Müsbet milliyet

Müsbet milliyet düşüncesinde; başka millet ve kavimleri sırf millet ve kavminden dolayı tahkir etmek ve küçük görmek yoktur. Başka milletlerin dil ve örfünü, sırf milliyetçilik damarı ile inkâr etmeyi kabul etmez.

Müsbet milliyet fikrinde; millet ve kavmi, insanlar arasında bir tanışma ve yardımlaşma aracı olarak görmek vardır. Kendi milliyetini sevmesi, başka milletlere düşman olmasını gerektirmez. Üstünlüğün milliyet ve kavmiyette değil; iman ve fazilette olduğunu bilir. Kavmini ve milliyetini inanç ve imanına bir zırh, bir kabuk olarak görür. Yoksa menfi milliyetçilikte olduğu gibi, inancı ve itikadı kabuk; kavmi ve milliyeti öz olarak görmez.

İslâmiyet, aynı dinin mensuplarını birbirine kardeş ilan eder. Meseleye, dinden gelen ölçülerle değil de, politik ve ırkçı nazarla bakıldığı sürece, kaos ve kargaşa da kaçınılmaz olmuştur.

Üstad Said Nursî, bu konuda şöyle bir hatırasını nakleder:

“Ben Van’da iken, hamiyetli Kürd bir talebeme dedim ki: ‘Türkler İslâmiyet’e çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?’

Dedi: ‘Ben Müslüman bir Türk’ü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünki tam imana hizmet ediyorlar.’

Bir zaman geçti o talebem, ben esarette iken, İstanbul’da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı öğretmenlerden aldığı aksülamel ile, o da Kürtçülük damarı ile başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: ‘Ben şimdi gayet fâsık, hatta dinsiz de olsa bir Kürtü, sâlih bir Türke tercih ediyorum.’ Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki; Türkler, bu İslâm milletinin kahraman bir ordusudur.” 1

Nitekim Üstad Van’da, mağarada yaşamakta iken, Şarkta ihtilâl ve isyan hareketleri oluyor. “Sizin nüfûzunuz kuvvetlidir” diyerek, yardım isteyen bir zatın mektubuna,

“Türk milleti asırlardan beri İslâmiyete hizmet etmiş ve çok velîler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez; siz de çekmeyiniz, teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir.” diye cevap gönderiyor.

Yine Üstad, Kürtlerin içinde onlara hitab ederken çok veciz bir ifade ile, “Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvvetiyiz.” demiştir.

Bu ifadeyi kasten yanlış yorumlayan ancak bozgunculuk yapmış olur. Elbetteki her iki kavimde hem akıl, hem de kuvvet vardır. Aslında tarih boyunca her iki kavmin lehine bu iki sıfatın el ele verdiğinin veciz ifadesidir bu…

Yani her milletin baskın ve mümeyyiz bir vasfı olabilir. Tıpkı bazı insanlarda bazı vasıfların daha ağır basması gibi. Meselâ; “Almanlar şöyle bir millettir, yahut Araplar şöyledir, böyledir” diye her vesileyle söylenir.

Yine meselâ, “Türkler asker ve savaşçı bir millettir.” denilirken, barışa ve sivil hayata tamamen kapalıdır anlamı taşımaz. Araplar zekâsı ve belâgati ile meşhurdur denilirken, diğer kavimler aptal yerine konulmuş olmaz.

İşte ayırımcılığa asla müsamaha göstermeyen çok veciz bir ifade daha: “Milliyetimiz bir vücuttur; ruhu İslâmiyet, aklı Kur’ân ve İmandır.” 2

Milliyetimizin İslâmiyetle ne kadar iç içe olduğunu lâtif bir misal ile noktalayalım:

Hacdan dönen bir Türk, etrafına toplananlara heyecanla başından geçenleri anlatıyormuş. Bir ara şöyle demiş: “Yahu, bu Araplar tuhaf insanlar”, “Ezanı Türkçe okuyorlar, namazı Türkçe kılıyorlar, ama iş konuşmaya gelince anlaşılmaz oluyorlar!”

Dipnotlar:

1- Emirdağ Lâhikası, s. 224-225. 2- Münâzarât.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*