Bu araştırmalarımızın başında Hz. Bediüzzamanın “Münâzarât” eseri gelmektedir. 100’ü aşkın suâl ve cevap içinde, bizlere âlem-i İslâm’a inşirah ve ümit veren hakikatli sual ve cevaplar var. Bazılarını yöredeki kalbur üstü zevatın sorduğu suallere cevaplar var. Çoban ve emsali kişilerin sordukları sualler ve onlara cevaplar da var. Bütün cevaplar, Kur’ân âyetlerine ve hadîs-i şeriflere dayanılarak veriliyor. Rahmetli babam derdi ki: “Hz. Üstad bir bizim büyük kara çadırların direğine dayanıyordu, bir de Kur’ân’ın âyetlerine, şimdikilerle kıyas et” derdi.
Yine rahmetli babam bize küçüklüğümüzde anlatır ve derdi ki: “Hz. Üstad, dedenin büyük kara çadırında ve civar yerlerdeki yayla çadırlarında, çadırın direklerine dayanarak ve ayakta konuşur ve hiç kimseyi hakir görmezdi. Cemaatin içinde mollaları, ehl-i kalb velî zatları, aşiret ağalarını ve koyun çobanlarını ve fakir kalender zevâtı dikkatle dinler ve onlara muknî cevaplar verirdi ve onlar da ‘Sadakte, belî Kurban, belî Seyda’ derlerdi.”
Şimdi bazı münâzarât toplantılarını takip ediyorum, böyle bir resim ve tablo yok. Devir ya değişmiş veya bazı kişiler değiştirmişler. Bazıları “kariyer” hastalığına kapılmış, yelken açıp nerelere gittiği belli değil. Çünkü mesleğinde profesör, kabul sahası o. Fakat Münâzarât’ta en ami bir talebe olabilir. Bu itibarla neyin sınıflandırmasını yapıyorsun. Ayrıca Risale-i Nur’un müellifine ve talebelerine bakan Nur Sûresi 35. âyetten bîgâne kalmış, orayı da okumamış, okusa da nefsine yediremiyor. O zaman irşadın adı değişiyor.
Meselâ bir örnekle açıklamak isterim: Münâzarât’ın bir satırında “Hatta bizim Gevedan (Gevdan) Mamehuran (Mamhuran) hırsızları da Şeyh Ahmed’in bir nasihatı ile sofi olmuşlar” ifadesi var. Babama sordum. Bizim ailede yüksek rakımlı şark köylerinde hep Münâzarât okunur ve okunurdu. Babam da dedi ki: “Atla ata, gidelim ‘Bilisava’ köyüne, orada Molla Yusuf var, benim arkadaşım, o da Hz. Üstad’dan bir ders almıştı. Hem ziyaret edelim, hem de oku ve sor.” (Şeyh Ahmed de ayrı bir konu; rüyada Peygamberimizi (asm) görüp mektup yazan zat)
Merhum Molla Yusuf’a sordum, o da gülerek dedi ki: “Bizde koyun hırsızları var, sürüyü talan etmişler, sonra gelip Şeyh Ahmed’in vasiyetnamesini dinleyince, tövbekâr olmuşlar, gelip bizim mollalara ‘40 koyuna kaç koyun zekât vereceğiz?’ demişler. Mollalar da: ‘Sizin bu mallar zaten hırsızlıktır, ne zekâtı, götürün malları sahiplerine verin.’ Götürüp vermişler ve bu hadise Hz. Üstad’a intikal ediyor. Eğer sizler ve bizler bu Nurları, bu dağ yamaçlarından, asi ruhlu insanlara kadar götürürseniz, vatanın ve toprağımızın bahtı açık olacaktır” dediler.
Çok çeşitli partilerde milletvekili arkadaşımız olmuştur. Onlara “Cebinizde Münâzarât var mı?” diye sorarım. Yoksa “Ülkeye gerçek manada ses veremez ve yaraları tedavi edemezsiniz” demişimdir. Hatta imkânım olsa 57 İslâm ülkesinin söz sahibi durumunda olan bütün zevata, çobanlarından müderrislerine ve siyasîlerine kadar götürür, bu eseri verirdim. Zira okunduğunda satırlarının derununda âlem-i İslâm’ın bütün yaralarına çıkış tiryakları vardır. Hem de meşrû yollarla. Üstadın şarkın yaylalarında 1900’lü yılların başında kaleme aldığı ve 1950 yıllarında tekrar tashihler yaparak bizlere ikram ettiği bu Münâzarât’ı sabah kahvaltısı babında, bir ikram-ı İlâhî manasında çok okumamız lâzım. 40 yıldır cebinde taşıyan arkadaşlarım var.
Benzer konuda makaleler:
- Bayram Yüksel
- Mehmed Fırıncı
- Bediüzzaman’ın Afyon hapsinden bir talebesi: Haşim Hoca (1922-1987)
- “Urfa taşı ile toprağı ile mübarektir”
- Bir şefkat kahramanı: Şükran Çalışkan
- Mehmet Kutlular: Bir nur talebesinin siyasetteki istikameti
- Bir rahibin hidayet hikâyesi