Meşveret yapmayalım, gazete çıkarmayalım mı?

Tenkit marazı, itiraz illeti, asabiyet cehaleti, muhalifet tiryakiliğinden mürekkep bir koalisyonun sözcüleri tarafından zaman zaman bize yöneltilen zehirli oklardan iki tanesi şudur:

1) Arkadaş! Ne biçim gazete bu? Böyle gazete mi çıkarılır? Hep siyaset, hep siyaset… Aslî hizmetimiz bu mu? Bizim siyasetten başka işimiz mi yok? Gazete okuyacağımıza Risâle okusak daha iyi değil mi?

2) Arkadaş! Ne biçim meşveret bu? Böyle meşveret mi yapılır? Hep kulis, hep kulis… Tabanın sesine kulak vermeyen, siyaseti gündemine alan, bir kişinin keyfine göre hareket eden, emrine göre kararlar alan bir meşveret, meşveret mi olur?
* * *
Konuyu vüzûha kavuşturmak için, bir-iki soruyu da biz yöneltiyoruz:

S: Kardeş, gazete çıkarmayalım mı?

C: Çıkaralım, ama siyaset olmasın.

S: Ey Aziz, meşveret yapmayalım mı?

C: Yapalım, ama böyle kulisle ve bir şahsın direktifiyle falan değil.

Güzel… Herhalde, bu hususta mesele yeterince tavazzuh etti.

“Hayır, etmedi” diyen varsa, var olan, kendisinde biriken tenkit ve itirazları da yöneltebilir.

Amma ve lâkin, bu konuda samimî olmak ve yapılan izahları da can kulağıyla dinlemek kaydıyla. İşte başlıyoruz.

Bütün yazılar siyasî mi?

İnsandaki vicdan terazisi bozulmaya görsün… Düzgün çalışamaz bir türlü; ya HEP tartar, ya da HİÇ…

Herkes elini vicdanına koysun ve insaf ile baksın, görsün: Yeni Asya gazetesinde sadece siyasî yazılar mı var? İçinde sadece siyasî haberler mi yer alıyor?

Muhtevâsında dinî konular, imanî bahisler, iktisadî veya diplomatik gelişmeler, sosyal ve kültürel organizasyonlar, sanat, edebiyat, eğitim, sağlık, aile, çocuk dünyasını alâkadar eden yazı ve haberler yer almıyor mu?

Lâhika sayfası, başlı başına bir ilânât hizmeti görmüyor mu?

Tebrik, taziye, geçmiş olsun, mevlit, anma, seminer, konferans, panel ve sair özel ilânlar, duyurular dahi başlı başına bir “beyne’l-ihvân” hizmeti değil mi?

Ve, bütün bunların yekûnundan ve muhassalasından ortaya bir günlük lâhika, bir günlük haberleşme ve duâlaşma vesilesi çıkmıyor mu?
* * *
Evet, bu gazetede elbette ki siyasî muhtevalı yazı ve haberler vardır. Olmalıdır da. Zira, bu, bir gazete için “olmazsa olmaz”ları arasında yer alıyor.

İtiraz eden varsa, şu soruların cevabını bulmalı:

1) Acaba, muhtevasında hiç siyasî haber ve yazı olmayan bir tek gazete var mı? Örnek gösterilebilir mi?

2) Siyasetten tamamen tecerrüt eden bir mevkûteye gazete denir mi?

3) Eğer siyasetten hiç bahsedilmeyecekse, gazete çıkarmamak, onun yerine dergi çıkarmak daha doğru olmaz mı?

Bu arada, Üstad Bediüzzaman’ın “Siyasetin lisânı olan gazeteler” tâbirini de hatırlatmış olalım.
* * *
“Gazete yerine Risâle okunmalı” sözü, ilk bakışta gayet makul ve mantıklı görünüyor.

Oysa, bu tarz bir bakış açısı, hakikatle çelişiyor ve bir çıkmaz sokağa doğru sürükletiyor.

Bir kere, gazete ile Risâle okunması, birbirine mâni değil ve olamaz. “Birini okuyan, diğerini okuyamaz, ondan istifade edemez” diye mantığa dayalı bir fikir ileri sürülemez.

Şayet, bu noktada kendini zorlayan olursa, aynı mantık silsilesinin şu fecî anaforuna kapılmaktan kurtulamaz hale gelir: “Kardeş! Sen Risâle de okuma; sadece Kur’ân oku. Böylesi daha iyi.”

Binlerce şahit, Risâle okumanın Kur’ân okumaya mani değil, bilâkis teşvik ettiğine; aynı şekilde, gazete okumanın da Risâle okumaya ve hizmet etmeye insanları teşvik ettiğine şahitlik eder.

Kaldı ki, Yeni Asya, bu kudsî dâvânın nâşir-i efkârı olmakla iftihar eder. Varsa bir eksiği (ki, olabilir), bunu samimane bir niyetle ikmâl etmeye çalışana da teşekkürü bir borç bilir.

Meşveret, tekâmüle tâbi

Yeni Asya’nın meşveret sistemine gelen tenkitlerin de çoğu, ne yazık ki insaf ölçüleriyle bağdaşmayacak kadar haksız olup yıkıcıdır.

Evvelâ, bu meşverette şahıs hâkimiyeti yoktur ve olamaz. Öyle âmirâne hükmeden bir şahsı tanımıyoruz ve tanımayız.

Kulis tarzındaki bir faaliyet, meşrûtiyetin (dolayısıyla meşveretin) lâzımı değil; belki, arızası veya hastalığıdır. Bunu kim yaparsa, o iş onu bağlar; sistemi veya camiayı değil.

Kaldı ki, beşerî olan her faaliyet gibi, meşrûtiyet de tekâmül kànununa tâbidir. Zamanla gelişir. Fakat, meşverete tâbi olmak bir dinî emir olup bizi manevî mesuliyetten kurtarır.

Samimî olan kimse, meşvereti tenkit edip durmak yerine, kendince gördüğü arızaları gidermeye ve bu sistemi daha da tekâmül ettirmeye çalışır.
* * *
Umumî şûrânın temsilcilerini, her mahal kendi meşveretiyle belirleyip gönderir. Sûret-i kat’iyyede bu böyledir ve istisnalar bu kaideyi bozmaz, bozamaz.

Kezâ, umumî şûrâda bir şahs-ı mânevî teşekkül eder. Gayet metin olan o şahs-ı mânevî, bütün konuşulanlardan sonra, umumî manzarayı görür ve ona göre kararlar alır.

Bu kararlar, bir veya birkaç mahallin lokal arzusuna, baskın temayülüne uygun düşmeyebilir de.

Zira, o şahs-ı mânevî, lokalde görünmeyeni de görür, bir mahalde keşfedilmeyeni de mânen görüp kararını ona göre verir.

Dolayısıyla, meşveret kararı tenkit ve itirazla karşılamak yerine, bunun hikmet tarafını düşünmek lâzım.

Şayet, kararda bir yanlışlık varsa (ki, bu dahi riayet edenleri mesuliyet altına sokmaz), daha sonraki icmalarda, rahatlıkla tashih-i karara gidilebilir.

Madem öyle, karanlığa taş atıp durmak yerine, bir mum ışığıyla da olsa ortamı aydınlatmaya çalışmak çok daha uygun ve isabetli bir iş olur.

@salihoglulatif’ten
Eski zaman sisteminde, hâkim bir şahs-ı vâhid idi. Şimdi ise, hâkim, metin bir şahs-ı mânevîdir ki, şûrâlar o ruhu temsil eder.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*