Müjdeler Müceddidi Bediüzzaman, ümit şelâlesi Risale-i Nur

alt

Yakın tarihime ne zaman baksam, Hüzünlü bir tarih ağlar gönlümde, Ne zaman Nurlar’dan biraz okusam, Ümit şelâlesi çağlar gönlümde. A. Y.

Risale-i Nur, bu asrın ve kıyamet kopmazsa gelecek asırların da dertlerine en büyük çare, hastalıklarına en şifalı bir ilâçtır. Çünkü Risale- Nur, Kur’ân’dan süzülmüş, kırmızı peteklerde toplanmış en safi ve en şâfi bir bal hükmündedir. Kur’ân ise, her derdin devası olan bir Eczane-i Kübradır. Risale-i Nur, bu büyük eczaneden elde edilmiş bir tiryak olduğu için tam bir şifa kaynağıdır.

Kur’ân, her asrın hastalığına göre ilâçlar ihtiva eder. O asrın müceddidi de, asrının dertlerini bilir, hastalıklarına teşhis koyar, ona göre Kur’ân eczanesinden reçeteler hazırlar. Bu asrın en şiddetli, en yaygın ve öldürücü hastalığı ise, imansızlık derdinden sonra, “yeis” yani ümitsizlik marazıdır. Onun için ahir zamanın tabibi olan Bediüzzaman da zamanın hastalığının ümitsizlik, bezginlik ve bedbinlik hastalığı olduğunu teşhis etmiş, ona göre Kur’ân’dan tiryaklar terkip etmiştir. Karamsarlığın en koyu karanlığına düşenler, gönlünü yeis ve hüzün bulutları kaplayanlar, şevksizlik, atalet ve tembellik zehiri ile zehirlenenler, Nurlardan bir parça istimal etseler, çok çok istifade ederler, dertlerine derman, bulurlar.

Hatem-ül Enbiya olan Peygamber Efendimiz (asm), nasıl ki müjde peygamberi ise, O’nun (asm) en son ve en büyük varisi olan Bediüzzaman Hazretleri de bir müjdeler müceddidi olarak gelmiştir. Geldiği devir, yaşadığı zaman, çektiği çileler, gördüğü eza ve cefalar ve Risale-i Nur’ların yazıldığı şartlar göz önüne alındığında, en ufak bir ümit kırıntısının bile kalmadığı düşünülebilir. O geldiği zaman, İman esasları kökünden sarsılmış, Kur’ân’ın etrafındaki surlar dağılmış, “İslâm’ın en son ordusu” her cephede mağlûp edilmiş, “İslâm parça parça olmuş”tu. Ama o, bundan hiç ümitsizliğe kapılmıyor, dağılan İslâm ümmeti için “tahsile gitmişler” diyor ve şu müjdeyi veriyordu: “Yahu, şu asılzade evlât, şeha detnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüc ettirmekle, kader-i Ezelînin nazarında, feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir” (Sünûhat, deva-ül ye’is)

İslâm’ın üzerine kara bulutlar çökmüş, zifiri karanlık bir gece başlamıştı. Büyük âlimler ve velîler dahi gelecekten ümidini kesmiş, Bediüzzaman’a da “hayali hakikat gösteriyorsun, zaman ahir zaman, gittikçe fenâlaşacak” diyorlardı. Bediüzzaman Hazretleri ise, İslâm güneşinin bir daha doğmayacağını düşünerek, kafasını yeisin karanlıklarına gömmüş, kıyametin kopmasını bekleyenlere şöyle diyordu: “Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bizim için tedennî dünyası olsun? Öyle mi? İşte, ben de sizinle konuşmayacağım. Şu tarafa dönüyorum; müstakbeldeki insanlarla konuşacağım,” diyerek yüz yıl sonra gelecek nesillere hitap ediyordu. Gözden ve gönülden uzak, kuş uçmaz, kervan geçmez bir belde olan Barla’da Risale-i Nur’ları yazarken, “Üstadım siz söylüyorusunuz, biz mütemadiyen yazıyoruz, ama bunları kim okuyacak” diyen talebelerine, “siz yazın keçeli ben bunları kâinata okutturacağım, bunlar ilerde dünyanın kanunî esasîsi olacak” diyordu. Nitekim, dağlarda, bağlarda, zindanlarda yazılan bu eserler, bugün elliden fazla dile çevrilmiş ve en çok okunan ve istifade edilen kitaplar haline gelmiştir.

Kendisinin acele edip kışta geldiğini söylüyor, gelecek nesillere cennetâsa bir baharı müjdeliyordu. Onun gönlünde yeise yer yoktu. Her zaman, her hal ve şart altında, gelecekte güzel günlerden haber veriyor, ona göre hizmetlerini planlıyor, eserlerini yazıyordu. Sanki “gaybâşina” bir nazarla istikbâle bakıyor ve gelecek güzel günlerden müjdeler veriyordu. Hem de kendinden o kadar emin, o kadar kararlı konuşuyordu ki, sözlerinde en ufak bir şüphe ve tereddüt bulunmuyordu. “İtikadım ve yakînimdir ki, hak neşv-ü nema bulacaktır” diyordu. “Hem de itikadımdır ki, İstikbale hüküm sürecek ve her kıt’asında hakim-i mutlak olacak yalnız hâkimiyet-i İslâmiyettir” diyerek, İslâm’ın gelecekte bütün kıt’alarda mutlak hakimiyet sağlayacağını müjde veriyordu. Tam bir tevazuu ve mahfiyet timsalî olan Üstâd Hazretleri, geleceğe dair haberlerinde “ben biliyorum ki, ben görüyorum ki” diyerek, haber ve bilgi kaynaklarından ne kadar emin olduğunu ifade ediyordu.
Risale-i Nur’u anlayarak okuyanların hiçbir zaman yeise ve karamsarlığa düştükleri görülmemiştir. Gerek şahsî hayatının, gerekse sosyal hayatın zorlukları karşısında acze düşen bir insan, Risale-i Nur’un hangi eserini açıp bir parça okusa, tam bir ümit ve şevk ile dolacaktır. Kendi geleceğinden, ülkenin ve İslâmiyetin geleceğinden endişe duyanlar, muhtaç oldukları şevk ve teselliyi, Nur’larda bulacaklardır. Risale-i Nur okundukça insana yaşama sevinci verir. Kalbindeki yeis ve karanlığı ortadan kaldırır.

Bediüzzaman Hazretleri’nin Müslümanlara şevk ve ümit aşılayan şu ifadeleri ile bitirelim: “Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâmiyet’in olacaktır.” (Sünûhat, Rüyada bir hitabe)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*