Müsbet Hareketin Zaferi

Zihinleri etkileyerek, vicdanları cezbederek, akılları ve kalpleri ikna ederek, fikir ve düşünce ekseninde elde edilen zaferler; kılıçla, şiddetle, kuvvetle, topla, tüfekle elde edilen başarılardan daha kalıcı, daha devamlı, daha sabit ve daha müstakimdir.

Tarihte birçok misal bulmak mümkündür.

Mahatma Gandi hiç kuşkusuz bu sahanın en mühim önderlerinden birisidir. İngiliz işgali altındaki Hindistan’da öyle bir müsbet harekete girişmiştir ki, uzun süren bir fikir mücadelesi neticesinde ülkesini bağımsızlığa kavuşturmuştur. Gandi gibi, Mandela, Martin Luther King, Lech Walessa da aynı tarzda hareket eden diğer toplum önderleridir.

Bediüzzaman Hazretleri de tüm hizmet safhasını müsbet hareket üzerine bina etmiş, son asrın ülkemiz ve İslam coğrafyası içindeki en mühim şahsiyetidir. Kendisine yapılan onca haksızlık ve gayr-i insani muameleye rağmen ne kendisi, ne de talebeleri müsbet iman hizmetinin dışına taşmamış, şiddet ve kuvvet ile mukabele etmemiştir. Daima sabır içinde, her sıkıntıya göğüs gererek, insanları fikren irşat ederek, haksızlık ve zulme karşı itirazlarını müsbet hareket çerçevesinde dile getirerek; biiznillah, tüm İslam alemine örnek olacak bir iman hizmeti vücuda getirmiştir.

En son dersinde ise, tüm talebelerine aynı yolu tavsiye etmiştir:

“Aziz kardeşlerim,
Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.
Meselâ, kendimi misal alarak derim: Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, birçok hadiselerle sabit olmuş. Meselâ, Rusya’da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfîde idam tehdidine karşı mahkemedeki paşaların suallerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım, tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım.
Evet, meselâ seksen bir hatâsını mahkemede ispat ettiğim bir müdde-i umumînin yanlış iddiaları ile aleyhimizdeki kararına karşı, beddua dahi etmedim. Çünkü asıl mesele bu zamanın cihad-ı mânevîsidir. Mânevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dahilî âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.
Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir.(Emirdağ Lahikası, s. 455)”

Üstad Bediüzzaman cumhuriyetin kuruluşu ile Barla’dan başlattığı iman ve Kur’an hizmetinde çok büyük engellerle karşılaşmış. Devrin derin güçleri tarafından sürekli olarak takip edilmiş. Her hareketi müşahede altında tutulmuş. Olmadık zulüm ve haksızlığa maruz kalmış. Bitmeyen bir sürgün hayatı yaşatılmış. Zehirlenmiş, hayatına kastedilmiş. Olmadı, idamdan mahkemelere sevk edilmiş. Nurlar hakkında yüzlerce kez mahkeme açılmış. Tüm bu tazyik ve baskı ve zulüm karşısında bile müsbet harekete prensibinden asla taviz vermemiş, Üstad.

İşte bu gün her şeye rağmen, her türlü dahili ve harici engellere rağmen Risale-i Nurlar onlarca yayın evi tarafından neşrediliyor. Yüzlerce, binlerce kitapçılardan muhtaç ellere ulaşıyor. Binlerce, milyonlarca insan bu eserleri okuyor; okuduğunu yaşıyor ve çevresine örnek olmaya çalışıyor, imanını kurtarıyor. Onlarca dile çevrilmiş olan Nurlar, dünya ölçeğinde İslam’a girmeye çalışan insanlara bir nur oluyor, yol gösteriyor.

Bu durum ise yakın bir gelecekte çok aşikar olarak gözükecek bir zaferin mukaddimesidir, ilk tezahürleridir. Tehditle, korkuyla, zulümle, baskıyla susturulamayan bir sesin en gür sedasıdır. Bu kalplere yerleşen, gönülleri fetheden, vicdanların iç yüzünü aydınlatan, insanlığa doğru yolu gösteren bir Nurun zaferidir. Bu, “herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle“ mukabele eden, müsbet hareket etmeyi bir hayat prensibi haline getiren Bediüzzaman’ın zaferidir.

İşte fecr-i sadık budur. Kameti uzun, gözü keskin olanlar bu nurun dünya yüzünü aydınlatmaya devam ettiğini zaten öteden beri görüyorlardı. Çok yakın bir zamanda çoklar göz ile müşahede edecek inşallah. Yeter ki bizler sadakat, sebat ve ihlasla Nurlara talebe olmaya devam edelim. Hayatımızın birinci gayesini Nurlara hizmet etmek olarak telakki edelim.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*