Muhammed´i (a.s.m.) Hasıl Eden Muhabbet

Sonsuz bir cemal ve kemalin kendini varlıklar tarzında ifadesi varlığın özüne muhabbeti yerleştirmiş ve adeta sevgi kâinat binasının harcı olmuştur. Bu kuşatıcı güzelliklerin bir ifade zemini olması ve mânâların açılma yeri şeklinde yaratıldığı ifade edilen benlik aslında bütünün içinde eritilmesi potansiyeli ile verilmiş olmalıdır. Benliklerimiz aslında varlığı çözebilmek ve maddî yapının gerisindeki hazine olan Âlemlerin Rabbi’nin güzel isimlerini açabilmek için bir anahtar hükmündedir.

Hatta bizde ve benliğimizde hangi özellik varsa, o Kâinat Sultanı’nın bir özelliğini anlamaya yöneliktir diyebiliriz. Bu yönüyle hayatımız bir anahtar külçesi gibidir. Ancak çoğunlukla benlik bu asli hizmetinden uzaklaşır ve hep kendine yönelik olarak işler. Açmaktan çok büyümek ve şişmek, başkalarını yutmak gibi bir fonksiyon üstlenir. Bir anahtarın büyümesi, kapıyı açmaktan uzaklaşması ve en hayatî fonksiyonunu yerine getirememesi anlamına gelmektedir. Başarı ve dünyevî gelişmeler üzerine oturtulan bir benlik ve kimlik anlayışı da bu anlamda kimliğin ve benliğin çok uzağında yer almakta ve insanlara atfedilen değerler ve fertlerin kendilerini değerli ya da değersiz algılamaları tamamen maddî kazanımlar alanına sınırlı kalmaktadır. Böyle bir tanım çerçevesinde şekillenmiş benlik ve kişilik için maddî kayıplar önemine ve miktarına bağlı olarak yıkım anlamına gelebilmektedir. Bu türden engelleri aşabilmenin yolu varlığı ve benliği gerçek tanımları ile algılamak ve benliğin sınırlarını şeffaflaştırıp kaldırarak “biz”leri oluşturmaktır. Aynen omuz omuza ve hiç birinin sınırları belirgin olmayacak şekilde bütünleşmiş beden hücreleri gibi. Bu sosyal hayatta aileden başlayıp kâinatın bütününe kadar uzanan bir biz algısına vesile olmalıdır. Ben yok, biz var anlamında “Ene yok nahnu var!” ibaresi aslında bütün kâinatı kuşatacak bir barış anlayışını doğuracak temel prensiptir. “Biz” özünde barışın kavramıdır ve barış kavramıdır. Yalnızca kendi hanesini değil, mahalleyi ya da apartmanını “biz” olarak algılayan komşular arasında kavga ya da sürtüşme ihtimali çok düşük olacaktır. Oysa kendi hanesinde bile “biz” anlayışı gelişmemiş hatta benliği ile çatışma halinde kendisiyle bile barışık olmayanların oluşturduğu toplumlar, fertleri çatışma kaynağı olan toplumlar olacaktır. Zaman eğer çatışmaların, menfaat kavgalarının ve savaşların zamanı ise bunun zemininde sınırları daraltılmış ve siyasî menfaatler doğrultusunda manüple edilmiş “biz” tanımlarının büyük önemi olmalıdır. Barış insanının “biz” tanımı adeta sınırsızdır. Yalnızca düşmanlık kavramına düşmandır. Ötekilik dışında “öteki” şeklinde tanımladığı kavram yoktur. Bu yönüyle, gerçek barış insanıdır. Ülkemizin bugünkü temel probleminin belirli bir değer yargısı ya da ideolojinin tanımladığı insan tipinin dışındakileri ötekiler olarak algılayan anlayıştan kaynaklandığına şahit oluyoruz. Başörtülü, çarşaflı, sakallı, cüppeli, gerici, yobaz ya da komünist, dinsiz, solcu gibi kavramların karşısında reaksiyonla şekillenmiş “biz” anlayışlarının “biz”im ülkemiz şuuru ile kenetlenip ortak bir millî benlik ve ülküler geliştirebileceği düşünülebilir mi? Bu tarz ben merkezli “biz” kavramlarını netleştiren ve kendi değer yargıları dışındakileri ötekileştiren ve sürekli çatışmaları kaşıyan yaklaşımlar kime hizmet edebilir? Ülke menfaatini düşünen hangi akıl sahibi bu yaklaşımlara yol açabilir ya da yanında yer alabilir?

Ülkede ve dünyada gerçek “biz” anlayışını yayacak ve yaşayacak olanlar üstadlarının tabiri ile “muhabbet fedaileri”, husûmetin hasımları olan Nur Talebeleri olmalıdır. Zaman, şartlar ve pek çok manevî emare onlar üzerindeki bu büyük vazifeye işaret etmektedir. Ancak onların da ben etrafında şekillenen günümüz hayatının atmosferinden zaman zaman etkilendikleri gözlenmektedir. Grup taassubu ile ve kısmen manevî hizmetlere giren siyasî yaklaşımlarla “biz”in çapı daraltılmakta aynı dâvânın farklı taraflarından tutan iki grup birbirlerini öteki olarak algılayabilmektedirler. En dar daireden en geniş daireye kadar irtibatlı olunan her alandaki “biz” duygusu çok güçlü olmalı, ancak bu dairenin dışındakileri ötekiler haline getirmemelidir. Her güçlü topluluk benliği ya da şahs-ı manevî içinde bulunduğu daha geniş alanı da “biz” olarak algılamalıdır. En dar daireden kainatın tamamına uzanan halkalar içinde muhabbet daire daire her alanı kuşatmalı ve varlığın aslı olan muhabbet kâinatın bütün zerreleri ve fert arasında bir harç konumunda olmalıdır. Bunlar aslında iç içe birbirini tamamlayan birbirini anlamlandıran gerçeklerdir. Kâinatı anlamlandıran ve muhabbet hasıl eden Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ile her şey alâkadar ve her işleyiş her insan onunla irtibatlıdır. Bu anlamda bütün insanlık ona ümmet olmalı hangi dinde olursa olsun o dini Muhammedi bütünlük içinde anlamlandırmalıdır. Bunun zemini de Muhammed’in (a.s.m.) hasıl ettiği muhabbet olmalıdır. Günümüzde Muhammedî ahlâkın yayılması ve Sünnet-i Seniyyenin yayılması ile vazifeli Nur Talebelerinin her tavrı, fiili ve sözü muhabbet muhtevalı olmalı ve muhabbeti ifade etmelidir. Haklı ve hakkı ifade eden eleştiriler içinde de muhabbetimiz hep belli olmalıdır. Hazret-i İbrahim’in (a.s.) içine atıldığı ateşi söndürmeye çalışan kuşun gagasıyla taşıdığı suyun inceliğinde…

Muhammedi (a.s.m.) hasıl eden ve onunla (a.s.m.) kemal noktasını bulan muhabbet aynı zamanda insanlığın ve her insanın kemal noktası olmalıdır. Her zerresi kemal noktasına koşan kâinatta en nihaî meyve muhabbet dışında ne olabilir?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*