Muhabbet, sükûnet ve sabra olan ihtiyaç

nejat-erenİslâm âlemi ve Müslümanların şu andaki hali maalesef yürekler acısı! Dert, belâ ve musîbetler adeta değişmez gündemimiz oldu! Tam bir felâket, ıztırap, karmaşa, yıkım ve deprem hali yaşanıyor.
Bu felâketten kurtuluşun, ‘siyaset ve diplomatlıktan’ ziyade İslâm kardeşliği, irtibat ve muhabbetle olacağını tahkiki imana sahip mü’minlerin görmesi lâzım. Bu millet ve ümmet için en önemli geçerli çözüm ve çare; ‘manevî kaynakların’ tatbikatında olduğunu bilmemiz lâzım.

Bunun için de her konudaki çözüm; bir hazine, define, değerli sermaye, yol haritası ve rehber; manevî ölçü ve kıstaslar Kur’ân ve iman hakikatleridir. Bunların başında da; mü’minler arasındaki ‘muhabbet’ gelir. Bunu takviye edecek olan değerler ise; sıdk, ihlâs, hakperestlik, adalet, şükür, hürmet, sabır, müsbet hareket, emniyet ve asayiştir.

İmanın verdiği nur ve şuurla Allah’ın isimlerinin etrafında yapılacak; ittifak, uhuvvet, muhabbet bu ümmet ve milletin fertlerindeki gerçek mirastır. Bu problemler ancak bunların tatbikiyle son bulur.

“Kâbe hürmetindeki iman, Uhud Dağı büyüklüğündeki İslâmiyet; mü’minler arasındaki muhabbet ve ittifakın en büyük hazinesidir. Düşmanlığa götüren âdi taşlar hükmündeki bazı kusur ve yanlışları öne çıkarıp İslâm kardeşliğine bunları tercih etmek, insafsızlık, akılsızlık ve büyük bir zulümdür.”

Bu olumsuzlukları giderecek hayatî düsturlardan birisi de; düşmanlık ve tarafgirliğin hak dine tamamen zıt olduğu ve muhataplarını karanlık çıkmazlara götürdüğüdür. Çare; kalplere, gönüllere muhabbet ve sevgiyi yerleştirmektir. Acımayı, insafı, şefkati, merhameti vücut sarayında hâkim kılmaktır.

Ehli imanın; birbirine, şüpheyle, rakip ve kem gözle, tecavüz niyetiyle bakması felâketlerin kaynağıdır. Bunun tam aksine inananlar birbirlerine; dost ve kardeş gözüyle bakmalıdır. Aradaki muhabbeti arttırmak, kalplerden düşmanlığı ötelemek gerektir. Çünkü; muhabbet, uhuvvet, sevmek, İslâmiyetin mizacıdır, bağıdır, iyilik ve nurun kaynağıdır. İman, İslâmiyet, cinsiyet, insaniyet mü’minler arasındaki nuranî, kuvvetli zincirler ve mânevî kalelerdir.

Mü’minler arasındaki muhabbet güzel gül bahçesidir. Bu gül bahçesinde ahiretin manevî sevabını andıracak bir lezzet, zevk, kalp ferahlığı vardır. Şuurlu olanlar her an bu zevki hisseder devam ettirirler.

Müslüman olarak muhakkak her bir insanın kusur ve kabahati olacaktır. Fakat her şeye rağmen İlâhî emir ve irade bir mü’minin kardeşini mutlaka sevmesini, fenalığı için yalnızca acımasını amirdir. Hata ve kusurlara karşı tavır; zor değil, nezaket, sabır ve tahammülle ıslâhına çalışmak olmalıdır. Mü’minin özelliği, şefkat, merhamet, ikram, tahammül ve yardım elini daima hazır tutmak olmalıdır.

Sevmediği bir adamın, ailenin, sülâlenin, grubun veya bir cemaatin, sevimli, mâsum fertlerine kin ve düşmanlığı sirayet ettirmek affedilemeyecek kadar büyük bir cinayet, zulüm insafsızlıktır!

Ülkemizde ve coğrafyamızda yaşananlarla her gün maalesef haşir–neşir halindeyiz. Bütün bu olumsuzluklara karşı, resmî ve devlet yetkililerine düşen; bin yıllık bir tarihin şahitliğinde; bu toprakların inancına, itikadına, kültürüne, geleneğine dikkat edip sürdürmeleridir. Sivil inisiyatife, vatandaşa ve fertlere düşen de; bütün bu yaşananlara rağmen; aşırı harekete gitmeden, devleti ve sistemi devre dışı bırakacak menfi yollara tevessül etmemelerini hatırlatıp samimane paylaşmak isteriz.

Kim hangi gerekçeyle ne derse desin; gerçek olan şu ki: Bu ülke; 15 Temmuz gibi büyük bir hainlik ve badire atlatmıştır. Ama bunun yanında da bu ülkede ve bu coğrafyada büyük bir ‘mağduriyet halkası’ da maalesef bu münasebetle oluşmuştur. Bunları görmemezlikten gelmek veya geçersiz bahanelerle hamasi nutuk, beyanlarla olayı başka yönlere çekmeye çalışmak, inkâr etmek hiçbir şekilde inandırıcı değildir. Aklı selime yakışan; var olan ve asla inkâr edilemeyen bütün bu gerçekleri, akıl, mantık, şuur, sükûnet, sabır süzgecinden geçirerek çözüme yönelmek ve çare arayıp bulmaktır.

Son olaylarda bu ülkede etkilenmeyen aile ve insan yoktur. Güneş balçıkla sıvanmaz. Yetki ve sorumlulara düşen gerçek anarşist, hain ve ihanetçileri bulup hukuk normları içerisinde onları en ağır cezalarla cezalandırmaktır. Gerçekten masum ve mağdurları da hainlerden ayırt edip daha fazla incitmeden hak ve adalet ölçülerinde çok acil çözümler bulmaktır. Bunun dışındaki her yol bu ülke ve milleti felâketten bir başka felâkete sürüklemek olur. Devlete ve onu idare edenlere düşen; halkına şefkat, adalet ve tarafsızlıkla yaklaşmak gerçek hain, zalim ve suçlulara haddini hukuk içerisinde bildirmektir.

Millete ve mağdurlara düşen; sabır, kanaat, müsbet hareket ve sükûnetle meşrû yollardan haklarını hukuk ve adalet içerisinde sonuna kadar aramaktır. Meşrû çizgiden asla ayrılmamaktır.

Kardeşliğin, muhabbetin, sabrın, adalet ve hukukun sükûnetle hakim olduğu günleri birlikte yaşamak ümit ve temennisiyle.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*