette ve elbette, o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz hâcetlere karşı, imandan gelen nokta-i istinad ve o nokta-i istimdad ile beraber hayat-ı şahsiye-i insaniyesi dayandığı gibi, hayat-ı içtimaîyesi de yine imanın hakaikinden gelen şûrâ-yı şer’î ile yaşayabilir, o düşmanları durdurur, o hâcetlerin teminine yol açar.” (age)

İçtimâî ve siyasî konularda hassasiyeti olan ve maalesef mevcut siyasal görüşün toplumda meydana getirdiği psikolojinin tesirinde kalan dostlarımızdan zaman zaman; “Ne gereği var bu konuda meşveret etmeye?” diyen tutumlarına karşı en güzel bir cevap yukarıdaki ifadeler olsa gerek.

Yani hak ve hakikat için, ihlâsın bozulmaması, tesanüdümüzü sağlam tutmak, meşveret sırrıyla bir adamlık kuvveti bin adama çıkarabilmek, hadsiz düşmanlara, nihayetsiz ihtiyaçlara karşı, imandan gelen nokta-i istinad, o nokta-i istimdadı bulmak, şahsî ve sosyal hayatın dayandığı iman hakikatlerinden gelen “şûrâ-yı şer’înin” rahmetine sığınabilmek ve nihayet düşmanları durdurmak, ihtiyaçların teminine yol açmak için meşveret yapmaya, ona inanmaya, kararlarına uymaya devam etmek zorunda ve mükellefiyetindeyiz!  

Netice: “Siyasî konularda neden meşveret yapıyoruz?” diyen ve dedirtilen bazı dostlar!

“Ben meşveret filan tanımam!” aykırılığını dillendiren saf ve mizansız hareket edebilen kardeşler!

“Yeni Asyacılar siyasetçidir” diyerek “siyasetin içine tam batmış tarafgir ve saldırgan muhalifler”!

Bilgi noksanlığından veya yanlış yönlendirilip “meşveretin önemini” takdir edemeyen muhterem kardeşler!

Hepiniz ve hepimiz şunu bilmeliyiz ki:

“Meşveret” demek şeriat demektir. Hürriyet demektir. Hakkın savunuculuğu demektir. Risale-i Nur meslek ve meşrebine tâbi olmak demektir. Asrın manevî tabibi Bediüzzaman Hazretlerine hakikî talebe olmak demektir. Tek adamlık ve hissiyatın hâkimiyetine müsbet manada hem bir cevap hem de bir dirençtir. “İndî ve şahsî” düşüncelere bedel cumhura uymak ve riâyet etmek demektir.

Dış kaynaklı, cemaati karalama ve sindirme oyunlu tahriklere en güzel cevaptır. Meydanları ve ekranları hamaset nutuklarıyla işgal edip manevî duyguları istismar eden ve İslâmiyet adı altında İslâmiyete en büyük zararı veren “siyaset bezirgânlarına” en güzel cevaptır.

Mu’cizevî Kur’ân tefsiri Risale-i Nur’u, onun muhterem ve muazzez müellifi Hazret-i Üstadı, birlik ve beraberliğimizin en büyük sebeplerinden biri olan ve medar-ı iftiharımız “şahs-ı manevinin” şeriata uygun olarak verdiğine şüphe olmayan “meşveret” kararlarını dinlemek bir fazilet ve ayrıcalıktır. Şeriatın emridir, gereğidir. Yarım asırdan fazla bir zamandır devam eden bu yapının verdiği kararların doğruluğu hakkın nazarında da, halkın nazarında da tasdiklidir ve kabul görmüştür. Onlara uymak şereftir, uymamak mes’uliyet ve sorumluluk getirir.

Cenâb-ı Hak hepimizi ayrılık ve gayrılıktan, İslâma aykırı hareket etmekten muhafaza etsin. Bu mübarek günler hürmetine Risale-i Nur’un devlet tekeline geçmemesi ve bandrol engeliyle yasaklanmasının sona erdirilmesi için duâlar yapmaya ağırlıklı olarak devam edelim inşaallah. 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*