Müsbet manada yaşamak ve çözüm üretmek

Dünyanın büyük bir bölümü mânevî bir buhran ve dertle kıvranıyor olabilir.

İnsanlığın kahir ekseriyeti şaşkın, biçare, bedbin, kısır döngülerin içerisinde, çaresiz ve mutsuz olabilir.

İdareciler yetersiz, beceriksiz, vizyonsuz ve sığ görüşlü olabilir.

Adâlet dağıtması lâzım gelenler, tarafgir, keyfi ve “birilerinden yana” davranıyor olabilirler.

Patronlar, esnaflar, işverenler, devamlı kazandığı halde şükür etmeyebilir.

Memur, çalışan kesim kaytarmayı ve gününü gün etmeyi düşünüyor olabilir.

Öğretmen, eğitimci, akademisyen, fikir işçisi dert küpü halleri sergileyebilir.

Öğrenci sorumsuz, dikkatsiz, dağınık ve heva peşinde koşuyor olabilir.

Siyasiler şahsî menfaat peşinde koşup, iradesiz ve omurgasız davranıyor olabilirler.

Askerler “harp san’atının” dışına çıkıp “kapsama alanını genişletme histerilerini devam ettirebilir.

Medya “manüple” etme, iftira ve çarpıtma huyunu devam ettiriyor olabilir.

Toplum şaşkınlık ve depresyon halleri gösteriyor olabilir.

“Resmiyet, bürokrasi” alanı ve kavramı kendi yetki ve sorumluluk alanlarını aşırı zorlayabilir.

O zaman “sivil hareketin”  özü olan akıl ve mantık sahibi bireylerin ve onların meydana getirdiği “Sivil Toplum” mensuplarının çare ve çözüm üretmesi gerek. Boşuna ağlayıp sızlamanın bir manası yok.

İnsanlığın önüne bir çözüm koymak gerek. Bu topraklarda ve tarihinde de bunun güzel örnekleri var.

Gerçekte kendini bilenler için, çok şükür ki toplumun bunalıma girdiği anlarda Cenâb-ı Hakk’ın hem mazlûm insanlara ve milletlere, hem de çeşitli ümmetlere inayeti ve rahmet tecellileri var.

Bu mübarek Anadolu bozkırlarında yurt kurup, devlet olan; Selçuklu, Osmanlı ve Türk Cumhuriyetinde bu tür yardım, rahmet, hafızıyet ve inayetin çok ibretli ve şahane örneklerini tarihin şahadetiyle görebiliriz.

Mevlânâ’dan, Yunus Emre’ye, Şeyh Edebali’den, Hacı Bayram Veli’ye kadar nice gönül eri, Allah dostu bahadır lider ve önderler tarihin en güzel örnekleriyle hafızalarımızda duruyor.

Çözülen bağları yeniden bağlayan, kaynaşmayı, kardeşliği, doğruyu ve makulü anlatan Peygamber âşıkları var.

Onlar çözümü; insanlığın “kataloğu” olan Kur’ân-ı Azimüşşandan, Âlemlerin rahmet önderi yüce Peygamberden (asm) sünnetinden alarak sağlam reçeteler halinde yazıp insanlığın önüne koydular.

Yaşadığımız modern asırda ise İnsanlığın her türlü derdi için çok sağlam ve şaşmaz bir rehber, yol gösterici, çözüm sunan, derin ilim ve çelik irade sahibi, Peygamber Varisi: Bediüzzaman diye “bir sembol kişi”, “Risale-i Nur” diye bir şaşmaz ve şaşırmaz ilim hazinesi var.

Bu iki sembol değer ve hazine; sadece bu toprağın insanına değil, bütün âlemi İslâm’a ve âlemi insaniyete “Semavilik” arz eden, “arziliğe” bulaşmamış çözümler sunup, rehberlik yapıyor.

Bir asra yaklaşan manevî mücadelenin, mukaddes cihadın tek bir hedefi, gayesi, amacı ve programı olmuş: Topluma çözüm üretip, çare sunmak!  Barışa, huzura, kardeşliğe çağrı ve köprü olmak.

Dağarcığında bir şeyler olanlar; senaryoları bırakıp, zanlardan kurtulup, niyet okumaları terk edip, potansiyel suçlu üretmeyi bir kenara itip, menfilikleri nazara vererek bulantı meydana getirmeyi bırakakıp, müsbet manada bir şeyler yapma yoluna gitmelidirler. Hep “başkalarının ve ötekilerin” hatalarıyla uğraşmayı bırakıp kendi özüne dönmenin yollarını aramalıdırlar.

Tembellik ve karamsarlığı öteleyip, ümitsiz tabloları yokluğa mahkûm edip bir ışık yakmayı denemeli.

Biz, ben, sen, yanımdaki, karşımdaki, mesai arkadaşım, can yoldaşım, dâvâ dostum, vatandaşım, dindaşım, yurttaşım… Her kimse. Her kimsek! “çözüm üretmeyi, müsbeti denemeyi, doğruyu tatbik etme gayretine mesai harcasak.

Var olan krizleri fırsata çevirecek irade ortaya koysak. “Tahribatı” “tahrip” etsek. “Yıkıntıdan” inşaya geçsek.

Başkalarıyla değil kendimizle uğraşsak. Öze dönsek. Problemleri aşmak için, iç muhasebe ve kendimizi sorgulamanın geçerli yol bir olduğunun idrakine varabilsek.

“Bahanematik” hallerden uzak dursak. Kendimizden değil menfiliklerden, olumsuzluklardan uzaklaşsak.

Gerçeklerle yüzleşme hakikatperestliğini ve çözüm için kendi günah ve suçunu “itiraf etmenin” şart olduğu civanmertliğini gösterebilsek.

İnsafı öne çıkarabilsek. Fedakârlık göstermenin büyük zevkini nefsimizde yaşasak.

Suçlu aramayı bıraksak. Suçlamayı terk edip kendimiz suçumuzu itiraf edebilsek.

“Tarafgirlikten” tarih boyunca hep menfilik çıktığı gerçeğini kavrayıp, hakperestliği öne çıkarabilsek.

Muhataplarımıza karşı “masanın ön tarafındaki” haleti ruhiyeyi, arka tarafına geçince unutmasak.

Amirken, memur gayreti, dikkati ve sorumluluk duygusuyla çalışıp davranabilsek.

Bütün bunlar; artısı ve eksisiyle bu vatanın, insanlığın ortak derdi ve gerçekleri. Kendimizden ve gerçeklerden kaçmadan makul çizgilerde hareket edip, davranabilirsek, çok güzel çözüm ve çareler üretebiliriz.

İlk önce kendi işimize bakarak.

Çare, çözüm ve müsbete giden yol; samimiyet filizlerinden, sevgi çiçeklerinden, muhabbet meyvelerinden geçip, fedakârlık hasadıyla mutluluk harmanında toplanır.

Diğergamlık tavırları, sabır, sadakat, doğruluk ve metanet ibrişimleri gönül dünyalarında “duble yollar” yapar.

Yüz yüze görüşmek, irtibat, kucaklaşma, sevgi, “en güzel takdir edici yoldaş, vefakâr arkadaş, samimî kardeş duygu ve düşünceleri vücut tarlasındaki “haşarat ve dikenlerini” imha edip saadet “otobanlarına” çıkar.

Tarih böyle der. Zaman bunları teyid eder. Bu teyid ve doğrular istikbalde de yine böyle işler.

Hem dünyada, hem Türkiye’de, hem Âlemi İslâm’da:

Husûmet ve düşmanlığın rağmına, dostluk ve muhabbet kazanacak.

Yalan, kandırma ve hilenin yerini, saydamlık,  berraklık, demokratlık ve mertlik alacak.

Tembellik ve ataletin yerini; tahkik, araştırma ve gayret alacak.

İftira, karalama gıybetin yerini; sıdk, tashih, düzeltme, sorma, delil ve hakkı teslim alacak.

Bundan asla şüphemiz yok. Dostluğun, muhabbetin, sevgi ve hasbiliğin o engin ve manevî sofralarında hep birlikte olmak dilek ve temennisiyle.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*