“Mümkün olsa kalsak, bir ömür boyu Nurs’ta”

Yıllar yılları, yollar yolları kovaladı… Uzun zaman diliminde ülkemizin muhtelif illerine defalarca gidip geldim. “Seyyah olup şu âlemi gezerim, / Bir dost bulamadım tez akşam oldu” nağmelerine aldırmadan… Dostun ötesinde, nesebî kardeşlikten daha öte bir bağlılıkla, nice can kardeşlerimiz ile beraber olduk.

Kütahya temsilcimiz Servet Bilgin, Düzce’den İsmail Özdemir gazetemizin denetmenlerindendir. Yine Düzce’den mâlî müşavir Mahmut kardeşim… Hep beraber doğu yollarındayız…

Güneşin doğduğu yerlerden. İlk durağımız Amasya olmuştu… Bir çok şehzadeye tarihte mekân olan Amasya… Bu şehir adeta bir açık hava müzesidir.

Koşturmaca Erzincan’da mola verdi. Erol ve Arif kardeşimizin nezih misafirperverliğindeki bu nefes almanın ardından, yolumuz Erzurum’da Gürbüz Ağabey, Aydın ve Selim kardeşler ile kısa bir muhabbetten sonra, Erciş yollarını adımlarken Eleşkirt’te kara tutulduk. Ülkemiz bir mevsimde, dört mevsimi yaşayan ülkedir. Erciş’te Ali Sinoğlu ve diğer aziz kardeşler karşıladı bizi. Akşam muhabbetinden sonra sabah Van Gölünün doyumsuz manzarası ile yol aldık.

Ve Van’dayız… Doğunun inci şehirlerinden olan Van’da… Sabah kahvaltısında doğu ve batı kaynaşması vardı… Mevlid kelimenin tam anlamıyla muhteşemdi.

Nurşin Camii, Van Kalesi, Erek Dağı ve Üstadımızın yıllarca soluk aldığı mekânlar… Sözlerin ve hayallerin tarife mecal bırakmadığı anlardı. Her mekânda ayrı bir tarihî hatıralar yaşıyorduk. Hüzün ile sevincin birbirine karıştığı anlar…

Nurs hasreti her Nur Talebesinin tabiî halleridir. Eskiden bu köye gidiş-geliş bir hayaldi… Şimdi öyle değil. Ve Nurs’tayız… Hikmet Okur kardeşimizin nefis misafirperverliği ile, köyün ortasından akan çayın hazin nağmeleri ile… Sabahın nefesini alıyoruz.

Nurs, Nurs’tur. Daha ötesi yoktur. Daha betonların kaplamadığı yolları… Üstadımızın evi, camisi hâlâ eski hatıralarını anlatıyor.

“Mümkün olsa kalsak bir ömür boyu Nurs’ta”

Ama kim bırakır?

Bitlis’te Üstadın esir alındığı dehlize hazin hazin baktık…

Batman’da bir akşamüzeri Nurlu sohbette samimî Nur Talebeleri ile beraber olduk.

Şark misafirperverliği başkadır. Bunu bir yollar, bir de insanlar bilir.

Hasankeyf’te tarihe şahit olduk.

Midyat’ta, samimiyet ve hasbîliğe şahittik. Tarihî ev ve mekânlarında geçmiş zamanı yaşadık.

Mardin, Mardin… Her köşesi geçmiş zamanı dillendiren Mardin… Eski çarşıları, yeni mekânları… Anlatmak ile bitirilmeyecek şeyler. Tıpkı Mehmed Âkif’in dile getirdiği yanık şiiri ile…

“Ağlarım, ağlatamam, hissederim söyleyemem, / Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım” dediği gibi…

Şahıslar ve mekânlar… Fıtrîliği bunlar söyler… Üstadın Ulu Cami’nin şerefesinde nasıl gezdiğini hatırladık. Hem de caminin avlusunda…

Ve Diyarbakır’dayız… Müstakil dershanemizde hasretlik gideriyoruz. İsimlerini dile getiremeyeceğimiz can dostlar ile…

Bediüzzaman Camii’nde namaz, akşam muhabbeti, Askeri Ağabeyi ziyaret, sur içi geziler, Mehmet Kayalar Ağabeyin meşhur dershanesi…

Aslında her bir şehre ayrı bir yazı yazmak lâzım, bütün hatıraları anlatmak için.

“Anlat” denildiği zaman, dilin tutulduğu zamanlardır. İnsan dünyasında bin bir his ve heyecanın yaşandığı şeyler öyle bir anda anlatılması hayli zordur.

Sahabi kabirleri, volkanik taşlardan tarih yazan cami ve diğer mekânlara kadar…

Şanlıurfa’dayız… Hissiyâtlarını ve hasretlik duygularını sazdan söze döken Şanlıurfalılar… Buranın birinci adresi Halilürrahman Dergâhı, Üstadın kabir ve makamı ve Balıklı Göl’dür. Buraya girdiğiniz zaman, her şey sizi içine alır. Mükemmel dizayn edilmiş makamları ile… Buralara gönlümüzü ve kalbimizin his ve heyecanını bırakarak ayrıldık.

Ver elini Konya. Mevlânâ Hazretlerinin çağırdığı aziz şehre… Burada sadece ben kaldım. Üç gün müddetince aziz kardeş ve ağabeyler ile doyasıya olmasa da, sohbet ve hasretlik giderdik.

Adanalı gençler ve gayyur ağabeyimiz Halil Uslu, Said Çamkerten, Cafer ve İsmail kardeşler ve daha bir çok nurânî sima ile saatler geçirdik.

Böyle geçti on günlük yolculuk. Ancak dilin ucuna gelenleri dillendirdik. Gerisi içimizde kaldı.

Eskiden imkânlarımız az olduğu halde daha çok gezerdik. Adına “akd-i uhuvvet” demiştik. Teselli etmek ve müteselli olmak…

Ama zaman değişti. Asır başkalaştı. Meşakkatler fazlalaştı.

Ama siz siz olun, bu gezileri yapmaya çalışın. Çünkü hayat irtibat ile güzelleşir.

Bu “gezi parkı olayları” değil, bu bir “nurlu gezi hadiseleri”dir.

Bütün dost ve kardeşlerimize binler teşekkür ve muhabbetlerimizi ileterek…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*