“Mevlânâ aşıkları”nın açığa çıkan özlemi

Bu yıl “İhsan Vakti” temasıyla düzenlenen Hazreti Mevlânâ’nın 747. Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri, geçen hafta Konya’da “Şeb-i Arus” programıyla sona erdi.

Mevlânâ, 1207’de Horasan’ın Belh şehrinde dünyaya geldi. 17 Aralık 1273’de Konya’da vefat etti.

Mevlânâ Hazretleri’nin kendisini tanıyan takipçilerine vasiyeti şu olmuştur:

“Size; Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanın en hayırlısı insanlara yararlı olandır. Sözün en hayırlısı az ve anlaşılır olanıdır.”

Hazret-i Mevlânâ aynı zamanda müceddiddir. Kelime mânasıyla müceddid; yenileyen, yenileyici demektir. Hadîs-i Sahihle bildirilen, her yüzyılda bir dinî hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere vazife alan büyük âlim ve Hz. Peygamber’in (asm) vârisleridir müceddidler.

Nitekim Bediüzzaman Said Nursî de şöyle demiştir: “Hazret-i Mevlânâ benim zamanımda gelseydi, Risâle-i Nûr’u yazardı. Ben de Hazret-i Mevlânâ zamanında gelseydim, Mesnevî’yi yazardım. O zaman hizmet Mesnevî tarzındaydı. Şimdi Risâle-i Nûr tarzındadır.”

İslâm tarihinde müceddidlerin önemi; her devirde dinden uzaklaşmaların ve dine hücumların çeşitliliğinden ve her müceddidin kendi devrinde yaşadığı zorluklardan ve maruz kaldığı işkence ve zulümlerden anlaşılır. Ve onların; kendi devirlerinde hakkıyla tanınıp anlaşılamamaları, yaşadıkları süre içinde hakkıyla tanıyıp hizmetine girerek etrafında pervane olanların azlığı da başka bir göstergedir.

Şimdi tekrar Mevlâna ihtifallerine dönecek olursak; bu yıl bir ilk yaşandığını (olumsuz olduğu için) üzülerek ifade edelim. Hem de İBB’nin (İstanbul Büyükşehir Belediyesi) aracılığıyla; Mevlâna’nın vefatından bugüne kadar, yani tam 747 yıl içinde icra edilmeyen bir garabet sergilendi.

Yediyüz küsur yıl öncesinden bugüne kadar Mevlevî mukabeleleri ney taksimi ile başlamış, sonra Farsça bir “naat” ve güftesi Farsça olan âyin bunu takip etmiş, bu sırada semâ edilmiş, semâda sadece erkekler olmuş; programın sonunda Kur’ân, ardından da geleneksel “gülbang” okunmuş ve mukabele bir duâ ile sona ermiştir. Bu uygulama bu yıl da aynen yapılmıştır.

Ama sadece Evrensel Mevlana Âşıkları Vakfı (EMAV), İstanbul’da Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ndeki programıyla; hem yediyüz küsur yıllık Şeb-i Arus geleneğine, hem de milletin bin yıllık mazisine aykırı düşen bir sergilemeyle baltayı taşa vurmuştur. Aracı olan İBB ise, baltayı kendi ayağına vurmuştur.

Gariplik içinde bir gariplik daha var ki; bu talihsiz provadan “provokasyon” kokusu da geliyor. Çünkü 1998’den beri varlığını sürdüren Mevlâna Âşıkları Vakfı’nın geçmişteki programları incelendiğinde, kadın semazenler haricinde, çok fazla değişiklik sergilemedikleri anlaşılıyor. Hatta Kur’ân-ı Kerîm’in de aynen okunduğu görülüyor.

Kaldı ki, kendi âlemlerinde diledikleri gibi yapsınlar ve yapabilirler. Tıpkı Alevî kardeşlerimizin de kendi aralarında ve Cemevlerinde diledikleri ritüelleri ortaya koydukları gibi.

Ama kalkıp da bunu, milletin emrinde olan bir belediyenin tertibiyle seksen milyonun gözü önünde yaparsan; bu icrayı millet ve hakikat nezdinde kabul gördüğü usûl ve adabıyla ortaya koymalısın kardeşim.

Ama öyle olmamıştır.

Bir şey daha var ki; Mevlânâ Hazretleri’nin, “ne olursan ol, yine gel” çağrısı da zaman içinde ve genel anlayışta asıl maksadına tam  nail olamamıştır. O büyük insan, elbettte “gel” diyecekti. Gel ki, göresin. Gel ki bulasın. Gel ki kurtuluşa eresin. Gel ki Mevlânâ ile Mevlâ’na kavuşasın! Ama gel de; hangi kafadan, hangi mezhep ve inançtan, hangi batıl saplantılar içinde olursan ol, aynı haliyle bu dergâhın içine dahil ol ve öyle kal, dememiştir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*