Mısır bu hâle nasıl düştü, düşürüldü?

Şu Mısır hadiseleri çok canımızı sıkıyor. İşler öyle karmaşa oldu ki, oraları ve onları çok iyi tanımayanlar gaza gelip, “uydum kalabalığa Allah-u Ekber!” misali, bir şeyler yapıyorlar ama ne yaptıklarını da tam bilerek yapmıyorlar gibi. Son zamanlarda bir “Rabia” işareti çıktı. Türkiye’de de birçok kimse bunun üstüne balıklama atladı. Dört parmaklı elle yapılan bu işaret, birden dünya gündemine oturdu. Tabii bunun meşhur olmasının en büyük sebebi de, Mısır’daki Rabia’tül Adeviye meydanındaki ihvan-ı Müslimine destek olmak için yapıldığı ifade ediliyor. Bizim millet de, dediğimiz gibi böyle şeyleri çok sever. Bir bakıyorsunuz her yerde bu işaretler boy gösteriyor. İnternetteki paylaşım sitelerinden tutun, aklınıza gelen birçok yerde bu işaret karşınıza çıkıyor.

Tabii çoğuna sorsak “kardeş, Rabia dediğiniz ne ki?” diye, zannederim birçoğu cevab veremez. Tabiinden, veli bir kadının ismine atfen, Mısır’ın başşehri Kahire’de yapılan bir camii ve onun olduğu meydana verilen bir isimdir bu. Tabii Rabia’tül Adeviye’nin “Rabia” sı, evlerinin dördüncü çocuğu olduğundan bu ismin ona verildiği söyleniyor. Ama tabii, bu sembolden ziyade, Mısır’daki hâdise mühimdir. Ne oldu da,” islamın zeki mahdumu” Mısır, bir anda bu hâle düştü?

Daha önceki yazılarımızda da ifade etmiştik. Mısır’ın geçmişinde iki milletin orada bulunması vardır. Bunlardan biri, bizim ecdadımız, “ittihad-ı İslamı” kendisine şiar eden Yavuz Sultan Selim’in eliyle ittihad-ı islamı tesis etmek için orayı fetheden Osmanlı. İkincisi de, orayı işgal eden sömürgeci İngiltere’dir. Osmanlı orada 300 küsur sene kalmış ama kültür değişimi yapmamış, Fakat İngilizler, 40 sene kadar kaldıkları Mısır’da bayağı kültür erozyonu yapmıştır.

Bağımsızlığına kavuştuktan sonra, daha ziyade ihtilalci subayların birer darbeyle ele geçirip, demokrasiyi çok gördüğü Mısır, nihayet geçtiğimiz sene, Hüsnü Mübarek’in alaşağı edilmesinden sonra yapılan demokratik seçimle, ilk defa olmak üzere kendisine bir Cumhurbaşkanı seçmiştir. Yani Mursi seçimle gelen ilk cumhurbaşkanıydı. Tabii o seçim de enteresan bir şekilde yapılmıştır. Bu seçime şöyle kısaca bir temas edecek olursak; Mısır’da bu son Cumhurbaşkanlığı seçimine dört aday iştirak etmişti. Bunlardan ikisi “Tahrir Meydanı” adayları olarak bilinen; Hamdin Sabahi ve Abdulmun’im Futuo ile Mübarek’in adamı olarak bilinen Ahmed Şafik ve İhvanın adayı Muhammed Mursi. Fakat ilk turda oylar dağıldığı için, halkın teveccüh gösterdiği ilk iki aday dokuz milyon oy almasına rağmen, birbirine feragat edip çekilmediğinden, ikisi de saf dışı kaldı. Hâlbuki biri çekilseydi, diğeri 1. olarak seçime girecekti, ama nasip böyleymiş. Tabii bu durumda “Tahrir meydancıları” Mübarek’in adamı olarak bilinen Ahmed Şefik seçilmesin diye, kerhen de olsa, İhvan’ın adayı Mursi’yi destekleyerek onun Cumhurbaşkanı olmasını sağladılar. Ama bir sene içerisinde Mursi, halka verilen birçok söz ve vaadini yerine getirmemiş, daha ziyade ihvanın sözünü dinlemişti. İşte bundan dolayı da, ona destek veren çoğunluk, verdiği desteği çekmek istediklerini bildirip, vaadlerin gerçekleşmesini istemiş, neticede de tabii, malum son hadisler meydana gelmiştir. Ama bu hadiselerin en büyük müsebbibleri dış güçler ve İsrail’di. Arap devletlerin arasına zorla gelip sıkışan İsrail, onların arasına öyle bir fitne atıyor ki, onlar birbiriyle boğuşurken, kendileri aradan sıyrılıp çıkarak rahat ediyorlar.

Tabii son ihtilali yapanlar da, Mursi’nin iş başına getirmiş olduğu ekip olduğunu unutmamak lazım. Bu arada, Mısırlılar, özellikle “one minute” çıkışından sonra bizim Başbakan Erdoğan’ı çok severken, maalesef bu son hadiselerdeki tutumundan dolayı şimdilerde sevmediklerini söylüyorlar. Sebebi de, ihvanı desteklemesi. Tamam, ortada bir haksızlık var. Ne olursa olsun, bir seçimle gelmiş olan birisi, yine seçimle gitmeliydi. Orada yanlış büyük. Ama bunun yanında maalesef, Bediüzzaman Hazretlerinin tasvib etmediği bir dini siyasete alet etmek yanlışlığı da var. Zaten bizdeki dini siyasete alet edişle, ihvan, aynı telden çaldıklarından olsa gerek, eskiden beri anlaşıyorlar. Mısırdaki durumların malumatını genellikle Mısırlı gençlerden alıyoruz. Ama bu son durumda, oradaki yakından tanıdığımız bir Türk’ten biraz malumat istedik. Bize şunları anlattı:”<

Zulüm olduğu ve orantısız güç kullanıldığı kesin. Ancak İhvan tarafını da incelemek ve araştırmak yerine, olayların, sadece ihvanın açıklamaları ve Türk medyasının gösterdiği gibi cereyan etmediği düşünülebilir.

Ben kendim bizzat, fanatik olan ihvancı ailesinden olaylarda ölen bir aileye taziyemi bildirdim ve olayı sordum. Olay bana, ölen kişinin kardeşi tarafından şu şekilde anlatıldı.

“… Biz meydandaydık, inanılmaz kalabalıktık. Askerler önümüzde barikatlar kurmuşlar. Müdahale başladı ve ancak asker ateş etmiyordu. Biber gazı ile müdahale başladı ve ortalık karıştı. O sırada kardeşim yere düştü. Aldık onu eve getirdik. Ölmüştü. Ancak kardeşim sırtından ve yakından vurulmuştu. Hepimiz düşündük, asker bize uzak ve önümüzde duruyordu. Askerin arkadan bu kadar kalabalık olmamıza rağmen vurmaları imkânsız. Biz artık meydanlarda ihvan destekçisi olmayacağız”

Bir başka grup Mısır’lılarla görüşmemde ise “asker orantısız güç kullanıyor, ateşli silahlar kullanıyor, yeri geldiğinde de öldürüyor. Ancak biz gözümüzle çatılara çıkan, nişan alan ve gruba ateş edip öldüren provokatörleri gördük. Ölümlerin tamamı askerler tarafından olduğu söylenemez” şeklinde beyanat vermişleridir.

Bu anlatımlara bakıldığında, ihvan içinde onlarca provokatörlerin olduğu aşikârdır. Ancak bunlar orduyu asla aklamaz.

Sonuç olarak, mısırda hiç kimse huzurlu ve rahat değil, meydanlar boşalmak bilmiyor. Meydanda olanların çoğu neyi savunduğunu ve ne için öldüklerini bilmemektedir. Bir tarafta ölmekle şehitlik mertebesine ulaşmayı hedefleyenler, bir tarafta ise Suudi ve Katar’dan milyarlarca dolar alan Sisi’nin hükümetteki yerini korumak için her şeyi yapabileceği.

Bu gibi olaylarda da elbette provokatörler zuhur edecektir, ancak şunu söyleyebilirim ki, ölümlerin çoğu kesinlikle asker tarafından yapılmadığı.

Bunun yanı sıra, Ülkede Türklere karşı tavır alınması, mallarının boykot edilmesi ve hatta Türklere ev dahi verilmemesi, ülkemizin vatandaşının aleyhine olan bir başka konudur.>>

İşte bu bilgiler ışığında, son olarak şunları söyleyebiliriz: yine dâhilde tasvib edilmeyen mücadele neticesinde birçok masum hayatını kaybetmiştir. Daha ziyade, orta sınıf insanların gelip geçtiği ve bizim de oradan birkaç defa geçip, o meydana adını veren Rabia’tül Adeviye camii, onlara göre de “Mescid Adeviye” de namaz kıldığımız yer, masum insanların ölüm yeri olmamalıdır. Herkes akıllı olmalı. Bilhassa “İslamın zeki mahdumu” olan Mısır’lılar, iç savaşa dönüşebilecek hâllere müsaade etmemeli, neticede ölenlerin de kardeşleri olduğunu hatırlarından çıkarmayıp, dâhili ve harici fitne odaklarının oyunlarını bozmamalıdır. Yıllarca, kendileriyle aynı milletten ama ayrı dinden olan Hıristiyanlarla aralarında çıkarılmak istenen fitneye nasıl geçit vermedilerse, yine müteyakkız olup, memleketlerini düzlüğe çıkarıp, “Afrika kıtasının başına geçerek”, oralarda sükûn ve huzurun sağlanmasına sebeb olmalıdırlar. Yoksa çok yazık olur!     Bu arada, bizim Türkiye’deki dört elle işaret edenlere de söyleyeceklerimiz vardır. Geçenlerde onlardan birine sormuştum.”bu Rabia işaretinin manası ne?” diye.  “ağabey, önce o dört elif ‘Allah’ lafzının ifade ediyor” deyince susturdum ve “bana bak, bundan yıllar önce, bizde de bir parti öyle yapmıştı. Partilerinin amblemi olan anahtar işaretinin de “Allah” lafzı olduğunu söylemişlerdi de biz o zamanlar onlara da çıkışmış ve “madem Allah lafzı var, o zaman niye seçim zamanında sokak ve caddelere atıyorsunuz, lafza-i celal yazısı sokağa atılır mı?” demiştik. 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*