Milliyetçilik anaforu

Irkçılık manasındaki milliyetçiliğin kökü dışarıda olduğu için, o cereyanın başındakiler hiç güven vermiyor.

Onlarda istikrar, istikamet diye bir şey yok. “Bozuk Avrupa” nasıl üflüyorsa, onlar da burada öyle oynuyor. Bu sebeple, oyunun kuralları bazen çok keskin ve radikal şekilde değişebiliyor. Öyle ki, bir zamanlar elinde idam urganı ile meydanlara çıkıp “Asın şu terörist başını!” diye bağırarak işaret ettiği aynı kişiyi, bugün bakıyorsunuz Millet Meclisi’ne davet ediyor: “Gelsin, partinin başına geçsin, grup toplantısına katılsın, yapsın-etsin-konuşsun…” falan diyor. Lâkin, bu mecrada yarın ne yapacağını şimdiden bilemezsiniz, kestiremezsiniz.

Keza, benzer bir anaforun ittifak ortağı için de söz konusu olduğunu görüyorsunuz: Dün âdeta yerin dibine batırmaya çalıştığı siyasî ortağını, bugün göklere çıkarmaya çalışırken, yarın-öbür gün aynı ortağı hakkında ne yapacağını, neler söyleyeceğini yine kestiremiyorsunuz.

Başta dedik yak, bu cereyanın asıl sahipleri merkezden nasıl üflüyorlarsa, buradakiler ona göre oynuyor.

Bu noktada şunu da bilmek lâzım geliyor ki: Buradakiler “yerli-millî” maskesini takınarak ne kadar yüksek volümlü hamaset yaparsa yapsın, oyunun kurucuları olan “yabancı-ecnebî” odaklı locaların talimatı dışına çıkamazlar. Özetle, ipleri karanlık odaklarının elinde olduğu için, onların sözlerine de, davranışlarına da güven olmaz.

*

“Milliyetçilik eksenli” görülen son yüz on yıllık hâdiseler zincirinin bazı başlıklarına şöyle bir hatırlayalım: 1915’te kitlesel yıkımlara sebebiyet veren “Ermeni tehciri”, 1916’da genel nüfusun yüzde onunu içine alan “Kürt Aşairi Mühacereti”, Lozan Antlaşması gereği 1924’te başlayan “Türk–Rum mübadelesi”, 1925’te patlak veren “Şeyh Said Hâdisesi”, 1937-38’de kanlı ve katliamlı “Dersim Hâdisesi”, 1942’de gayr-ı müslimleri hedef alan katmerli “Varlık Vergisi” faciası, 1955’te yağmalı-tehditli “6/7 Eylül Olayları”, 19-26 Aralık 1978’de çok ölümlü Maraş Olayları, Mayıs-Temmuz 1980’de yaşanan kanlı Çorum Olayları…

Evet, bu ve benzeri hâdiselerin istisnasız tamamında ırkçılık manasındaki milliyetçilik duygusunun ve onunla bağlantılı politikaların ağır bastığını hiç tereddütsüz ifade edebiliriz.

Dünya çapındaki gelişmelerde ise, Birinci ve İkinci Dünya Harbinin de, yine aynı yöndeki fikir ve politikaların birer “zakkum meyvesi” olduğunu söylemek mümkün.

*

Söz konusu günahkâr politikaların uygulanması esnasında ileri sürülen gerekçelerin başında genellikle “Türk’ün millî menfaati” esas alındığı, bunun da zaman zaman “Devletin bekası” ambalajıyla millete takdim edildiğini bir kez daha hatırlatmış olalım.

Ne var ki, ileri sürülen tezler, iddialar ve izah edilen gerekçelerin hiçbiri meselenin iç yüzünü olduğu gibi yansıtmıyor. Tezlerin çoğu yanlıştır ve temelinden çürüktür. Hatta, gerçek durum çoğu kez iddiaların tam tersi yönündedir diyebiliriz. Meselâ şöyle ki: Türklük ve Türk milliyetçiliği perdesi altında, diğer unsurların hemen tamamı tahrik veya tahkir edilerek, ekseriyeti masum olan “Müslüman Türk”e düşman edilmeye çalışılmıştır.

Evet, devlet adına yakın tarihteki kanlı hâdiselere sebebiyet verenlerin çoğu Nisan 1909’da organize olan “Selanik/Hareket Ordusu” mensubu, taraftarı veya sempatizanı Yahudî, dönme, Sabetaist veyahut İngiliz destekli Frenk mukallidi olmalarına rağmen, sözde ve zâhirde hapTürk/Türkçü görünmüşler ve Türklük adına hareket ettiklerini bu vatan ahalisine fena hâlde yutturmaya çalışmışlardır.

Oysa, Üstad Bediüzzaman’ın da ifadesiyle tamamı Müslüman olan hakikî Türklerde “zulüm damarı” yoktur. Demek, yakın tarihte görünen o gaddar zalimlerin çoğu Türklük pardesi altında gizlenen başka unsurdan olan kimselerdir. Onların yüzünden birbirimize düşmanlık etmek, fenâ hâlde oyuna gelmek demektir.

Allah, bu vatanın huzurunu, emniyet ve selâmetini düşünen samimi insanların feraset ve basiretini açtırsın ve onlara esaslı bir intibah nasip etsin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*