“Murdardan ellerini çekmeyenler”

Yunus Emre’mizin maneviyat gözüyle bugünlere baktıran şiirine, günümüz Türkçesiyle ve yorumuyla daha önce bu köşede yer vermiştik.

Bilhassa sadece bir beytinin açıklamasına kulak vererek, ne günlere kaldığımızın idrakiyle ve burada geçen “birçok kimse”den sayılmak endişesiyle ne kadar korksak ve bu hakikatleri tekrar be tekrar ne kadar nazara versek, azdır.

Şöyle diyor:

“Yani er kopdı erden, elin çekmez murdardan!

Deccal kopısar yerden, onlar uyan olısar..”

(Bunların mânâsı şudur ki, adam zannettiklerine adam diyebilmen çok güçtür. Çünkü bunlar murdardan ellerini çekmezler. Böyle olunca bunlara göre bir baş lâzımdır, o da Deccal’dır. O çıktığı zaman ardından gidecek birçok kimse vardır. Onun yolunu takib edecekler ve izinden gideceklerdir.)

Allah’ın veli kulu hak aşığı Yunus Emre’nin kalbine doğan mânalarla bugünlere bakınca, insan olan insan ve hele ki Müslüman titremeli, korkmalı ve Allah’a dığınmalı.

“İşidün hey ulular ahir zaman olısar,

Sağ Müslüman seyrekdür ol da gümân olısar.”

(Ey büyükler, ey toplumun önünde yürüyenler, dinleyin! Dünyanın sonu yaklaştığında sağlam Müslümana rastlamak zordur. Çünkü seyrektir. Sağlam görünenlerin çoğundan insan şüphe eder.)

“Danişmend okur tutmaz, derviş yolun gözetmez.

Bu halk öğüd işitmez, sağır heman olısar.”

(Âlimler okurlar, tatbik etmezler. Halka anlattıklarıyla kendi yaşayışları arasında ilgi yoktur. Derviş de tuttuğu yolda gitmez. Bu halka da istediğin kadar öğüt ver, kulakları sağırdır. Ha duvara söylemişsin ha onlara söylemişsin fark etmez.)

“Gitti beyler mürveti, binmişler birer atı..

Yediği yoksul eti, içtiği kan olısar..”

(Milletlerini yücelten, ötelere ve ötelerin ötelerine götüren büyüklerin devri geçmiştir. Şimdikiler sahte bir ata binmişler adamlık taslamaktadırlar. Bunların yediği yoksul eti, içtiği kandır. Çünkü birçoğu devlet malı deniz, yemeyen domuz diye inanmaktadır.)

“Birbirine yanu yana, itdiğin kalur sana..

Yarın mahşer gününde cümle ayan olısar.”

(Birbiri ardına ettiğin kötülükler, senin bu dünyadan nasibin olur. Fakat bunların gerçekte neler olduklarını, mahşer gününde seni ayakları altına alıp çiğnedikleri zaman anlarsın.)

Hak aşığı velî bir kulun, yedi yüz yıl öncesinden âhirzamana bakması, bugünleri görmesi çok da garipsenecek bir hâdise değildir. Bu gerçekleri görmek ve derketmek, insan olan her insana açıktır. Yeter ki hakikî iman sahibi olsun. Yeter ki kalp gözü açık olsun.

Ve artık, Kur’ân’ın yüzden ziyade tılsımlarını hal ve keşfeden Risale-i Nur da elimizdedir.

Demek ki, manevîyat sayesinde en uzaklar yakın olabilirken; manevîyatsızlıkla en yakınlar da uzaklaşabiliyor. Yakınlıklar, uzaklığa dönüşebiliyor.

Ve maalesef, İslâm ve iman ehli olanlar da; dünyaya dalmaları, günübirlik siyasetlere kapılmaları, nefis ve şeytanın hilelerine aldanmaları nisbetinde ayrılık ve iftirak ateşinin pervanesi oluyorlar.

Acaba, kalplerinde iman nurunu taşıyanlar, biribirlerini Allah için sevmeye muhtaç ve mecbur olanlar; dünyevî ikbal, siyaset ve menfaat uğruna biribirlerine hasmane tavırlar almaları karşısında, titreyerek yeniden kendilerine gelebilecekler mi?

Yeniden iman tazelercesine Rabbü’l-Âlemine yönelip istiğfar ederek, mü’minliklerinden ve Müslümanlıklarından ve Müslüman milletten özür dilemek ferasetini gösterebilecekler midir?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*