Mu´cizât-ı Ahmediye (asm) Risâlesi, hangi âyetlerin tefsiri?

Image
Ondokuzuncu Mektub’u son okuyuşuma kadar, bu risâlenin, başındaki âyetle bağlantısı üzerine hiç kafa yormamıştım. Bir vesileyle 19. Mektub’u yeniden okuduğumda kendi kendimi bu konuda uyanık olmaya zorladım ve karşıma çıkan mânâlar, Risâle-i Nur’un Kur’ân-ı Kerim’deki en uzak gibi görünen hakikatleri nasıl keşfettiğini birkez daha gösterdi.

 
Öncelikle, bu risâle ile ilgili bazı hususları belirtmekte fayda var. Mu’cizât-ı Ahmediye Risâlesi, Üstadın Zülfikar tâbir ettiği, yüzbinlerin imanını kurtaran veya kuvvetlendiren, aynı zamanda da birçok kerâmete mazhar olmuş bir risâledir. İlk şaşırtıcı husus, Üstad, 19. mektubun başında, “19 nükteli işaretle büyük Risâlet-i Ahmediye hakikatinin bazı lem’alarını göstereceğiz” demekle birlikte daha sonra sadece ilk 7 işarete ve 19. işarete nükteli demiştir. 8-18 arası işaretler için ise nükteli kelimesi kullanılmamıştır. Demek ki, bu risâlede nükteli tabiri ile özellikle ilk 7 ve 19. işaretlere dikkat çekilmek istenmişti.

19. Mektub hakkında dikkat çeken diğer bir husus üç yüzden fazla mu’cizenin, sahih rivayetlerle ve belki on beş senedir hiçbir kitap mütalaa etme fırsatı olmamış biri tarafından ezberden yazdırılmış olmasıdır. Fakat müellifin özellikle nükteli işaret tabir ettiği kısımlara dikkat edilirse görülecektir ki, belki de bu risâle genelinde en az mu’cizenin nakledildiği yerler bu nükteli işaretlerdir. Bu işaretlerde özellikle günümüz insanının temel sorularını cevaplandıran mu’cize, hadis, âyet veya risâlet gibi temel kavramlar en öz ve en lüzumlu şekliyle açıklanmıştır. Yani, Mu’cizât-ı Ahmediye (asm) Risâlesi kesinlikle sadece bir siyer veya tarih kitabı gibi yazılmamış, aynı zamanda risâlet ile alâkalı en temel kavramlara da en güzel bir şekilde açıklık getirmiştir.

Bu risâlede, mu’cizeler rastgele veya tarih sırasına göre değil, belirli bir sınıflandırmaya göre nakledilmiştir. Müellifinin ifadesiyle Resul-i Ekrem’in (asm) getirdiği hakikat taş, su, ağaç, hayvan, insan, ay, güneş ve yıldızlar gibi herbir taife tarafından ayrı ayrı alkışlanmıştır. Yani, kâinat kitabının âyetlerini Kur’ân vasıtasıyla okuyan Resul-i Ekrem’i (asm) herbiri yaradılış itibariyle hem bir mu’cize, hem bir âyet olan varlıklar ayrı ayrı tasdik etmişlerdir. Dolayısıyla, mucizeler de bereket-i taam, su, ağaç gibi varlıklara göre tasnif edilerek aktarılmıştır.

Söz konusu Kur’ân âyetlerine gelince; Mu’cizât-ı Ahmediye (asm) Risâlesinin başında öğle namazlarından sonra okunması tavsiye edilen Fetih Sûresi’nin son iki âyeti yer almaktadır. Bu iki âyet meâlen: “Bütün dinlere üstün kılmak üzere Resûlünü hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. Buna şahit olarak Allah yeter. Muhammed Allah’ın Resûlüdür…” ilâ âhir şeklindedir. İlk bakışta bu iki âyet ile bu risâlede anlatılanlar arasındaki ilişki fark edilemeyebilir, ancak bu ilişki anlaşıldığında tefsirin güzelliği daha bir ortaya çıkmaktadır.

Neden ve niçin sorularının cevabını bilmeden kuvvetli iman etmenin mümkün olmadığı günümüzde elbette peygamberlikten bahsederken bu soruların cevabını vermeyen bir tefsir eksik olacaktır. Birinci Nükteli İşarette özet olarak: “Resûl gönderen şu kâinatın Sahip ve Mutasarrıfıdır. O da elbette bilerek ve hikmetle tasarruf ediyor. Madem yapan bilir, bilen elbette konuşur. Madem konuşacak; elbette zîşuur ve zîfikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak. Madem zîfikirle konuşacak; elbette zîşuurun içinde en cemiyetli ve şuuru küllî olan insan nev’i ile konuşacaktır. Madem insan nev’i ile konuşacak; elbette insanlar içinde kabil-i hitab ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. Dost ve düşmanın ittifakıyla beşerin en mükemmeli olan Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm ile konuşacak” denilmiştir. Yani 28. âyetin başında geçtiği gibi madem “gönderen Odur” (huvellezi ersele resûlehu), kim resûl göndermiş ve neden göndermiş sorusunun cevabı en başta verilmelidir. Yukarıda verilen cevap akılda hiçbir soru işareti bırakmayacak netlikte ve mükemmellikte bu cevabı vermektedir.

Fetih Sûresi 28. âyette “diğer dinlere üstün kılmak üzere” ifadesi de geçmektedir. Bu âyetin Yedinci Lem’ada ihbâr-i gaybîsinden bahsederken Üstad, “kendi küçük kabilesine karşı tam galip gelemeyen bir vaziyette bulunan Muhammed-i Arabî Aleyhissalatü Vesselâmın getirdiği din umum dinlere galip ve umum devletlere muzaffer olacağını ihbar ediyor” demiştir. Dolayısıyla yine Mu’cizât- Ahmediye (asm) risâlesinin birinci nüktesinin sonunda geçen “nev-i beşerin humsu ona iktida etmiş ve nısf-ı arz onun hükmü mânevîsine girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin üç yüz sene ışıklanmış…” cümlesi, zamanın bu âyeti nasıl tefsir ettiğini açıkça ortaya koymuştur.

Mu’cizât-ı Ahmediye Risâlesi ile Fetih Sûresi’nin 28. ve 29. âyetleri arasındaki ilişkiyi düşünürken akla gelen diğer bir soru da: Neden mu’cize kelimesinin hiç geçmediği bu iki âyet, üç yüzden fazla mu’cizenin nakledildiği bir risâlenin başında yer almaktadır? Cevap yine 28. âyetin sonundaki “şahit olarak Allah yeter” ifadesi ile alâkalı olarak ikinci nükteli işarette göze çarpan bir ifadede verilmektedir. Üstad, bu ifadesinde mu’cizeyi şöyle tarif etmektedir: “Mu’cize ise Halık-ı Kâinat tarafından, onun dâvâsına bir tasdiktir. Sadakte hükmüne geçer.” Yani her ne kadar bu âyette mu’cize kelimesi geçmese de, Halık-ı Kâinat müstemir âdetini Resûlü’nün (asm) duâsıyla değiştirerek onun risâletine şahitlik etmiştir. Dolayısıyla, üç yüzden fazla mu’cizenin herbiri Cenâb-ı Hakk’ın şahitliğini ifade eden bu âyetin en güzel bir tefsiridir.

19. Mektub’da Hz. Ali (ra), onun hilâfeti ve fitnelerin de ortaya çıkmasıyla alâkalı meselelere de oldukça fazla yer ayrılmıştır. İlk bakışta bu durum Mucizat-ı Ahmediye (asm) ile veya Fetih Sûresinin 28. ve 29. âyetleri ile pek alâkalı görülmemektedir. Cevap yine Fetih Sûresinin bu iki âyetindeki ihbar-ı gaybîden bahseden 7. lem’ada gizlidir. Bediüzzaman Hazretleri oldukça uzun bir âyet olan Fetih Sûresi 29. âyetinin “Sen onların rükû ve secde ettiklerini görürsün. Onlar Allah’ın lütfunu ve rızasını ararlar” meâlindeki kısmının tam da bu konuyla ilgili olduğuna işaret etmektedir. Aslında âyetin bu cümlesi Hz. Ali’den (ra) de bahsetmektedir ve konu bir yönüyle onun hilafeti ile alâkalıdır. Üstad, âyetin bu kısmını, “…saltanat ve hilafete kemal-i liyakat ve kahramanlıkla girdiği halde ve kemal-i zühd ve ibadet ve fakr ve iktisadı ihtiyar eden ve devamı ve kesreti herkesçe musaddak olan Hazret-i Ali’nin (ra) istikbaldeki vaziyetini ve o fitneler içindeki harbleriyle mes’ul olmadığını ve niyeti ve matlubu fazl-ı İlâhî olduğunu haber veriyor” şeklinde tefsir etmiştir. Dolayısıyla, yine ilk bakışta Fetih Sûresi ve Mu’cizât-ı Ahmediye Risâlesi ile Hz. Ali’nin hilafeti zamanındaki meseleler birbirinden çok uzak görünmesine rağmen Bediüzzaman Hazretleri bu uzak gibi görünen meselelerin birbiriyle alâkasını çok net biçimde göstermiştir.

Sonuç olarak; Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın i’câz-ı mânevîsinden çıkan Risâle-i Nur, Kur’ân hazinesinden yüzlerce mânevî keşfiyâtı bizlere sunmuş. Kur’ân hazinelerini keşfetmek isteyen her mü’min için Risâle-i Nur’un ne mükemmel bir tefsir olduğu apaçık ortadadır.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Allah ebeden daimen razı olsun ….

    slm ve dua ile..

    Not: email adresinin ortasındaki “at” işareti ne yazıkki klavye kısayolundan eklenemiyor. eğer yazılarınıza yorum alamıyorsanız bundan kaynaklanıyor olabilir. çünkü e-mail girmeden yorum kabul edilmiyor.

    bende başka bir yere yazıp kopyalayıp yapıştırarak ancak girdim.

    Saygılar..

    Erdal

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*