Mü’minlerin görüntüsü

İnanan insanların sosyal hayattaki görüntüleri inançlarından gelen bir dünya görüşü, bir ahlâkî algı ve bu algının karakterlerine yansıması şeklinde olmaktadır.

İnanan insan, her an Allah tarafından görülüyor olduğu, O’nun huzurunda olduğu bilinciyle hareket eder.

İnanan insanın hayatında hile, sû-i zan, aldatma, mantık oyunları vs. sû-i ahlâk yansımaları yoktur. Ve böyle şeylere de ihtiyaç duymazlar. Zirâ hak ve hakikatin kendisi zaten çok güçlüdür.

İnanan insanın konuşması, yürümesi, bakışı, duruşu bir ders niteliğindedir. Böyle insanlar etraflarına hep ciddiyet, vakar mesajları verirler ve böylelikle muhatap olduğu kişileri de vakar ve ciddiyete dâvet ederler.

İnanan insanın en önemli vasfı doğru olmasıdır. Etrafına güven telkin eden yapısıyla peygamberî bir ahlâk timsâlidir.

Evet, inanan insanlar olarak maalesef en büyük problemimiz, inancın ve imanın ahlâkını yaşayamayışımızdır.

Hal ve hareketlerinde inanmışlığın vasıflarını sergileyememek, maalesef beraberinde çok büyük veballeri getirmektedir.

Müslüman, ama şöyle…
Tesettürlü, ama…
Hacı, ama…
Namazlı, ama…

Cemaatten, ama… gibi, baştaki vasfa yakışmayan görüntüler içerisinde olmak, bütün Müslümanların, bütün tesettürlülerin, namazlı insanların ve cemaatin bütün fertlerinin hukukunu çiğnemek anlamına gelecektir.

Evet, inanmış bir insan görüntüsünden uzak her tavır ve davranış maalesef başkalarını da yanıltmaktadır. Bu durumda insanlık irtifa kaybetmekte; inanan, fakat ciddiyetsiz, laubali tipler; inanan, fakat ehl-i dünyadan farkı olmayan; inanan, fakat haram hassasiyeti bulunmayan insan manzaraları insanlığın kalitesini düşürmektedir.

Elbette din-i hakkı lâyıkıyla yaşayan insanlar vardır. Hususî faziletleri çok gelişmiş mübarekler çoktur. Fakat genel görüntü itibariyle bakıldığında mü’mince tavırlar maalesef cemiyet hayatında aranır olmuştur. Üstelik böyle tavır sergileyen insanlar ehl-i dünyanın da çok dikkatini çekmektedir.

Mü’mince tavır aslında dilinden dökülenlerin yani tebliğin inandırıcılığını bir iksir gibi etkileyen bir durumdur. Sahabeleri kısa zamanda dünyayı etkileyen bir konuma getiren, götürdükleri mesajların hüsn-ü kabulünün en önemli sebebi, elbette mü’mince tavırlarıdır.

Bediüzzaman Hazretleri, ağzımız Kur’ân-ı Kerîm okurken, ef’âl ve ahvâlimizle İslâm’ı yaşarsak, diğer dinlerin salikleri ve hatta küre-i arzın bazı kıt’aları İslâmiyete gireceklerini müjdelemiştir. Bu yüzden İslâmı temsil vazifesi olan her Müslüman, anlattıklarını muhakkak yaşamalıdır. Aksi hali münafıklık alâmetidir.

Evet, mü’minin her vasfının mü’min olması vaciptir. Fakat bazı sebeplerden dolayı her vasfı mü’min olamamaktadır. İşte böyle durumlarda insan hemen kulluk sorumluluğunu, bir din veya cemaat mensubiyeti sorumluluğunu hatıra getirmeli ve hakikatlere gölge ve perde olmaması gerektiği şuurunda yaşamalıdır. Aksi halde, insan bir çok vebali taşır ki, bu da altından kalkılamayacak kul hakları demektir.

Bu yüzden kılı kırk yararcasına İslâmı, cemaati temsil sorumluluğumuzu yerine getirmemiz gerekir. Zira bu husustaki kusurun zararı, işleyenle sınırlı kalmamaktadır. İşlenen günahlar, yapılan yanlışlar arzın bile dengesini bozabilecek mahiyettedir.

Hâsılı, mü’minler, öyle mü’mince tavırlar içerisinde olmalıdırlar ki, etraflarındaki insanlar böyle yüksek şahsiyet ve karakterli insanın saiki dini ise onların dini, tarîki, cemaati haktır demeli ve mü’mince tavırları birer irşad edici olmalıdır.

Hatasız, kusursuz bir din, elbette hatasız bir şekilde temsil edilmelidir. Böyle bir dini temsil, her Müslümanın üzerine farzdır. Öyle ki farzları yerine getiren, kebairden içtinap eden, şüpheli şeylerden kaçan, şeriat-ı fıtrî kanunlarına uyan, yani korkan, sakınan, sığınan ve Allah’ın âyetlerini anlayıp uygulama noktasında kusursuz Müslüman olmak şarttır.

Elbette kusursuzluk dediğimiz şey, hiç kirlenmeme, hiç hata yapmamaktan ziyade temizlenme, yanlıştan dönme, tövbe etme ile zenginleşen bir görüntüdür. Çünkü kulluğun özünde zaten bu vardır. Nitekim Allah, yanlıştan geri dönenleri ve tevbe edenleri sever meâlinde pek çok âyet vardır.

Bu yüzden, ‘Kime ne, bu benim meselem’, ‘Bu benim hatam’, ‘Benim günahım’ deme lüksüne mü’minler sahip değildir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*