Milletin gönlü ekonomi ile değil, demokrasi ile kazanılır

Sokaktaki insanlara önce ekonomi mi, demokrasi mi sorusuna alacağımız cevabını, galiba ben de tahmin edebiliyorum.

Ekmekten başlayarak uzayacak diyaloglarla sokağın neler düşündüğünü, sosyal medyadaki yansımalar da görüyoruz. Kamuoyunun ekseriyeti böyle düşünüyor diye, bu neticeyi elbette doğru kabul edecek değiliz. Fakat bir doğru daha var. İdareciler milleti cehalet içre demokrasiden mahrum bıraktıkça, hem kendileri, hem ülke ve hem de demokrasimiz kaybetmeye devam ediyor. Bir köye dönüşen dünyamızın sair mahallelerinde hakkımızda konuşulanlara kulak kabarttığımızda, bu hususta mübalâğa yapmadığımız da belli oluyor.

Hürriyet mi, ekmek mi tercihiyle karşılaştıklarında, tercihlerini ekmekten yana koymuş milletlerin en büyük eksikliğinin “doğru demokrasi” olduğunu inkâr edenler de, cehaletten yana düşerler.

Önce milletin cehaleti ve cehalete bina edilen gizli istibdatlar ve entrikalı demokrasi dışı idareler… Bunun en müşahhas örneklerini Türkiye’mizin son kırk senesinde bolca müşahede ederek geliyoruz.

12 Eylül sonrasında muhafazakâr Türk milletine kurtarıcı olarak takdim edilen Özal ve heyetinin gelişini bilmeyenler, arşivlerden resimleriyle birlikte öğrenebilir. Ne Özal’ın ve ne de birlikte yola çıkanların ağzında “Demokrasinin” d harfini işitememiştik. Geceli-gündüzlü ekonomi dersi çalışmışlardı. Konuşmaları ve icraatlarıyla serapa “ekonomi” kesilmişlerdi. Her gün yeni bir gündem ve her ay yepyeni ekonomik vaatler… Kısmî rüşvetler ve insanların hakk-hürriyetlere yönelmemeleri ve bilhassa birlik-beraberliğe tevessül etmeleri için her türlü dolap çevriliyordu. Hikâyeyi biliyorsunuz… Demokrasiye en büyük ihaneti yapan dindar Özal ve ekibi, bildiğiniz üzere ekonomi bataklığına saplanmıştı. Özal’ın kendisi de, ANAP’ın içine düştüğü dehşetli zilleti görmeden vefat etti.

Şimdi ikinci bir senaryonun sonuna yaklaşıyor gibiyiz. 2002’den sonra ortaya çıkan “YENİ VE GENÇ EKİP” de ekonomi ile işe başlamıştı. Kemalistlerin tezgâhladığı “YEŞİL SERMAYE” tiyatrosuyla elindeki-avucundakini kaybeden bir kısım muhafazakârın AKP’ye nasıl yöneldiklerini iyi hatırlıyoruz. Neocon-neoliberallerin kontrollerindeki sermaye ile ülke yepyeni bir yükselişe geçmişti. Demokrasiden ziyade RÜŞVET”i tedai edecek Müslümanların bazı hakları iade edilince, milletimiz hürriyet ve demokrasiye geçtiğimizi zannetti ve haklı olarak sevindi. Gel gör ki; 12 Eylül ihtilâlinin askerî vesayeti Kemalist anayasası olduğu gibi yürürlükteydi. TSK, yargı, meclis ve hükümet tek noktada toplandığı halde, milletin arasındaki “derin devlet korkusu” biteviye pompalandı. Bağımsızlığımızın âlâmeti olacak anayasamız ve şeairimiz Kemalizm’e tutsak bırakılarak, hipnoz ve aldatmalarla 2021’in sonuna geldik. Ülkenin ve milletin içine düştüğü fecaati tasvire gerek var mı? Ekonomide ulaştığımız noktanın mahiyeti de gözler önüne serildi ve biz tarihimizin en önemli elli senesini “ekonomik vaatlerle” kaybettik. Peşinden koşuşturduğumuz ekmek de elimizden kaydı, gitti…

Bediüzzaman Hz.leri, ekmeksiz yaşarım, fakat hürriyetsiz yaşayamam derken bu hakikati terennüm ediyordu. Hürriyet ve demokrasilerine sahip çıkmayanlar, ekmeklerine de sahip çıkamazlar. Tıpkı günümüz Türkiye’si gibi. Çıraklık dönemi, kalfalık dönemi ve nihayet ustalık dönemi… Hiç birinde keramet yokmuş. Milletin olduğu yerde idareyi fertlerde merkezileştirmenin acı akıbetini, hep birlikte yaşayacağız.

Daha önce de yazmıştık. Milletini arkasına almayan hükümetler, harici cereyanların ellerinde oyuncak olurlar diye. Demokrasi olmadan da hiçbir idare milleti arkasında bulamaz. Demokrasinin sandıktan ibaret olmadığını, geçici rüşvetlerle seçimler alına bilinir, fakat milletin desteğinin kalıcı olmadığını ve dışardan gelecek müdahalelere karşı ancak “demokrasi içinde millî beraberlikle“ durulacağını yazdık ve yazmaya devam edeceğiz. Siyasî menfaati için kendisi dışındaki partileri vatan düşmanı ve bölücü olarak halka anlatan iktidara, bir müddet sonra halk da inanmaz. Yani, millî birliğinize, paranıza, ekonominize ve değerlerinize kast edildiğinde, demokrasilerin esas unsurlarından olan “muhalefeti” yanınızda bulamazsınız.

Evet, demokrasiye en ziyade muhtaç olacağımız bir etabı yürüyor, Türkiye’miz. Fakat demokrasiyi Neoliberallere el ele vererek itibarsızlaştırdık. Sokaktaki halk demokrasiyi doğru tanımıyor, idarelerin kendisini kandırdığı bir metot olarak görüyor. Ve birçok yerde demokrasiden bahsettiğinizde; bölücülük, LGBTQ hareketi, dini hürriyetlere müdahale veya Batı’nın hegemonyası olarak size tepki yağıyor. Doğru demokrasilerle Asr-ı Saadet uygulamaları arasında irtibat kurmaya kalkışsanız, birileri belki de sizi yuhalattıracaktır, sokakta.

Bütün bunlar hakikati değiştirmiyor. Türkiye’nin yüz milyarlarca dolara değil, öncelikli olarak demokrasiye ihtiyacı var. Bütün menfi şartlara rağmen dünkü Doğu Avrupa ülkeleri bunun en canlı şahitleri sayılırlar. Vatanın bütünlüğü, millî birlik-beraberlik ve halkın refahı için öncelikli demokrasi lâzımmış…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*