Mevlânâ Celâleddin-i Rumî ve Bedîüzzamân (ra)

Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri der ki; Bil ki, ben hayatta sağ kaldıkça Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (ks) Hazretleri’nin dediği gibi derim: ”Ben, hayatta kaldıkça, Kur’ân’ın bendesiyim. Ben Muhammed-i Muhtar’ın (asm) yolunun toprağıyım.”

Evet, çünkü ben Kur’ân-ı Hakîm’i bütün feyz ve nurların menbaı görüyorum. Ve benim eserlerimde hakaikın güzelliklerinden her ne ki varsa, ancak Kur’ân’ın feyzinden muktebestirler. İşte bunun içindir ki, bütün eserlerimin i’câz-ı Kur’ân’ın mezayâsından bir nebze zikretmesinden hâlî kalmasına kalbim razı olmuyor.” ifadesiyle Kur’ân’a hizmette üstâdı olarak addettiği Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (ks) Hazretleri’nin metodu ile hizmet etmeyi ihtiyar ettiğini anlıyoruz. Belki de bu sırdan dolayı olmalı ki “Son Şahitlerden merhum Ahmet Gümüş Ağabey de hâtıralarında Bediüzzaman Hazretleri’nin “Hz. Mevlânâ benim zamanımda gelseydi, Risâle-i Nur’u yazardı. Ben de Hz. Mevlânâ zamanında gelseydim, Mesnevî’yi yazardım, o zaman hizmet Mesnevî tarzındaydı, şimdi Risâle-i Nur tarzındadır” dediğini ifade eder.

Bedîüzzamân Hazretleri de Mesnevî-i Şerif ve Risâle-i Nur arasındaki münâsebeti şöyle ifade eder: “Kardeşlerim, kalbime ihtâr edildi ki: Nasıl ki, Mesnevî-i Şerif şems-i Kur’ân’dan tezâhür eden yedi hakîkatinden bir hakîkatin âyinesi olmuş, kudsî bir şerâfet almış, Mevlevîlerden başka daha çok ehl-i kalbin lâyemut bir mürşidi olmuş; öyle de, Risâle-i Nur, Şems-i Kur’âniyenin ziyasındaki elvan-ı seb’ayı ve o güneşteki renk renk, çeşit çeşit yedi nuru birden âyinesinde temessül ettirdiğinden, inşâallah, yedi cihetle şerif ve kudsî ve yedi Mesnevî kadar ehl-i hakîkate bâkî bir rehber ve bir mürşit olacak.” Buradan anlaşılan odur ki, Risâle-i Nur, Şems-i Kur’âniyenin ziyasındaki elvan-ı seb’ayı (yedi rengi) ve o güneşteki renk renk, çeşit çeşit yedi nuru birden âyinesinde temessül ettirmiştir. Böylece asr-ı ahirzamanda i’câz-ı Kur’ân’ın mezayâsından mülhem olan Risâle-i Nur, Kur’ân’ı mânevî mu’cîzesine tam mazhar olmuştur diyebiliriz.

Yine Mesnevî-i Şerif ve Mesnevî Nuriye arasındaki münâsebete de şu izahlarla temas eder: “Aslı Farisî, sonra Türkçe olan Mesnevî-i Şerif gibi, o da Arapça, bir nevi Mesnevî hükmünde Katre, Hubab, Habbe, Zühre, Zerre, Şemme, Şu’le, Lem’alar, Reşhalar, Lâsiyyemalar ve sair dersleri ve Türkçede o vakit Nokta ve Lemeatı gayet kısa bir surette yazmış; fırsat buldukça da tab etmiş. Yarım asra yakın o mesleği Risâle-i Nur suretinde, fakat dahilî nefs ve şeytanla mücadeleye bedel, hariçte muhtaç mütehayyirlere ve dalâlete giden ehl-i felsefeye karşı, Risâle-i Nur, geniş ve küllî Mesnevîler hükmüne geçti.”

Bedîüzzamân Hazretleri Mevlânâ Celâleddin-i Rumî için “Üstâdlarımdan birisi olan Mevlânâ Celâleddin-i Rumî” ifadesini kullanarak O’nu üstâdları arasında sayar. Ayrıca hâtıralarda belirtildiği gibi söz “Mevlânâ Câmî’den açılınca, ‘Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, Molla Ahmed-i Cizrî ve Mevlânâ Câmî, her üçünün de makamı birdir. Bunların üçü de mânen bir seviyededir’ diye buyurduğu” ifade edilir. Mevlânâ Câmi de, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî hakkında şöyle der: “O yüce zâtı tavsif etme konusunda ben ne söyleyeyim? Peygamber değildir, fakat Kitabı vardır.”

Mevlânâ Celâleddin-i Rumî Hazretleri tefsîr sahibi bir âlimdir.

Selef-i salihinin bıraktığı kudsî tefsîrler iki kısımdır: Bir kısmı ahkâma dair tefsîrlerdir, diğer bir kısmı da âyat-ı Kur’âniyenin hikmetlerini ve îmân hakîkatlerini tefsîr ve îzah ederler. Selef-i salihinin bu türlü tefsîrleri çoktur. Hususan Gavs-ı Azam Şah-ı Geylânî, İmâm-ı Gazalî, Muhyiddin-i Arabî, İmâm-ı Rabbânî gibi zevat-ı kiramın eserleri, bu kısım tefsîrlerdir. Bilhassa Mevlânâ Celâleddin-i Rumî Hazretleri’nin Mesnevî-i Şerif’i de bu tarz, bir nev’i mânevî tefsîrdir. İşte, Risâle-i Nur, bu tarz tefsîrlerin en yükseği, en mümtazı ve en müstesnasıdır. İşte, madem bu tarz tefsîrler mütedavildir, kimse ilişmiyor; Risâle-i Nur’a da ilişmemek lâzımdır. İlişenler Kur’ân’a ve ecdada düşmanlıklarından ilişirler.

Bedîüzzamân Hazretleri Konya’da Mevlânâ Hazretleri’nin Türbesi’ni ziyaret ettiğinde Mevlânâ Hazretleri Üstâdı ruhaniyatı ile kapıda karşılar.

Hadisenin detayı şöyledir: “1950’lerde Konya’ya giden Bedîüzzamân, kardeşinin yanı sıra Mevlânâ’yı da ziyaret eder. Mevlânâ Celâleddin’in Türbesi’ni değil, onu ziyaret etmek ister. Devrin valisi müsaade etmez. Ziyaretini yapamadan geri döner. Bir yıl sonra meşakkatli bir yolculuktan sonra yeniden ziyarete gider, etrafı kalabalıktır. Bedîüzzamân Hazretleri kapıda durur ve içeri girmez. Talebeleri bu durumu merak ederler. Hâlbuki mâneviyat âleminde Mevlânâ Hazretleri, Bedîüzzamân’ı kapıda karşılamıştır. Gerçekten orda iki âlem bir arada yaşanmaktadır. Mevlânâ’yı ve Bedîüzzamân’ı böylesi bir mânâda anlayarak sevgiyi paylaşmalı, sevgiyi asıl mecrasına çekmeliyiz. Mevlânâlar ve Bedîüzzamânlar insanlığın muhabbete bakan yüzleridir. Kendilerine zulümle davrananlara bile sevgiyle bakmışlardır.”

Bediüzzaman ve Konya

Bedîüzzamân Hazretleri fırsat buldukça Anadolu illerine seyahatlere çıkardı.

Hayatının son zamanlarında Ankara ve Konya gezileri ve ziyaretleri yaptığı bilinir. Konya ve Mevlânâ Türbesi ziyaretlerinin birisi de Mufassal Tarihçe-i Hayat’ta şöyle anlatılır. “Hazret-i Üstâd maddî sebep olarak, Ankara Nur Talebelerinin dâvetleri üzerine Ankara’ya kadar gitme hadisesinden sonra, Konya’daki Nur Talebeleri de Hazret-i Üstâd’ı ısrarla Konya’ya dâvet ettiler. Bu dâvete Hazret-i Üstâd 1959’un Aralık ayında Emirdağ’ından Konya’ya gitmekle icabet etti. Konya halkı ve Nur Talebelerinden müteşekkil büyük bir kalabalık Üstâd’ı Konya girişinde karşıladılar. Günlerden Pazar olduğu için, Mevlânâ’nın türbesi kapalı bulunmaktaydı. Fakat Hazret-i Üstâd onu ziyaret etmek istedi. Husûsî şekilde rica ve girişim üzerine, Müze müdürü türbeyi açtırdı. Üstâd, Mevlânâ Hazretleri’nin türbesini ziyarete gitti. Dış kapısından i’tibâren ayakkabısını hürmet ve ta’zim ifâdesi olarak çıkardı, yalın ayak içeri girdi. Ve o vaziyetiyle Mevlânâ’yı ziyaret etti, Fatiha okudu ve müzeyi gezdi. Fakat Üstâd, Mevlânâ’nın şimdiki vaziyetiyle türbesinin şeklini beğenmedi. İslâmî bir türbe niteliğinde bulmadı. Hatta bazı zatlardan duyduğum kadarıyla – hâşâ Mevlânâ’nın değil – türbeyi mevcûd hale getirenlerin hareketlerine canı sıkıldı ve ”Bunlar burayı bir nevi puthâneye çevirmişlerdir.” dedi.1

Merhum Halil Uslu Ağabey de Bedîüzzamân Hazretleri’nin Konya’ya üç defa geldiğini yazılarında ifade etmiştir. Bu ziyaretlerini teferruatla anlatan Halil Uslu Ağabey özellikle Abdülmecid Nursî (Ünlükul) ve diğer şahitlerden dinlediklerini tarihe ve arşivlere kayıt olarak bırakmıştır. Bu vesileyle merhum Halil Uslu Ağabeye de Allah’tan gani gani rahmet dilerim. Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri’nin üç defa Konya ziyareti ile ilgili Halil Uslu Ağabey’in aktardıklarını da çalışmamıza ek olarak alalım inşâallah.

BEDÎÜZZAMÂN’IN KONYA’YA İLK GELİŞİ

Ankara’ya 1959 senesi Kasım ayı ziyaretinden sonra Konya’ya teşrif ederler. 9 Aralık 1959 Çarşamba günü Mevlânâ Türbesi karşısına gelmiştir. O gün çok cihetlerle Hz. Üstâd’ın geleceğini Konya gönül dostları haber almıştır. Sultan Selim Camii ile Türbe civarı, sabah erken saatlerden i’tibâren dolup taşmaya başlamış, polisler de meydanı muhafazaya alınca, gelip geçenlerin dikkatlerini celbetmiş ve alan, daha da kalabalıklaşmıştır. Maalesef o dönemin içişleri bakanı Namık Gedik’in emri ile Konya’nın umûm zabıta kuvveti orada vazifelendirilmiş, Türbe meydanını saran atlı veya yaya polisler, camiden çıkanlarla, cadde ve sokaklardan geçenleri itekleyip kakıştırarak etrafa dağıtmışlardır. Üstâd’ın taksisi, Türbe kapısının karşısında ana caddede durmuş ve bir müddet oradaki ahali, meydanda duran Üstâd’ın arabası ile, haşin tavırları içindeki polislerin hareketlerine seyirci olmuştur. Koca Sultan arabanın içinde iken, onu kimse ile görüştürmek istemezler ve yanına da yaklaştırmazlar. Halbuki öz kardeşi Abdülmecid’in evi bile, meydana çok yakındır. Bu zorbalık içerisinde, Üstâd arabasından iner, namazını kılmak için, camiye, doğu kapısından girerek namazını kılıp, sonra camiden çıkıp Türbeye girer. Hz. Mevlânâ’yı ziyareti müteakip yine otomobiline biner ve o yorgun hali ile ve hiçbir kimse ile görüştürülmeden, geldiği yere, yani Isparta’ya dönmek zorunda bırakılır. Ve Üstâd da, halkın şaşkın bakışları karşısında ve yine bir zabıta ekibi refakati ile, sokaklara dolup taşan insan kalabalıkları arasından sükûnetle, sessiz, sedasız geçip gider.

BEDÎÜZZAMÂN’IN KONYA’YA İKİNCİ GELİŞİ

Bu teşriflerinin tarihi Ocak 1960’ı göstermektedir. O tarihlerde ve küçük yaşımda ancak selâmlaştığım Hz. Bedîüzzamân’ın gelişini ve olayları, kardeşi ve büyük âlim Abdülmecid (Ünlükul) Efendi’den ve Mevlânâ Türbesi önündeki evinin kapısında Hz. Üstâd’ın elini öpen merhum amcam Abdülaziz ve halam F. Özkardeş’ten ve Abdülbaki Arvasi’den ve Abdülmecid Nursî’nin hanımı Rabia Ünlükul’dan ve kızları Saadet Kaynak’tan ve Hz. Üstâd’a gönül veren Konyalı ağabeylerimden aktarmakta ve müşahedelerimi takdim etmekteyiz. 5 Ocak 1960 Salı, ikindi vaktinde gelirler. Çok kişilerin muhtelif intibaları vardır. Zamanla belki bir kitapçık da olabilir. Özetle şudur. Buradaki Nur Talebeleri “Size bir medrese tarzında bir ev tahsis edeceğiz ve tutacağız” derler. Hz. Üstâd geldiğinde o ev ve dershane daha tutulmamıştır. Bu itibarla Hz. Üstâd adres gösterilen bir ağabeyimizin evinde (Mustafa Kırıkçı) ve yatak karyolalarının üstüne namaz seccadesini koyarak, bir saat kalır ve akabinde teşekkür ederek, o evden ayrılır. Bunun tafsilatı Son Şahitler kitabında Av. Bekir Berk’in hatıralarındadır. Akabinde Üstâd, Hz. Mevlânâ Türbesi’ne gelir, yine her taraf polis kordonu altında, Hz. Bedîüzzamân ikindi namazını Sultan Selim Camii’nde kılar ve polislerin ricası üzerine tek başına Hz. Mevlânâ Dergâhı’na girer. Ve şimdiki türbenin ayakkabılık bölümünün önündeki mermer sütunun önünde durur ve ellerini açarak duâya başlar. Duâsı biraz uzayınca arkasında takip eden Konya emniyetinden asayişten sorumlu komiser polis Mahmut Babadağlı2 Hz. Üstâd’ın omzunu elleyerek “Hoca Efendi, Hoca Efendi duânı kısa kes” terbiyesizliğinde bulunur. Ne gariptir ki Feyzi Halıcı Ağabeyimiz de o anda oraya gelmiş ve bu manzara karşısında bağırarak “Mahmut, Mahmut bırak Hoca Efendi’yi, çek ondan ellerini, görmüyor musun şu anda Hz. Üstâd, Hz. Mevlânâ ile görüşmektedir” der ve polis ellerini çeker. Hz. Bedîüzzamân ise polise döner gayet mütevazi olarak “Kardaşım biz kalıcı değil artık gidiciyiz” der.

Türbe’den çıkan Hz. Bedîüzzamân arabasına biner ve karşı sokaktaki kardeşi Abdülmecid Efendi’nin kapısına varır bütün ısrarlara rağmen eve girmez ve orada kardeşi Abdülmecid Efendi’ye der ki: “Benim vefatımdan 7 sene sonra vefat edeceksin” ve dediği aynen çıkmıştır. Ayrıca yengesi Rabia Ünlükul Hanımefendi’nin yaptığı çorbadan bir çay tabağı içinde birkaç kaşık içmiştir ve yengesine hitaben “Rabia hiç kimsenin çorbasını karşılıksız içmedim, ama seninkini içiyorum; hakkını helâl et, belki bir daha görüşemeyiz” derler ve gidiş o gidiş.

BEDÎÜZZAMÂN’IN KONYA’YA ÜÇÜNCÜ GELİŞİ

Vefatından bir gün önce Şanlıurfa’ya Hakk’a vuslata giderken Konya ve Hz. Mevlânâ ile arabalarının içinden selâmlaşmışlar ve kimsenin haberi yokken, gece karanlık ve şiddetli yağmur içinde çok ağır hasta halinde geçip gitmişlerdir ve 23 Mart 1960’ta vefat gerçekleşir. Abdülmecid Efendi, çok sevdiği Üstâdı ve ağabeyinin vefat haberi üzerine 1960 senesi Nisan’ında“Eyyühe’l-Üstâd” başlığı altında yazdığı şaheser şiirinde, bütün zerratının ihtizaza geldiğini, gönül ve kalbinin nasıl bir ateşle yandığını müşahede etmekteyiz.3

Haftaya Son Şahitler’in Bedîüzzamân ve Konya ziyaretleri ile ilgili hâtıralarıyla devam edelim inşâallah…

Dipnotlar:
1- Mufassal Tarihçe-i Hayat (Abdulkadir Badıllı), Nisan 1998, Cilt: 3, s. 1989.
2- Bu polis emekli olunca Muhacir pazarı civarında bir içki dükkânı açtı ve dükkânın içinde kalp krizi geçirerek öldü. (H.Uslu)
3- http://www.yeniasya.com.tr/halil-uslu/bediuzzaman-ve-konya_201884

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*