EURONUR ÖZEL

Müjdelenmiş Gelecekte Neler Olacak?

Özel Makale / gelecek

İnsanlık, çağlar boyunca daima bir umutla geleceğe baktı. Karanlıkların en koyu olduğu anlarda dahi, bir ışığın doğacağına; dertlerin biteceğine dair sarsılmaz bir inanç taşıdı.

Bu umut, İslam inancında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadisleriyle daha da billurlaşır. Adeta kalplere serin sular serper. O hadisler ki, manevi bir dirilişin, bir “Altın Çağ”ın müjdesidir.

Bugün dünya, fitnelerle çalkalanıyor. Siyasi çekişmeler, ekonomik krizler, ahlaki yozlaşmalar ve savaşlar… Gönüller daralıyor, zihinler bulanıyor.

İşte tam da bu noktada, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in geleceğe dair haberleri; bir nebze de olsa teselli sunuyor.30 O, öyle bir zamandan bahsetti ki; her şey altüst olacak. Doğru ile yanlış birbirine karışacak.

“Kıyamet alametleri” diye anılan bu zorlu dönemler; aslında bir dönüm noktasıdır. Büyük bir arınmanın habercisidir.

Peygamberimiz (s.a.v.), bu sıkıntılı günlerin ardından gelecek olan bir “Altın Çağ”dan bahseder. Bu, sadece bir temenni değildir. İlahi bir vaadin, müjdelenmiş bir geleceğin parlak resmidir.

İnsanlık tarihi boyunca “gelecek”, her zaman merak konusu olmuştur. Özellikle kıyamet alametleri ve ahir zaman denilen son dönemlere dair beklentiler; çeşitli inanç sistemlerinde önemli yer tutar.

İslam geleneği de Kur’an-ı Kerim’in ayetleri ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadisleri ışığında; dünyanın ve insanlığın geleceğine dair zengin bir perspektif sunar.

Kur’an-ı Kerim, dünyanın mutlak bir sona doğru ilerlediğini ve tüm canlıların bir gün hesap vermek üzere diriltileceğini açıkça ifade eder.

Kıyamet, ilahi takdirin bir parçası olup; insanın dünya hayatının geçiciliğini ve ahiret sorumluluğunu hatırlatır. Kur’an’da kıyametin kopma zamanı hakkında kesin bir bilgi verilmezken; birçok ayet bu olayın kaçınılmazlığını vurgular:

“Onlar kıyamet saatinin kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey beklemezler. Hiç şüphesiz, onun alametleri belirmiştir.” (Muhammed Sûresi, 18. ayet).

Kur’an’da kıyamet öncesi bazı olaylara ve dünyanın gidişatına dair ipuçları da bulunur. İyiliğin ve kötülüğün mücadelesi, inanç ve inkâr arasındaki çekişme, medeniyetlerin yükselişi ve çöküşü gibi temalar; Kur’an’ın gelecek tasavvurunun temelini oluşturur.

Kur’an, geleceği pasif bir kadercilikle değil; insanın iradesi ve sorumluluğuyla şekillenen dinamik bir süreç olarak ele alır.

Kıyamet Alametleri ve İslam’ın Gelecek Tasavvuru

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ahir zaman hakkında birçok hadisi bulunmaktadır. Bu hadisler, genellikle iki ana kategoriye ayrılabilir:

Küçük Kıyamet Alametleri: Daha çok sosyal, kültürel ve ahlaki yozlaşmaya işaret eden alametlerdir. İlmin azalması, cehaletin yaygınlaşması, emanete hıyanet, faizin yaygınlaşması, fitnelerin çoğalması, yalanın artması gibi. (Buhârî, Nikâh, 111; Fiten, 5; Rikâk, 39; Cizye, 15; Müslim, Fiten, 18; Ebû Dâvûd, Fiten, 1).

Büyük Kıyamet Alametleri: Deccal’in ortaya çıkışı, Hz. İsa (a.s.)’nın yeryüzüne inişi, Ye’cüc ve Me’cüc’ün zuhuru, Dâbbetü’l-Arz’ın çıkması, Güneş’in batıdan doğması gibi olağanüstü olaylardır. (Müslim, Fiten, 39-40; Ebû Dâvûd, Melâhim, 11; İbn-i Mâce, Fiten, 28).

Ahir zaman hadisleri arasında dikkat çekici bir yer tutan rivayetler; Müslümanlar ile Yahudiler arasında yaşanacak bir çatışmaya işaret eder. En bilinen rivayet şöyledir:

“Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; ‘Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yahudidir, hemen gel de öldür onu!’ diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.” (Müslim, Fiten, 82).

Bazı derin hakikatler teşbih ve benzetmelerle ifade edilmiştir. Bu hadis de onlardan birisidir. Bir tabiri şu olabilir. Ahir zamanda Yahudilerin fesadı ve tahribatı o kadar fazlalaşacak ve şımarıklık ve isyanları o kadar artacak ki; Müslümanlar ve Hristiyanların birleşmesine ve beraber hareket etmesine sebep olacaktır. Bu beraberlikten sonra Yahudilerin karşısında bir tek kuvvet olup onları perişan edeceklerdir.

Tüm dünyada Yahudilere karşı ciddi bir antipati meydana gelecektir. Herkes her türlü yayın ve basın aletleriyle Yahudileri ele verip haber verecek ve ortadan kaldırmaya çalışacaktır. Bu durumun ifrat derecede oluşunu Peygamberimiz (s.a.v.) “taşlar ve ağaçlar bile haber verecek” diye ifade buyurmuşlardır.

Bediüzzaman’ın Ahir Zaman Yorumları

Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı’nda ahir zaman hadislerini; Kur’an’ın temel prensipleri ve modern bilimin ışığında yorumlamıştır. Onun yorumları, olayların zahiri anlamlarının ötesinde; manevi ve felsefi boyutlara odaklanır.

Bediüzzaman Hazretleri, ahir zaman fitnelerini sadece belirli şahıslara (Deccal, Süfyan) indirgemez. Onları aynı zamanda temsil ettikleri felsefi akımlar ve ideolojiler olarak görür.

Batı dünyasındaki pozitivizm, materyalizm, ateizm gibi inançsızlık akımları; insanlığı manevi değerlerden uzaklaştıran ve dinsizliği yayan “Manevi Deccaliyet” olarak yorumlanır. Bu akımlar, bilimi ve teknolojiyi dahi inkârcılığın bir aracı haline getirmeye çalışır.

Süfyan (İslam Deccalı) ise, İslam dünyasında ortaya çıkacak ve dini hisleri istismar ederek siyasi ve sosyal karışıklıklar çıkaracak; İslam’ın temel prensiplerinden saptıracak bir figür veya cereyan olarak tasvir edilir.

Bediüzzaman Hazretlerine göre, Hz. İsa (a.s.)’nın ahir zamanda yeryüzüne inişi ve Deccal’i yenmesi; fiziki bir kılıç savaşı olmaktan ziyade; manevi, ilmi ve felsefi bir mücadelenin tezahürüdür.

Hz. İsa (a.s.)’nın gelişiyle birlikte, Hıristiyanlıkta yaşanan tahrifatlar ve bid’atler ayıklanacak; gerçek tevhid esaslarına dayalı İncil’in mesajı yeniden canlanacaktır. Bu durum, Hıristiyan dünyasında büyük bir manevi uyanışa yol açacak ve onları batıl inançlardan uzaklaştıracaktır.

*”Birisi: Nifak perdesi altında risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr edecek, Süfyan namında müthiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı, Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten Muhammed Mehdî isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyanın şahs-ı mânevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.

İkinci cereyan ise: Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüt eden bir cereyan-ı nemrudâne, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, Ulûhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir. Nasıl bir padişahı tanımayan ve ordudaki zâbitan ve efrad onun askerleri olduğunu kabul etmeyen vahşî bir adam, herkese, her askere bir nevi padişahlık ve bir gûnâ (çeşit) hâkimiyet verir. Öyle de, Allah’ı inkâr eden o cereyan efradları, birer küçük Nemrud hükmünde nefislerine birer rububiyet verir. Ve onların başına geçen en büyükleri, ispritizma ve manyetizmanın hâdisâtı nevinden müthiş harikalara mazhar olan Deccal ise, daha ileri gidip, cebbârâne surî hükümetini bir nevi rububiyet tasavvur edip ulûhiyetini ilân eder. Bir sineğe mağlûp olan ve bir sineğin kanadını bile icad edemeyen âciz bir insanın ulûhiyet dâvâ etmesi ne derece ahmakçasına bir maskaralık olduğu malûmdur.

İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlâhiyenin semâsından nüzul edecek, halihazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek, mânen Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılâp edecektir. Ve Kur’ân’a iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve İslâmiyet metbû (kendine uyulan) makamında kalacak, din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan İsevîlik ve İslâmiyet, ittihad neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken, âlem-i semâvatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i Külli Şeyin vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadîr-i Külli Şey vaad etmiş, elbette yapacaktır.”* (Mektubat, On Beşinci Mektup, s. 71).

Hz. İsa (a.s.)’nın önderliğinde; hakiki İseviler (samimi Hıristiyanlar) ile Müslümanlar arasında büyük bir “İttihad-ı İslam” gerçekleşecektir. Bu birleşme, Deccal’in temsil ettiği küfür ve materyalizm akımına karşı en büyük güç olacaktır.

Bu ittifak, dinsiz Yahudilerin ve aşırı Siyonistlerin etkisi altında olan küresel güçlerin dayandığı manevi ve felsefi temelleri sarsacaktır.

Hz. İsa (a.s.), bu manevi kılıçla, yani ilimle, akılla ve hakikatle; Deccal’in dinsizliğe dayalı felsefesini çürütecek, yalanlarını ifşa edecek ve sistemini ortadan kaldıracaktır.

Deccal’in ilmi ve fenni dinsizliğe alet etmesine karşılık; Hz. İsa (a.s.)’nın gelişiyle birlikte bilim ve teknoloji; Allah’ın varlığına ve kudretine delil olacak şekilde kullanılacak, imana hizmet edecektir. Bu, materyalizmin ve inkârcılığın entelektüel zeminini ortadan kaldıracaktır.

“Hz. İsa Aleyhisselam geldiği vakit, herkes Onun hakiki İsa olduğunu bilmek lazım değildir. Onun mukarreb ve havassı (yakınları ve has dostları) nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedahet (kesin ve apaçık) derecesinde herkes onu tanımayacaktır.” (Mektubat, On Beşinci Mektup, s. 72).

İkinci Asrı Saadet

Bediüzzaman Hazretleri, ahir zaman fitneleri sonrasında İslam’ın dünya üzerinde maddeten ve manen hükmeden küresel bir güç haline geleceğini öngörür.

İslam dünyası, iç karışıklıkları ve dış baskıları aşarak büyük bir manevi uyanış ve ilerleme kaydedecektir.

Deccal’in yaydığı zulüm ve anarşi son bulacak; yerini adil bir dünya düzeni ve küresel barış alacaktır. Bu dönem, insanlığın manen yüceldiği ve ahlaki değerlerin yeniden tesis edildiği bir “altın çağ” olacaktır.

Dinler arası diyalog ve hakikatlerin evrenselliği; farklı inançlara sahip insanları ortak insani değerler etrafında birleştirecektir.

Müjdelenmiş gelecek, aynı zamanda adaletin ve barışın hüküm süreceği bir dönemi işaret eder. Fitnelerin dindiği, kılıçların kınına girdiği, haksızlıkların son bulduğu bir çağ…

İnsanlar, mal ve mülk derdinden uzaklaşacak; paylaşma ve yardımlaşma ruhu yeniden canlanacak. Dünyanın zenginlikleri adilce paylaşılacak; kimse aç kalmayacak, kimse zulme uğramayacaktır.

Bu, sadece maddi bir refah değil; aynı zamanda ruhların huzur bulduğu, vicdanların rahatladığı bir dönem olacaktır.

Bu dönem, adeta bir “Asr-ı Saadet” dönemi yaşanacak; İslam dini, tüm dünyaya maddeten ve manen hâkim olacaktır.

Bu hâkimiyet, zorla değil; İslam hakikatlerinin evrenselliği, adaleti ve insanlığın temel ihtiyaçlarına cevap vermesi yoluyla gerçekleşecektir.

İlim ve teknoloji de maneviyatın hizmetine girecek. Günümüzde insanlığı şaşırtan, bazen de korkutan ilmi gelişmeler; o dönemde Allah’ın kudretini ve kâinatın sırlarını daha iyi anlamak için birer vasıta olacaktır. Bilim, artık imanın düşmanı değil, sadık bir dostu, hakikatin bir tercümanı olacaktır.

Bu müjdelenmiş gelecek, bizlere sadece pasif bir bekleyişi değil; aynı zamanda aktif bir hazırlığı da hatırlatır. Ahir zamanın çetin imtihanlarından geçmek; sabırla ve imanla direnmek; iyiliği yaymak ve kötülükten sakınmak bu Altın Çağ’a ulaşmanın anahtarlarıdır.

Kalbimizde taşıdığımız iman ve Peygamberimizin (s.a.v.) hadisleriyle; Bediüzzaman Hazretlerinin izahlarıyla müjdelenen bu gelecek; bizlere büyük bir ümit ve motivasyon kaynağı olmalıdır.

Karanlık ne kadar koyu olursa olsun, şafağın sökmesi mukadderdir. Ve işte o şafak; Peygamberimizin hadisleriyle müjdelenen; adaletin, barışın ve imanın ışıl ışıl parlayacağı o Altın Çağ’dır.

O güne kavuşmak duasıyla…

Benzer konuda makaleler:

Bir Yorum

  1. Mehmet Salih Yıldırım/ Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni dedi ki:

    Tebrik ediyorum kardeşim. Duygularımıza tercüman olduğun için adeta içimi okumuş gibi oldunuz.Allah razı olsun. Salih yıldırım, adana cemaatinden. Selam ve dualarımla cumanız hayırlı olsun

    0
    0

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu