Mu’cize-i Muhammedî, ayn-i Muhammed’dir (Aleyhissalâtü Vesselâm)

Meselâ, kemâl-i hilm ile kemâl-i şecaat. Hem kemâl-i tevâzu ile kemâl-i şehâmet. Hem kemâl-i adalet ile kemâl-i merhamet ve mürüvvet. Hem tam iktisat ve itidâl ile tamam-ı kerem ve sehâvet… gibi mecâmi-i ahlâk-ı mütezahime birden derece-i âliyede bir zâtta içtimâı, müzayakasız inkişafları mu’cizelerin mu’cizesidir.

İkincisi: Mu’cize-i Muhammedî, ayn-ı Muhammeddir (asm). Zât-ı Zülcelâl (celle celâlühü) ona demiş: Ve inneke lealâ hulukin azîm. [Hiç şüphesiz ki sen pek büyük bir ahlâk üzerindesin. (Kalem Suresi: 3)]

Bütün ümmet hattâ düşmanları da dâhil olduğu halde icmâ etmişler ki, bütün ahlâk-ı haseneye câmidir.

Nübüvvetten evvel ondaki ahlâk-ı hamîdenin kemâline tercüman olan “Muhammedü’l-Emin” unvanıyla iştihar etmiştir.

Hazret-i Âişe (r.anha) her vakit derdi: “Hulukuhü’l-Kur’ân.” [Onun ahlâkı Kur’ân’dı. (Sahih-i Müslim, Fezâil: 43)] Demek Kur’ân’ın tazammun ettiği bütün ahlâk-ı haseneye câmi’ idi. İşte o zât-ı kerîmde icmâ-ı ümmetle, tevâtür-ü mânevî-i kat’îyle sâbittir ki: İnsanların sîreten ve sûreten en cemîli ve en halîmi ve en sâbiri ve en şâkiri ve en zâhidi ve en mütevâzıı ve en afîfi ve en cevâdı ve en kerîmi ve en rahîmi ve en âdili; herkesten ziyade mürüvvet, vakar, afv, sıhhat-ı fehim, şefkat gibi ne kadar secâyâ-yı âliye varsa en mükemmel bir fîhriste-i nûranîsidir.

Bunların içindeki nokta-yı i’câz şudur ki:

Ahlâk-ı hasene çendan birbirine mübâyin değil, fakat derece-i kemâlde birbirine müzahamet eder. Biri galebe çalsa öteki zaifleşir.

Meselâ, kemâl-i hilm ile kemâl-i şecaat. Hem kemâl-i tevâzu ile kemâl-i şehâmet. Hem kemâl-i adalet ile kemâl-i merhamet ve mürüvvet. Hem tam iktisat ve itidâl ile tamam-ı kerem ve sehâvet. Hem gayet vakar ile nihayet hayâ. Hem gayet şefkat ile nihayet “El-buğzu fillah” [Allah için buğzetmek]. Hem gayet afv ile nihayet izzet-i nefis, hem gayet tevekkül ile nihayet içtihad gibi mecâmi-i ahlâk-ı mütezahime birden derece-i âliyede bir zâtta içtimâı, müzayakasız inkişafları mu’cizelerin mu’cizesidir.

Nebiyy-i Hâşimînin (asm) simâ-yı mânevîsinin cemâl ve ulviyetine dair Kemâl [Namık Kemal] hoş demiştir:
Sen ol mahbub-u âlemsin ki, zülf ü ebrûvanındır,
Nitâk-ı Ka’be-i Ulyâ, Revâk-ı Mescidü’l-Aksâ.
Sen ol Nur-u Cemâlullahsın kim, hüsn-ü aşkındır,
Çerağ-ı Leyle-i İsrâ, Sirâc-ı kurb-i ev ednâ.
Acep bir Kâ’be-i İsmetsin ey ruh-u behişti kim,
Olur hâk-i harîmin secdegâh-ı Âdem ü Havva.
Acep bir Mushaf-ı hikmetsin ey feyz-i İlâhî kim,
Eder her nakş-ı hüsnün şerh-i râz-ı alleme’l-esmâ.
Kitâb-ı hüsnün her safhası bir sûre-i i’câz,
Hatt-ı ruhsârının her noktası bir âyet-i kübrâ.
Eski Said Dönemi Eserleri, Şuaât, s. 556

LÛ­GAT­ÇE:
ayn-ı Muhammed (asm): Hz. Muhammed’in (asm) ta kendisi.
kemâl-i hilm: yumuşak huylulukta mükemmel oluş.
kemâl-i şecaat: kahramanlıkta en mükemmel oluş.
kemâl-i şehâmet: zekâ ve akıllılıkla beraber olan cesaret ve yiğitlikte mükemmellik.
mecâmi-i ahlâk-ı mütezahime: hepsi de birbiriyle üstünlük yarışında olan ahlâkî vasıf mecmuaları, toplulukları.
derece-i âliye: yüksek derece.
müzayakasız: birbirini sıkıştırıp birbirine engel olmaksızın.
ahlâk-ı hamîde: övülmüş, güzel ahlâklar
afîf: iffetli
nokta-yı i’câz: mu’cizelik noktası.
mübâyin: aykırı, zıt.
zülf ü ebrûvanındır: zülüf ve kaşlarındır.
Nitâk-ı Kâ’be-i Ulyâ: Yüce Kâbe’nin örtüsü.
Çerağ-ı Leyle-i İsrâ: İsrâ gecesinin lâmbası
Sirac-ı kurb-i ev edna: yakınlığın, hatta daha da yakınlığın kandili.
ruh-u behişti: Cennete ehil ve ona lâyık ruh.
hâk-i harîm: kutsal toprak.
hatt-ı ruhsâr: yüz hattı, çizgileri.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*