Misafirsin, fuzûlî olarak karışma, karıştırma

Dünya sahipsiz değil ki. Sen kendi kafana dünya yükünü yüklettirerek ehvâlini düşünüp merak etme. Çünkü, onun sahibi Hakîm’dir, Alîm’dir; sen de misafirsin, fuzûlî olarak karışma, karıştırma.

Ammâ, Kur’ân’ın cadde-i nurâniyesi ise, bütün ehl-i dalâletin çektiği yaraları hakâik-ı imâniye ile tedâvi eder, bütün evvelki yoldaki zulümâtı dağıtır, bütün dalâlet ve helâket kapılarını kapatır. Şöyle ki:

İnsanın zaaf ve aczini ve fakr ve ihtiyacını, bir Kadîr-i Rahîm’e tevekkül ile tedâvi eder. Hayat ve vücudun yükünü, O’nun kudretine, rahmetine teslim edip, kendine yüklemeyip, belki kendisi o hayatına ve nefsine biner hükmünde bir rahat makam bulur. Kendisinin nâtık bir hayvan değil, belki hakikî bir insan ve makbul bir misafir-i Rahmân olduğunu bildirir.

Dünyayı bir misafirhâne-i Rahmân olduğunu göstermekle ve dünyadaki mevcudât ise, esmâ-i İlâhiyenin aynaları olduklarını ve masnuâtı ise, her vakit tazelenen mektubât-ı Samedâniye olduklarını bildirmekle, insanın fenâ-i dünyadan ve zevâl-i eşyadan ve hubb-u fâniyâttan gelen yaralarını güzelce tedâvi eder ve evhâmın zulümâtından kurtarır.

Hem, mevt ve eceli âlem-i berzaha giden ve âlem-i bekâda olan ahbablara visâl ve mülâkât mukaddimesi olarak gösterir. Ehl-i dalâletin nazarında bütün ahbabından bir firâk-ı ebedî telâkkî ettiği ölüm yaralarını böylece tedâvi eder. Ve o firâk, ayn-ı likâ olduğunu ispat eder.

Hem, kabrin âlem-i rahmete ve dâr-ı saadete ve bâğistân-ı Cinâna ve nuristân-ı Rahmâna açılan bir kapı olduğunu ispat etmekle, beşerin en müthiş korkusunu izâle edip, en elîm ve kasâvetli ve sıkıntılı olan berzah seyahatini, en leziz ve ünsiyetli ve ferahlı bir seyahat olduğunu gösterir. Kabir ile ejderha ağzını kapatır, güzel bir bahçeye kapı açar. Yani, kabir ejderha ağzı olmadığını, belki bâğistân-ı rahmete açılan bir kapı olduğunu gösterir.

Hem, mü’mine der: İhtiyârın cüz’î ise, kendi Mâlikinin irâde-i külliyesine işini bırak. İktidarın küçük ise, Kadîr-i Mutlakın kudretine itimad et. Hayatın az ise, hayat-ı bâkiyeyi düşün. Ömrün kısa ise, ebedî bir ömrün var; merak etme. Fikrin sönük ise, Kur’ân’ın güneşi altına gir. İmânın nuruyla bak ki, yıldız böceği olan fikrin yerine herbir âyet-i Kur’ân, birer yıldız misillü sana ışık verir. Hem hadsiz emellerin, elemlerin varsa, nihayetsiz bir sevap ve hadsiz bir rahmet seni bekliyor. Hem hadsiz arzuların, makâsıdın varsa, onları düşünüp muztarip olma; onlar bu dünyaya sığışmaz, onların yerleri başka diyardır ve onları veren de başkadır.

Hem der: Ey insan! Sen kendine mâlik değilsin. Sen, kudreti nihayetsiz bir Kadîr, rahmeti hadsiz bir Rahîm-i Zât-ı Zülcelâlin memlûküsün. Öyle ise sen, kendi hayatını kendine yükleyip zahmet çekme; çünkü, hayatı veren O’dur, idare eden de O’dur. Hem, dünya sahipsiz değil ki, sen kendi kafana dünya yükünü yüklettirerek ehvâlini düşünüp merak etme. Çünkü, onun sahibi Hakîm’dir, Alîm’dir; sen de misafirsin, fuzûlî olarak karışma, karıştırma.

Hem insanlar, hayvanlar gibi mevcudât başıboş değiller; belki vazifedar memurdurlar, bir Hakîm-i Rahîm’in nazarındadırlar. Onların âlâm ve meşakkatlerini düşünüp, ruhuna elem çektirme. Ve onların Hâlık-ı Rahîm’inin rahmetinden daha ileri şefkatini sürme. Hem, sana düşmanlık vaziyetini alan mikroptan tâ tâun ve tûfan ve kaht ve zelzeleye kadar bütün eşyanın dizginleri o Rahîm-i Hakîmin elindedirler. O Hakîm’dir, abes iş yapmaz; Rahîm’dir, rahîmiyeti çoktur. Yaptığı her işinde bir nevî lütuf var.

Hem der: Şu âlem, çendan, fânîdir; fakat ebedî bir âlemin levâzımâtını yetiştiriyor. Çendan, zâildir, geçicidir; fakat bâkî meyveler veriyor, bâkî bir Zâtın bâkî esmâsının cilvelerini gösteriyor. Ve çendan, lezzetleri az, elemleri çoktur; fakat Rahmân-ı Rahîmin iltifatâtı, zevâlsiz, hakikî lezzetlerdir. Elemler ise, sevap cihetiyle mânevî lezzet yetiştiriyor.

Mâdem meşrû daire, ruh ve kalb ve nefsin bütün lezzetlerine, safâlarına, keyiflerine kâfidir; gayr-i meşrû daireye girme. Çünkü, o dairedeki bir lezzetin bâzan bin elemi var. Hem hakikî ve dâimî lezzet olan iltifatât-ı Rahmâniyeyi kaybetmeye sebeptir.
Sözler, Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf, s. 1033

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*