Müceddidler silsilesi ve Bediüzzaman

İLK İNSAN olan Hazret-i Âdem’i (as), kendisinden sonra gelecek insanlara ilk peygamber olarak tayin eden Cenâb-ı Hak, son peygamber olan Hazret-i Muhammed’e (asm) kadar gelen bütün ümmetlere ve kavimlere peygamber göndererek onları hakka ve doğruya dâvet etti.

Yüz yirmi dört binden fazla olan bu peygamberler, tebliğ vazifelerini en güzel bir tarzda yerine getirdiler. Son peygamber olan Hazret-i Muhammed (asm) ile peygamber gönderilmesi sona erdi. Ondan sonra peygamberlik dâvâsında bulunanlar, yalancı peygamber damgası yediler.

Kâinatın Efendisi (asm) kendisinden sonra gelecek ümmetine şu müjdeyi verdi: “Muhakkak Allah bu ümmete her yüz sene başında dinini yenileyen bir müceddid gönderir.” (Ebu Davud, Melâhim: 1) İstikbale ait verdiği bütün haberleri mu’cize olarak aynen çıkan Sevgili Peygamberimizi (asm) sırasıyla, 1- Ömer bin Abdülaziz, 2- İmam-ı Şafiî, 3- İmam-ı Eş’arî, 4- Ebu Hamid el İsferanî, 5- İmam-ı Gazalî, 6- Fahreddin-i Razî, 7- Celâleddin-i Rumî, 8- Zeyneddin-i Râki, 9- Celâleddin-i Süyutî, 10- İmam-ı Rabbanî, 11- Şah Veliyullah Dehlevî, 12- Mevlânâ Halid-i Bağdadî Hazretleri gibi müceddidler tasdik etti. Muhyiddin-i Arabî “On ikinci müceddidden sonra gelen, Mehdiyyet vazifesiyle muvazzaf olan son müceddiddir.” tesbitiyle kerâmetkârâne bir ihbarda bulunmuştur.

“Bu dürus-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar, vazifeleri, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahları veya tanzimleridir. Çünkü çok emarelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri dairemiz içinde, nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nakıs bir taklitçilik hükmüne geçer.” (Mektûbât, s. 725) diyen ve telif ettiği Nur Risaleleriyle milyonlarca insanın imanının kurtulmasına ve taklitten tahkik mertebesine yükselmesine vesile olan Bediüzzaman Hazretleri, kaderin sevkiyle insanların hidayetine vesile olmakla vazifeli olduğunu açıkça ifade ediyor. “Eğer Mehdi acele edip gelse, baş göz üstüne, hemen gelmeli. Zira güzel bir zemin müheyya ve mümehhet (hazır) oldu, zannettiğiniz gibi çirkin değildir.” (Münâzarât s. 30) ifadeleriyle, Münâzarât’ın telif tarihi 1910’da ve sonraki zamanlarda İslâm aleyhine gelişen manevî kışların ve fırtınaların, Mehdinin gelmesi için tam zamanı olduğunun altını çiziyor.

“Bu zaman şahs-ı manevî zamanı olduğu için, böyle büyük hakikatler, fâni ve âciz ve sukut edebilir şahsiyetlere bina edilmez.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybî s. 20) diyen Bediüzzaman Hazretleri, şahıs yerine şahs-ı manevîyi öne çıkarıyor. Aksi halde, hiçbir şeye âlet olmayan Nurdaki ihlâsın zedeleneceğini, geniş halk kitleleri yanında hakikatlerin kuvvetinin bir derece noksanlaşacağını nazara veriyor. Risale-i Nur mesleğinin diyanet, siyaset, cihad ve saltanat âlemlerini içine alan ve Münâzarât, Divan-ı Harb-i Örfî, Hutbe-i Şâmiye ve Emirdağ Lâhikaları gibi eserlerde prensipleri izah edilen ve şahs-ı manevî tarafından icrası tamamlanabilecek meseleleri, bir şahsın gerçekleştireceğini iddiâ etmenin, ehl-i siyaseti evhama ve bir kısım hocaları itiraza sevk edeceğini söyleyip “Belki ‘Müceddiddir, onun pişdarıdır’ denilebilir” diyerek, bu konunun fazla medar-ı bahis edilmemesini istiyor.

Otuz üç âyetin işaretiyle Kur’ân cihetiyle makbuliyeti tasdik olunan, Hazret-i İmam-ı Ali’nin (r.a.) Celcelutiye ve Ercuze kasidelerinde, âhirzamandaki dinsizlik cereyanlarına karşı kahramanca mücadele edeceği müjde verilen ve sekiz yüz sene ötesinden Gavs-ı Azam Şeyh Geylânî (k.s.) tarafından tebşir edilen Bediüzzaman ve Risale-i Nur Külliyatının kim olduğu ve nasıl hizmet verdiği bilinmektedir. İslâm deccalını teşhis ederek, Süfyan komitesinin bid’akârâne rejiminin İslâm aleyhindeki tahribini, Kur’ân-ı Kerim’in mu’cizekâr manevî kılıcıyla tamir eden Bediüzzaman ve eserlerini küçültmeye kimsenin gücü yetmez.

Geçtiğimiz Cuma günü adıma gönderilen bir kargoyu açtım. İçinden lüks kâğıda basılmış pahalı bir kitap çıktı ve adı Nurculuk idi. Hayret ve taaccüple baştan sona kadar okudum. Bediüzzaman ve Nur Talebeleri hakkında saygılı bir dil kullanılmıştı. Ancak, Bediüzzaman Hazretlerinin sadece büyük bir İslâm âlimi olduğunu ve geçen asrın müceddidi sıfatı taşıdığını, Seyyidler neslinden olmadığını Üstadın ifadeleriyle ispatlamaya çalışıyor ve sakalsız oluşuyla Mehdiyetle alâkası olmadığını uzun uzadıya anlatmaya gayret ediyordu. Kitabın baş tarafında da elli küsur yaşındaki bir adamın, beyaz elbiseler içinde, yanları ince ve seyrek, çenesinde uzun, gür ve siyah sakalıyla, dört cepheden çekilmiş dört fotoğrafı bulunuyordu. “Hadis-i şeriflerin bir kısmında Mehdiyle alâkalı izahlara uygun adam benim” denmek isteniyordu. Zaten sözüyle de açıkça bunu söylüyordu. Hâlbuki kişinin kendini sâlih görmesi ve bilmesi, gurur alâmetidir ve sâlih olmadığının delildir. (Mektubat, 3. Mektub)

Cennet misâl bahçelerin ortasında, etrafında sosyete çocuklarıyla birlikte lüks villâlarda yaşayan bu şahsın hâline acıyarak bakakaldım. Mustafa Kemal hakkında onu göklere çıkaran ve toz kondurmayan on iki kitabı olduğunu arka sayfalarda reklâm eden bu kişinin, “Tahribini tamir edeceği İslâm deccalı kim acaba?” diye de düşünmeden edemedim!

Bu din kardeşimizin eserleri ve sâir çalışmaları, belki Nurların izahı ve şerhi olarak düşünülebilir. Yaptığı hizmetleri tebrik de edilir. Ancak insanın ayağı yere basmalı. Tevazu, mahviyet ve terk-i enaniyet bu zamanda ehl-i İslâm’a ve ehl-i hizmete lâzım ve elzemdir. Zorlama tevillerle hakikat değişmez. Herkes sınırını iyi bilmelidir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*